Ana Sayfa Dergi Sayıları 177. Sayı ‘Buzul Çağı’nın kâşifi Goethe

‘Buzul Çağı’nın kâşifi Goethe

1148
0

Çeviren: Ezgi Gizem Berkay

Buzul teorisini Goethe’den önce hiç kimse; buzul oluşumu, kıtasal buzul tabakasının varlığı, büyük buzulların birikimi ve hareketi, büyük bir soğuk dönem olması gerektiği ve bir buzul çağı terimi eşliğinde mantıklı bir çıkarımla açıklamadı. Bu anlamda gerçek bir öncüdür.

“Hayır, varlıkların en değişkeni ve genci olan insan kalbinden doğan çelişkiden, beni, tüm doğal varlıkların eksiksiz bir bağlantı içinde olduğunu gösteren, doğanın en sarsılmaz ve yaşlısı olan kayaları gözlemeye dair tefekküre yönlendiren eleştiriden korkmuyorum.” diye yazdı Der Granit adlı denemesinde, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi şairlerinden Johann Wolfgang von Goethe (Goethe,1957).

Goethe’nin aynı zamanda bir jeolog ve biliminsanı olduğu, bunun da ötesinde Kuzey Almanya’nın buzul tabakasıyla kaplı olmasıyla buzullardaki sapkın kayaların (buzların etkisiyle yerinden oynayıp uzaklara sürüklenmiş olan kayalar) hareketliliğini ilişkilendirdiği ve bir buzul çağı yaşandığını düşünen ilk kişi olduğu pek bilinmez. Jean de Charpentier, Essai sur les glaciers adlı eserine Goethe’nin buzulların hareketliliği ve buzul çağı teorilerini anlatan Wilhelm Meister’den bir paragrafla giriş yapmış ve Goethe’nin fikirlerini desteklemekle birlikte Alplerdeki sapkın kayaların buzul hareketliliğiyle ilişkisini daha eskiye tarihlendirmiştir.

“Discours sur l’ancienne extension des glaciers” makalesinde buzul çağı teorisi 24 Temmuz 1837’de yayınlanan “Societe Helvetique des Sciences Naturelles”den önce yayınlandığı ve bu teorinin bilimsel olarak ele alındığı ilk yazının yazarı olduğu için Louis Agassiz, buzul çağı teorisinin kurucusu olarak değerlendirilmiştir.  Fakat Agassiz bu konuda Goethe’ye olan borcunu “Daha sonradan öğrenmiş olduğum buzul çağı teorisi Goethe’den çok daha iyi bir şekilde öğrenilebilir. Goethe tüm işaretleri tek başına birleştirerek tam bir teoriye çevirmiştir.” sözleriyle ifade etmiştir (Hildebrand, 1947, s.308).

Goethe’nin bir buzul çağı yaşandığını düşünen ilk kişi olduğu pek bilinmez.

Agassiz, belki ifadesini bir parça Wilhelm Mesiter’de yazılanlara dayandırmış olsa da daha çok 1823’te yazılan “Herrn von Hoffs geologisches Werk” ve 1829 ile 1830 yıllarında yazılmış “Geologische Probleme und Versuch ihrer Auflösung”, “Kalte”, “Gebirgsgestaltung im Ganzen und Einzelnen”, “Umherliegende Granit”, “Erratische Blöcke” ve “Eiszeit” adlı 7 farklı parçadan etkilenmiş olmalıydı. Farklı editörler tarafından çeşitli baskılarda isimlendirilmiş bu parçalar buzullar ve buzul çağı teorileriyle ilgili olmalarına rağmen, Goethe detaylar karşısında ilgisiz ve muğlak davranmaktaydı.

O kayalar oraya nasıl geldi?
İlk olarak onun Kuzey Almanya düzlüğünde uzanan buzullarla ilgili fikirlerini ele alalım. Sıkça başkaları tarafından da kabul gören “Onlar, yerküre içinden karşı konulmaz bir baskı ile yerkabuğundan gökyüzüne kadar itilmiş ve düştükleri yerde parçalara ayrılmış olmalılar.” (Wilhelm Meister,1957) gibi garip tanımlamaları oldu. Sonrasında da büyük blokların yüzer buzlarla taşındığı ve Baltık’taki granit blokların büyük buzullarla geldiği fikirleriyle büyük bir soğuk dönemde meydana gelen buzul tabakası ile taşınma teorisini sundu.

Goethe sapkın kayaların buzullarla taşınması teorisini tercih etmiş olmasına rağmen, buzların karalar üzerinde yer almasından daha çok yüzen buzul tabakaları halinde oldukları fikrinde yanıldı. Blokların oluşumunda parçalanmış bir dağın kalıntıları gibi diğer olasılıkları tamamen göz ardı ederken de yanıldı. Wilhelm Meister’de bu sürüklenme teorisine de değindi. Jeolojik parçalarını da “Almanya’nın buzul tabakasının altında olduğu zamandaki büyük bir soğuk dönem” gibi günümüz teorisiyle uyumlu olarak tasavvur etti. Ve şöyle yazdı: “Sonrasında buzullar sıkışarak erimiş; erime ve fırtınaların da etkisiyle granit yüklü buzullar güneye doğru sürüklenmiş ve burada birikmiştir.” (Geologische Probleme, 1892-4).

Goethe, Kuzey Almanya’daki sapkın kayaların buzulların biriktirmesiyle meydana geldiğini öne sürmüştü.

Goethe düşüncelerinde Ilmenau madenleri avukatı Johann C. W. Voight tarafından da yönlendirilmişti. İlk zamanlarda Goethe onun fikirlerini komik bulmuş, fakat sonrasında farklı kaynaklardan da bu fikirleri doğruladıktan sonra kabul etmişti. Otto Torell’in 1875’teki yazısına kadar, uzunca bir süre Kuzey Almanya’nın bir buzul tabakası altında uzandığı kabul görmedi. Katmanlı yüzeylerin azlığı, buzulların bulunabileceği yüksek dağların olmaması ve tek kanıtın sapkın kayalar olması nedeniyle bu fikrin kabulü uzun sürdü. Agassiz’in 1847’de Amerika’ya gidişi ve Leopold von Buch’un muhalefeti nedeniyle Almanya yüzey araştırmalarında akademik boşluk oluştu. 1810’da von Buch Kuzey Almanya sapkın kayalarının İskandinavya’dan geldiğini kanıtlamış olmasına rağmen, 1840’lardaki İsviçreli buzulbilimcilerin daha geniş bir buzullanma döneminin yaşandığı fikrine karşı çıktı ve onun büyük etkisiyle Almanya’daki bilimsel sorgulama gecikti (Zitter, 1901). Böylelikle buzul tabakalarını, bu tabakalarla materyal taşındığını ve birikimlere sebep olduğunu ilk düşünen Goethe oldu.

“Avrupa’da çok soğuk bir dönem yaşanmış olmalı”
Goethe Cenevre Gölü civarındaki sapkın kayalar hakkındaki tartışmalarda ise daha net ifadeler kullandı. “Buzullar bugün de olduğu gibi vadiler boyunca yol alıp yukarılardan düşen granit bloklarını göle taşırlar. Buzullar eridikten sonra da bloklar göl havzasında kalırlar ve oraya kolayca, etkiye maruz kalmadan geldikleri için bugün de düz ve keskin kenarlı olarak bulunabilirler.” (Erratische Blöcke, 1892-4) diyerek bu yapıların buzulların biriktirmesiyle meydana geldiğini öne sürdü.

Goethe büyük kayaların gerçekte nasıl taşındığı konusunda da açıklayıcı değildi. Geologische Probleme adlı eserinde basitçe buzullar tarafından taşındıklarını yazdı. Wilhelm Meister’de bu büyük kayaların buzullar tarafından kaydırılarak şimdiki konumlarına getirildiğini muğlak bir ifadeyle dile getirdi. Eiszeit ve Erratische Blöcke adlı eserlerinde ise ilerleyen buzulların birikintileri ittiklerini ve taşıdıklarını daha doğru bir biçimde aktardı.

Goethe’nin yargılarının İsviçreli mühendis Ignace Venetz’in eski çalışmalarına dayanması mümkün olabilirdi, ama; Venetz’in bu konudaki yazısı 1821’de okunabilmiş, kısıtlı bir çevreye ulaşmış ve Goethe’nin ölümüne kadar da yayınlanmamıştı. Goethe’nin titizlikle kayıt altına alınmış yazıları, mektupları ve konuşmaları, İsviçre ve Almanya’da o dönemde çalışmaları bilinmeyen kişiler de dahil olmak üzere hiçbir referans içermemektedir. Yargılarına bağımsız bir şekilde ulaşmış olma ihtimali hayli yüksektir. İsviçre ziyaretlerinde yaptığı jeolojik gözlemler ve yerel yönetimlerle yaptığı görüşmeler sayesinde büyük bir bilgi birikimi kazanmıştır.

Ondan önce 1751’de J. G. Altmann, 1806’da G. S. Gruner ve onlardan da önce Alplerdeki köylüler sapkın kayaların buzullarla taşınımından haberdarlardı (Charlesworth,1957). Bu teoriyi bağımsız olarak dile getiren ilk kişi olmasına rağmen, Goethe bu fikrin ilk sahibi değildi. Buzul teorisini ondan önce hiç kimse; buzul oluşumu, kıtasal buzul tabakasının varlığı, büyük buzulların birikimi ve hareketi, büyük bir soğuk dönem olması gerektiği ve bir buzul çağı terimi eşliğinde mantıklı bir çıkarımla açıklamadı. “Çok soğuk bir çağ yaşanmış olmalı (Geologische Probleme), çok fazla buzulun var olması için soğuk gereklidir, Avrupa’da çok soğuk bir dönem yaşandığından şüpheleniyorum (Kalte)” sözleriyle düşüncelerini ifade etti.

Buradan da anlaşılacağı üzere Goethe gerçek bir öncüdür. Charpentier bile buzul çağına inanmasa da, buzulların geniş yayılımına inanmıştır. Bu fenomenleri gözlemlemek, farklı sonuçlara ulaşabilmek, Kuzey Almanya ve İsviçre sapkın kayalarını doğru biçimde ifade edebilmek yüksek biliş düzeyi gerektirse de; buzul çağında meydana gelen birbirinden bağımsız oluşumları 1829-30’lu yıllar kadar erken bir dönemde ancak bir deha yorumlayabilirdi.

“Gümrük görevlilerini ilgilendirir!”
Charpentier ve Agassiz dışında neden kimse Goethe’ye itimat etmedi? Engin tecrübesiyle kabul görmesine ve bilim camiasında onursal üyelikler bahşedilmesine rağmen; geçmişte bilimsel otoriteler onu bir biliminsanı olarak görmeyi reddetmişlerdi. İntermaksillar kemiğin keşfi, bitki metamorfozu çalışmaları ve renkler hakkındaki teorileri reddedildi ve alayla karşılandı. Tüm bunlardan sonra bir daha da bilimsel bir düşünceyi ciddiyetle öne sürmedi, sistematik deneyler yapmadı ve bulgularını kaydetmedi. Buzul çağı, kıtasal buzul tabakaları ve sapkın kayaların taşınması hakkındaki teorilerini paylaşmadı. Hepsini de romanlarının içine, rastgele ve önemsizcesine yedi farklı jeolojik parça halinde gizledi. O da, alaycıydı. Büyük buzulların halen Baltık’ı geçerek granit bloklarını taşıdığını gözlemlediğinde “Bu Gothenburg’daki gümrük görevlilerini ilgilendiren bir durum” dedi. Bu nedenle de Goethe’nin teorileri asla geniş ölçekte bilinmedi.

Amerikalı jeolog ve zoolog Jean Louis Agassiz (1807-1873), Goethe’nin hakkını teslim etmiş, buzul çağı teorisini kuran ilk kişinin o olduğunu söylemişti.

Her şeyin bağlantıda olduğunu görmek…
Buzul çağı teorisini ilk kuranın bir filozof ve şair olması ilk bakışta hiç de şaşırtıcı değildir. Buzul çağı terimi 1837’de başka bir şair bilim insanı, Karl Schimper tarafından isimlendirilmiştir ve Goethe genellikle büyük bir soğuk dönem terimini kullanmıştır. Böylesine kapsamlı bir konuyu ele alırken bir filozofun doğanın uyumuna olan inancını da ortaya koymak gerekir. Muhtelif dışavurumları uyumlu bir bütünde ve evrensel bir yasada bir araya getirmek, var olan her şeyin mutlak bir bağlantıda olduğunu görmek bir zorunluluktur. Bu, tabi ki kendi alanında doğaya kapsayıcı bir bakışı olmadan yetişmiş bir biliminsanı için oldukça zordur. Buzul çağı teorisini oluşturmasına yardım eden bir diğer düşüncesi de yerkürenin yavaş şekillendiğine olan inancıdır. Gerçekten de yerküre hâlâ değişmekte ve gelişmekte olan sürekli bir oluş ve yok oluş, birikim ve aşınma, kristallenme ve ayrışmanın içindedir. Goethe’nin Faust’ta da yazdığı gibi “Doğa ve ürünleri için belirlenmiş bir zaman aralığı yoktur, her yapı düzenli bir şekilde oluşmuş ve en iyisi de bunu bir zorluk olmadan başarmıştır.” Yapılan mantıksal çıkarımlarla da görülmüştür ki, iklim yavaş yavaş değişmekte ve halka tamamlanmaktadır. Deprem, meteor yağmuru, sel, sıradağların oluşumu ile değişimlerin hızlıca gerçekleştiğini düşünen bir biliminsanı doğru fikir yürütmüş olsa bile; bu, sapkın kayaların buzullarca biriktirilmesi ve buzul çağı teorisi ile çelişirdi.

Agassiz ve Charpentier Goethe’yi buzul çağı teorisini kuran ilk kişi olarak adlandırmakta haklıydılar. Şair ve biliminsanı Goethe’ye göre bilimsel ve sanatsal yaratılar doğanın en kapsayıcı kaidelerinin dışavurumudur. Goethe’nin düşüncelerinin gelişerek buzul çağı teorisine giden şu sözlerini de hatırlamak gerekir: “Biliminsanının dikkatle topladığını filozof birleştirir, böylece bu anlaşılır ve kullanılabilir olur.”

(Kaynak: Dorothy Cameron, Early Discoverers XXII, Goethe – Discoverer of the Ice Age, 1964.)