David Hume, Aydınlanma felsefesinin en önemli düşünürlerinden biridir. Dinsel düşünceye ve metafiziğe eleştirileri ile hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde adı sıkça anılan isimlerden olmuştur.
Ampirist akımın bir temsilcisi olarak da tanımlayabileceğimiz Hume, rasyonalistlerden farklı olarak bilginin kaynağı olan idelerin doğuştan geldiğini reddetmiş ve bu idelerin dış dünya ile olan bağlarına odaklanmak gerektiğini ifade etmiştir. Çalışmalarında insanın bütün zihinsel algılarını ideler ve izlenimler olarak ikiye ayırır. Pratik faaliyetler sonucunda ortaya çıkan algının izlenimler olduğunu, idelerin ise canlı algılar olmadığını ve izlenimlerin zihinde bırakmış olduğu solgun kopyalar olduğunu savunur. İdelerin oluşmasında temel öneme sahip olan nedensellik, benzeşme ve zaman/mekân gibi olguların değişkenliklerine de dikkat etmenin önemli olduğunu vurgular.
David Hume’a göre bir insanın ahlaki yapısını anlayabilmemiz için onun eylemlerine bakmamız gerekir. Eylemler, insanların ahlaki içsel yapısının dışa vurumudur. Ona göre ahlaklılık bir duygu durumudur ve ahlaki değer yargılarının ortaya çıkmasında duygu birincil, akıl ise ikincil roldedir. Ahlak yararlı ve zararlı davranışlarımız hakkında bilgi verebilir fakat bu değer yargılarımız akıldan değil duygulardan kaynaklanmaktadır. Bu duygu ise duygudaşlıktır (sympathie).
Hume’a göre ahlak kavramının salt belirlenimci tanımlamalar şeklinde ele alınması insanları “uysallaştırmanın” bir yöntemi olarak kullanılmaktadır. Bu bağlamda ahlak felsefesi ve adalet tartışmalarına ilişkin, “Mülkiyetin yanı sıra sivil yasaları düzenleyen tüm doğa yasaları geneldir ve karakterleri, şartları ve ilgili kişinin bağlarını göz önünde bulundurmaksızın ya da herhangi özel bir durumda sunacağı bu yasaların belirleniminden meydana gelebilecek özel sonuçlar olmaksızın, bu durumun yalnız bir takım esas koşullarını hesaba katar.” (David Hume, Ahlakın İlkeleri Üzerine Bir Soruşturma, Say Yayınları, 2019, s.176)
Geçtiğimiz günlerde Say Yayınları tarafından yayımlanan Ahlakın İlkeleri Üzerine Soruşturma, Hume’un çok titizlendiği ve okur kitlesine ulaşmasını en çok istediği çalışması olarak bilinir.
Eserin kaleme alındığı dönem aynı zamanda Avrupa’nın köhneleşmiş politik ve dini kurumlarına karşı bilimsel ve felsefi bilgide ilerlemenin tiranların ve yobazların sonunu getireceği düşüncesinin yaygınlaştığı bir dönemdir. Dolayısıyla Hume, soruşturmasında, insani toplumsal yaşamı bütünüyle seküler bir yönden resmederken aynı zamanda ahlakın insan yaşamındaki yararlılığını, kabul edilebilirliğini ve uygunluğunu da gösterme çabasındadır. Ama bu çaba öğretilmiş kimi duygu, ahlak, etik, vb. gibi olguların ötesine geçerek soruşturmasının kapsamını artıran bir titizliği de öne çıkarmaya yöneliktir. Aynı zamanda insan doğasının güçsüzlüğüne ve bozulmuşluğuna dikkat çekerken, kendi yaşamlarımızın ve genel anlamda toplumsal yaşamın bütününün güzelleşmesine ilişkin izlenecek yola dair veriler sunmaktadır.
Bu verileri bir akıl yürütme eylemi olarak da düşünebiliriz. Zira Hume, ahlakı genel yargılar bağlamında irdelerken daha üst seviyede ifade edilen ve toplumun/devletin şekillenmesinde önemli rol oynayan adalet kavramını da belirli bir çerçevede incelemekte ve sesli düşünceler denilebilecek bir yöntemle sunduğu verileri açıklamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda kâh ilk topluluklardan örnekler sunarak, kâh aile yapısının içine odaklanarak soruşturmasını derinleştirme çabasındadır.
Hume, Soruşturma’da Calvin ve onun düşüncesiyle de mücadele etmektedir. İçsel ve dışsal yaşamların ayrı olduğunu, dışsal yaşamın ahlak alanına ve dünya işlerine, içsel yaşamınsa dine ait olduğunu iddia edenlere karşı böyle bir ikiliğin olmadığını, insan yaşamının iç ve dış yönlerinin ahlakta birleştiğini söylemektedir. Dolayısıyla ahlak sadece dışa dönük davranışlarımızla ilgili bir mesele değildir. Erdemler ve kusurlar/kötülükler tam da içsel yaşamın unsurlarıdır. Daha yüksek bir onay mercii yoktur ve bu bizi ancak ve sadece ahlak alanında eylemlerimizi doğru ya da yanlış olarak değerlendirmeye götürür.
Ahlakın İlkeleri Üzerine Soruşturma, bu perspektifle ahlak, benlik, adalet, fayda vb. gibi kavramların anlamına yoğunlaşırken aynı zamanda kavramların içinde barındırdığı nedensellik sorunsalına dair akıl yürütüyor.
Döneminin yeni düşüncelerinin esin kaynağı olarak görülen Hume’un bu yapıtının bir anlamda gelenekselleşmiş düşünce sisteminin yıkılma çabasının başlangıç noktası oluşturduğunu da söylemek mümkün. Dolayısıyla ön plana çıkan niteliği ile farklı bağlamlarda eleştirilerin hedefi haline gelmesi ise dönemsel özgünlüğü bakımından anlaşılabilir. Zira çalışmanın bir soruşturma niteliğinde olması, farklı felsefi serimlemeleri gerekli kılarken yeni tartışmalara/soruşturmalara kapı aralıyor.
J. B. Schneewind tarafından hazırlanmış olan giriş kısmının ise kapsamlı bir Hume Düşünsel Biyografisi şeklinde ele alınması, okuyucu rahatlatan ve kitaba hazırlayan bir işlev görüyor. Schneewind’in bu katkısı, Hume’un düşünsel sürecinin gelişme serüveni ve temelinin dayandığı koşullara odaklanmayı kolaylaştırmanın yanı sıra dönemin tartışmalarına meraklı olanlar için yan okumalara teşvik edici bir rol de oynuyor.
Ahlakın İlkeleri Üzerine Bir Soruşturma
David Hume, Çev. Merve Menekşe Özer, Adnan Akdağ, Say Yayınları, 2019, 223 s.