“Ağaçların kararı bol su ister, onlar en son katılır büyük savaşa.”
İskender Savaşır
Hikâye Apollon’un Daphne’yi görmesiyle başlar. Ancak birkaç adım öncesinde Daphne, kendisini tanrılara adayarak sonsuza kadar kimseyle birlikte olmadan yaşayacağına yemin etmiştir. Erkeklerden nefret mi ediyordu, neden böyle bir karar vermişti, bilinmez. Apollon ormanda dolaşmayı seven güzeller güzeli Daphne’yi Thessalia’da dolaşırken görür ve tutulur, âşık olur. Peneus ırmağı kenarında ona rastladığında Daphne’den aşkına karşılık vermesini ister. Ancak ne yaptıysa, ne söylediyse Daphne Apollon’u istemez, ondan kaçar. Hikâyenin çoğu versiyonunda Eros ikisine de farklı oklar atmıştır ve bu iki ok zıt kutupludur(1) (Hepoğlu & İnce, 2017). Yani Eros, sapkın bir âşık yaratırken tam zıddını da Daphne’nin aşkı reddeden varlığıyla bütünleştirmiştir. Daphne kaçar, ama kaçtıkça nefesini ensesinde hisseder Apollon’un. Bu koşuşmalardan birinde, Daphne’nin yorgunluktan titreyen bacakları gövdesini taşıyamaz hale gelir ve tanrıların duyacağı şiddette imdat çığlıkları atar. Toprak Ana Gaia, imdat çığlıklarını işittiğinde ona acır ve Daphne’yi olduğu yerde bir defne ağacına dönüştürür. Daphne’nin ayakları toprağın derinliklerine doğru uzanırken, bütün âşıkların dikkatini üzerine toplayan bedeni kabuk bağlamış, kokusunu hafızalara kazıyan saçları da yapraklara dönüşmüş. E tabii ince, narin kolları da uzamış ve dal olmuş yapraklara. Apollon ise ona yaklaştığında henüz durmamış olan kalp atışlarını dinlemiş, oracıkta hüzne boğulmuş (Gezgin, 2017).
İnsanları ağaçlara benzetiriz, aynı şekilde ağaçlarda da insani bir yan buluruz hep. Mesela Çınar koyarız çocuğumuzun adını. Selvi boylu sevgililerimiz, tanıdıklarımız vardır. Taşlandığı söylense de meyve verir bazı insanlar. Bu ilişkinin iç içeliği dikkat çekicidir. Apollon-Daphne miti de insan ve ağaç arasındaki geçişkenliği dramatik bir örnekle gösteriyor diyebiliriz. Bitkilerin Bildikleri adlı kitap bitkilerin insani vasıf ve yetileri konusundaki düzeyinden söz ediyor. Kitabın içi aşk hikâyeleriyle dolu değil elbette ama izledikleri yol açısından doğrultuları bu mitle zıt yönde. Bitkide başlayan ya da bitkide sonlanan bu yolculuklar zıt gözükse de, insan-ağaç arası geçişkenlik üzerine düşünmek ve metaforlar kurmak enteresan. (Bu metnin içerisinde “bitki ve ağaç” derken, ağaçların da bitki kategorisi içerisinde değerlendirildiğini hatırlatmak isterim. Yani ayrı ayrı anmak gerekse de çoğu zaman birbirinin yerine de kullanıldığını göreceksiniz. İkinci yazıda bunu da tartışacağım.)
Şüphesiz, pek çok hikâye ağaçları anlatır. Yahut anlatılanlar ormandan illa ki geçer. Onların yüceliği, maceraları ve heybetli duruşları anlatılır hikâyelerde. Yaşı vardır mesela onların, hatta yaş kelimesi de onların varlığıyla iç içedir. Onların canlılığını bizimkiyle eş tutmakta geri durmayız. Diğer bir deyişle, ne de kolaydır gövdelerine iki göz ve bir ağız yerleştirmek. Daniel Chamovitz önsözde “Beni besle!” demeyi bilen bir ağaç olmasa da etrafını “bilen” birçoğunu keşfettiğini ifade ediyor. Yazar etrafımızdaki bitki ve ağaçların duyu mekanizmalarına dikkat çekmemizi sağlıyor. İlginç bir noktadan söz ediyor aynı zamanda: “Hareket edemedikleri için bitkiler, sürekli değişen koşullara göre büyümelerini ayarlamalarını sağlayan karmaşık duyu sistemleri ve düzenleyici sistemler geliştirmiştir.” Örneğin bir Karaağaç komşusunun gölgesinin nereye düştüğünü bilmeli ki mevcut ışığa doğru bir büyümenin yolunu bulabilsin. Kitap ilginç örnekler konusundaki zenginliğini her bölümde yineliyor. Örneklerin çarpıcılığına en önemli teorik zemin de yazarın ifadesiyle “arka bahçemizde sessiz sedasız duran bitkilerin” ne tür marifetleri olduğunun derinlemesine, yoğun terminolojiyle anlatılmış olması. Emin olmakta güçlük çekerek ifade edecek olsam da, terminolojinin yoğun kullanılmasının sebebi konunun aslında böyle anlatılması gerektiği değil gibi. Kitabın yaptığı çok açık ve net bir şey var: Tanımları genişletmek. Yani Daniel Chamovitz kitabın her bölümünde terminolojiye dayanarak tanımları “eğip bükmek” konusunda yoğun bir uğraş vermiş gibi. Hatta her bölüm doğrudan böyle bir planla kurulmuş görüntüsü oluşuyor.
Bitkiler ve ağaçlar birbirlerinden haberdardır. Haberdar olma kapasiteleri ise neredeyse yerin altında başka bir dünya inşa etmiş olacaklarını söyleyecek boyuta ulaşabilir. Hatta bu haberdar olma halini pazardan aldığımız ve aynı poşete koyduğumuz meyveler üzerinde dahi konuşabiliriz. Kitabın örneğiyle, sert bir armudu olgun bir muzla aynı pakete koyduğumuzda, muzun yaydığı etilenin(2) kokusunu alan armut daha çabuk olgunlaşır. Yani iki meyve fiziksel durumlarının bilgisini birbirine aktarır ve olgunlaşmaları konusunda yol kat ederler. Bilgi ağının niteliğine kitaptan bir başka örnek de Washington Üniversitesi’nden iki araştırmacının gözlemiyle başlıyor. Araştırmacılar, daha önce tırtıllar tarafından talan edilen yapraklara komşu olan ağaçların, tırtıllar tarafından tekrar talan edilmediğini fark etmişler. Bu gözlemin ardından araştırmacılar ağaçların hiçbir fiziksel teması olmamasına rağmen zarar gören ağaçların sağlıklı komşularına “Dikkat et! Kendini koru!” diyerek mesaj gönderdiğini bulmuşlar. Yani talan edilen yaprakların bu uyarısı sonucunda sağlıklı ağaçların da kendi yapraklarını tırtılların sindiremeyeceği pozisyona getirdiğini bulmuşlar.
Daniel Chamovitz sorulması gereken soruların bitkilerin farkındalık dereceleri üzerinde yoğunlaşması gerektiğini ifade ediyor. Yani “bitkiler bizler kadar zeki mi?” sorusunun ötesinde, bitkilerin kendi çevresinden farkında olup olmadığı konusunda düşünmenin onların varlığı anlamak için kıymetli olduğuna dikkat çekiyor. Mesela bitkiler ışık renklerinden, kendilerine dokunan farklı dokunuşlardan, yerçekiminden ve hatta geçmişlerinden haberdar. Peki ya nasıl? Kitap bu sorulara deneylerle, çalışmalarla ve evrimsel bir bakışla cevap veriyor. Okuyanlar görecek ki, kitap, Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakmak gibi bir amacın fazlasıyla ötesinde ufuklar açıyor. Sonsöz kısmında Daniel Chamovitz bitkilerin farkındalıkları üzerine düşünürken “beyni olmayan bitki” kavramının vurgulanması gerektiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Bu sayede, bitki davranışlarına edebi anlamda insanbiçimci yakıştırmalarda bulunmaya devam edebiliriz ama aynı zamanda bu tür tariflerin bitkilerin beyni olmadığı olgusunun ışığında okunması gerektiğini hatırlarız.”(3) Ancak ilginç olabilecek nokta, insana veya hayvanlara ve gelişmiş memelilere özgü saydığımız özelliklerin beyni olmayan bitkilerde de var olması. O halde tırtıl tarafından ısırılan bir insanla bitki arasındaki farkı oluşturan nelerdir?
Yeryüzünün Yeşil Bulutları’na son
Ağaç yola eşlik eder, yeryüzünün yeşil bulutlarıdır bir bakıma. Bakakalırız onlara, düşünürüz ve seyre dalarız. Soyumuzun yolculuğunu dahi, onların eşliğinde, aile ağacımızı yaparak görürüz. Yeryüzünün yeşil bulutları tanımını bitkiler için de tekrarlayabiliriz. Onlar da yan yana gelir, bitki örtüsünü oluşturur. Gökyüzünde bulutlar nasıl dünyayı örtüyorsa, onlar da yeryüzünün örtüsüdürler. Tüm bu şairane sayılabilecek sebeplerin dışında, bitki ve ağaçlar üzerine düşünmek milyonlarca yıllık geçmişi de düşünmek anlamına geliyor. Diğer yandan bitkiler gibi bizlerin de feromonlar[4] aracılığıyla kokuyla iletişim kurduğumuzu öğrendiğimizde kokular ve duygular arasındaki bağlantılarımızın ne kadar ilkel ve de bilinçsiz temellerle sağlandığını tartışmaya açma fırsatımız doğuyor. Bu tartışma alanı hali hazırda bildiklerimiz konusunda bizleri büyük endişeye ve soru işaretleri arasına düşürmeye aday gözüküyor.
İskender Hoca’nın sözü, açıklanmayı bekler gibi duruyor metnin en başında. Gerçi onun sözleri ileriye atılmış notlar olarak da ayrıca varlığını korur hep. Bu sebepten okurun farklı anlamlar çıkarabileceği bir ifade olarak duruyor orada. Konu İskender Savaşır olunca, bitkiler de insanlar da “ışığa doğru büyür” diyesim geliyor elbette. Benim son dört senedir yaptığım en önemli şey de buydu sanırım, onun ışığına doğru büyümek. Ama şimdi, onun yokluğunda, “yaşasaydı ona sorardım” diyebileceğim sorulardan biri de yazarın sonsöz kısmındaki psikanalitik vurgusu. Ciddiye alınması gerektiğinden emin olamadığım, yazarın da neredeyse laf arasında ve yoğun uğraşlar sonucu ulaşmadığını düşündüğüm bir soru var: Bitkilerin id(5)’i var mıdır? Bu soruya “evet var” demek, limbik sistemi olmasa da kokuyu referans alan duygusal bağlantılarımızın kökenine dair bilgi verebilecek olan bitkilerin neler yapabildiğini okuyan birisi için şaşırtıcı olmaz. Yani kanıtlanmamış olsa da büyük bir iddia olarak varlığını korur.
Bitkilerin Bildikleri, bitkilere bakan gözleri eğitiyor. Bu eğitim benim için, doğduğumdan beri yaşadığım evin balkonundan bakarken ormanın içinde farklı bir ağaç grubunu fark etmek kadar somut. Kitaptan anladığım kadarıyla, bitki ve ağaçların yaptığı önemli işlevlerden biri de şaşırtmak. Onların evrenini görmeye aday olmak, dillerini anlamayı talep etmek eminim ki her okura ayrı bir nitelik katacak. Sabahları merhaba dediğimiz yahut şarkı dinlettiğimiz bitkilerin aslında sağır olduğunu bilmek ve gittikçe kaybolan yeşile daha dolu bakabilmek için kitapların ayrıca kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Kaynaklar
1) Gezgin, İ. (2017), Sanatın Mitolojisi. İstanbul: Sel Yayıncılık.
2) Hepoğlu, E., & İnce, H. (2017), Mitolojik Ağaçlar, Ağaç ve Bitki Türleri, Kuş Türleri, Antalya: Barut Hemera.
Dipnotlar
(1) Çünkü Apollon ve Eros okçuluk konusunda bir gün atışmışlardır ve bu atışma sonucunda Eros intikam duygusuyla dolmuştur.
(2) Olgunlaşma süreçlerinde etkili gaz halinde bir hormon.
(3) Yazar 2008’de İsviçre hükümetinin bitkilerin “onurunu” korumak için kurdukları bir etik kurula gönderme yapıyor. Yani beyni olmayan bir varlığın onurunun olduğu varsayılması gülünç bir olay olarak kabul edilmiş.
(4) Aynı türün üyeleri arasındaki sosyal ilişkileri düzenleyen kimyasal maddeye verilen ad.
(5) Bkz. Freud’un Yapısal Kişilik Kuramı
Bitkilerin Bildikleri, Daniel Chamovitz, Çev. Gürol Koca, Metis Yayıncılık, 2018, 168 s.