Ana Sayfa Bilim Gündemi Plastik zamanlar: Plastik yiyoruz, plastik içiyoruz, plastik soluyoruz

Plastik zamanlar: Plastik yiyoruz, plastik içiyoruz, plastik soluyoruz

4614
Kaynak: NOAA Pacific Islands Fisheries Science Center/AP

Yaklaşık bir yıl önceydi. ABD’nin California eyaleti ile Hawaii Adaları arasında, Büyük Okyanus’un yüzeyinde, 1,6 milyon km2’lik bir alana yayılmış halde yüzen Büyük Pasifik Çöp Girdabı’yla ilgili yazılar ve fotoğraflar haber sitelerine yansımış, hepimizi dehşete düşürmüştü. İki Teksas eyaleti büyüklüğündeki bu yığın tahminlere göre 45 ila 129 ton plastik içeriyordu. Şimdilerde bu devasa plastik adanın ya da midesi garip çöplerle dolduğu için beslenemeyip ölen deniz kuşlarının, çeşit çeşit balığın, hatta balinaların aslında felaketin görünür kısmı olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. İşin bir de mikro düzeyde ilerleyen boyutu var ki, ne denetlenmesi ne de tespit edilmesi okyanusta yüzen çöplerinki kadar kolay değil. Sorunun adı, mikroplastikler.

Büyük Pasifik Çöp Girdabı ilk defa 1997’de fark edilmiş; en güncel anatomisi 2018’in Mart ayında Scientific Reports dergisinde yayımlanmıştı. Kaynak: theoceancleanup.com

Boyları 5 milimetreden 100 nanometreye (yani 1 milimetrenin 10.000’inde birine) kadar değişebilen mikroplastiklerin kaynağında plastik ambalajlar, şişeler, polyester ve sentetik ipliklerden yapılmış tekstil malzemeleri, araba lastikleri, kozmetikler gibi hayal edebileceğinizden de geniş bir ürün yelpazesi yatıyor. Bu nesneler, çöp veya atık madde olarak çevreye yayıldıktan sonra çeşitli büyüklüklerde partiküllere ayrılıp denizlerden toprağa, havaya ve hatta içtiğimiz sulara kadar ciddi bir mikroplastik kirliliğine neden oluyor. Nitekim az önce sözünü ettiğimiz okyanustaki çöp adanın da %94’ünü mikroplastikler oluşturuyor; oysa toplam kütleleri tonlarca ağırlıktaki plastiğin ancak %8’i boyutunda. Peki bizler mikroplastiklerle bu kadar çevrelenmişken onlardan kaçabiliyor muyuz? Tabii ki hayır. Üstelik buna dair bilgimiz, Viyana Tıp Üniversitesi ile Avusturya Çevre Ajansı’ndan araştırmacıların ortak yürüttüğü mini bir çalışmayla teyit edilmiş durumda. Ekim 2018’de başlatılan çalışma kapsamında Finlandiya, Hollanda, Polonya, Avusturya, İngiltere, İtalya, Rusya ve Japonya’dan sekiz gönüllüyle çalışılmış. Yaşları 33-65 arasında değişen, hiçbiri vejeteryan olmayan, hepsi günde ortalama 750 mL suyu pet şişeden tüketen ve yine hepsi, gözlem süresi içinde plastiğe sarılmış gıdalarla temas eden bu sekiz kişinin vücudunda plastik olup olmadığına, çok kestirme bir yoldan bakılmış: dışkılarından. Sonuçlar iç karartıcı: hepsi pozitif; yani dünyanın sekiz ülkesinden sekiz deneğin vücuduna, beslenme yoluyla plastik girmiş. Araştırmacıların Avrupa Gastroenteroloji Haftası toplatısında sunduğu sonuçlar bu mikroplastiklerin farklı çeşitlerde olabildiğini, fakat bunlardan bazılarının hepsinde birden gözlendiğini gösteriyor (polipropilen ile polietilenterepitalat yani PET).

Çalışmanın mimarları benzer bir araştırmayı daha geniş kapsamlı olacak şekilde yürütebilmek için gerekli hazırlıklara şimdiden başlamış durumda. Amaç “mikroplastikler dışkıyla atılıyor mu yoksa dokularımıza mı yerleşiyor” sorusuna cevap bulabilmek olacak. Şimdilik insanlar üzerinde yürütülmüş başka bir çalışma yoksa da çeşitli memelilerde ve deniz canlılarında gerçekleştirilmiş olanlar mevcut. En küçük boydaki partiküllerin kan dolaşımına, lenf sistemine ve hatta karaciğere girebildiğini gösteren bu çalışmalardan sonuncusu 2018’de, İngiltere’deki Plymouth Üniversitesi tarafından, deniz taraklarında yapılmıştı. Avrupa mutfağının sevilen deniz ürünlerinden olan bu canlı, denizlerdekiyle eş miktarda (radyoaktif maddeyle işaretlenmiş) nanoplastik partiküllere maruz bırakılmış, ardından yapılan taramalarda bunlardan milyarlarcasının, sadece birkaç saat içinde hayvanın dokularında biriktiği gösterilmişti. Bu ve benzeri çalışmaların sonuçlarının kesin olarak ortaya koyduğu tek gerçek canlıların plastikleri yuttuğu değil; aynı zamanda bizim de bu plastikleri yuttuğumuz!

Deniz tarağı yemek ya da yememek

Peki, plastik yediğimiz ya da içtiğimiz gerçeğini kabul ettik diyelim; bunun sağlık açısından ne anlam ifade ettiğini biliyor muyuz? Pek sayılmaz… Avusturyalı biliminsanlarının yukarıda belirttiğimiz çalışması belki bir cevap verebilecek. Fakat şimdiden bazı tahminler yapmak mümkün. Amerikan Kimyacılar Topluluğu’nun konuyla ilgili yayımladığı 4 Şubat tarihli rapordan öğrendiğimiz kadarıyla mikroplastikler boy, şekil ve kimyevi içerik bakımından farklılık gösterebiliyor. Sağlık üzerindeki etkileri de doğrudan ilgili plastik hammaddeye değil, buna eklenen katkı maddelerine, çevreden soğurduğu kimyasallara ve yüzeyine tutunan patojen bakterilere bağlı olarak değişiyor. Örneğin polikarbonat yapımında kullanılan katkı maddelerinden bifenol A hormonal sistem üzerinde zararlı etkilere sahip. Veya bazı araştırmalarda, özellikle şehir içinde kalan göllerdeki mikroplastikler üzerinde E. coli, Bacillus cereus ya da Stenotrophomonas maltophilia gibi insan patojenleri tespit edilmiş. Kan-beyin bariyerini, plasentayı ve hücre zarını aşabilen tip ve boyutlardaki mikroplastiklerin bazı risk gruplarında, mesela bağırsak bariyeri hasarlı kimselerde özellikle tehlike arz edebileceği düşünülebilir. Fakat ne olursa olsun, biliminsanları kapsamlı klinik çalışmalar ve kanıtlar yokluğunda mikroplastikler konusunda spekülasyon yapmaya yanaşmıyor. Sorunun henüz çok yeni olması da tabloyu şimdilik gölgeliyor. Öyle ki daha geçtiğimiz günlerde Avrupa Akademileri Yasal Düzenlemeler için Bilimsel Tavsiye Kurulu, mevcut bilgilerden yola çıkarak mikroplastiklerin çevre ve insan sağlığına zararlı olduğunu söylemenin mümkün olmadığını, sadece derişimin aşırı yoğun olduğu noktaların tehlike arz ettiğini raporladı.

Velev ki mikroplastiklerin zararlı olduğu, bunca iç içe geçmiş boyuta karşılık, saptanabildi. Filtreler, etkili geri dönüşüm ya da plastik kullanımını azaltmak gibi yöntemlerden, plastik yiyen bakterilerin büyük ölçekli üretimine kadar çeşitli çarelere başvuracağımız muhakkak. Fakat gündelik hayatımıza bu denli işlemiş, öyle ki belki de hücrelerimizin parçası haline gelmiş plastiklerden gerçek anlamda kurtulabilecek miyiz, yaşam tarzımızı, tüketim alışkanlıklarımızı ve hatta üretim biçimlerini değiştirebilecek miyiz, şüpheli. Şimdilik, biliminsanlarının tavsiyesini dinleyelim: deniz tarağı yemeye devam edelim.

 

Kaynak
1) Alex Scott, “The pervasiveness of microplastics”, C&EN: Chemical Engineering News, cilt 97, sayı 5 (4 Şubat 2019).
2) Schwabl P. ve ark., “Assessment of microplastic concentrations in human stool”, United European Gastroenterology Week; http://www.umweltbundesamt.at/fileadmin/site/presse/news_2018/UEG_Week_2018_-_Philipp_Schwabl_Microplastics_Web.pdf