İnsanın uzun bir geçmişi vardır; günümüzdeki küreselleşme olgusundan önce her yerde kültürler birbirinden farklı olarak gelişmiştir; bunlar bazen ilişki içinde oldukları kültürlerle kaynaşmış ya da ayrışmışlardır. Bu nedenle geçmişte geniş bir kültürel çeşitlilik vardır. Ancak bütün kültürler kendi yapılanmaları doğrultusunda sürekli olarak gelişmişlerdir. Bu gelişimin içindeki değişimler, keskin çizgilerle değil, bir süreç içinde gerçekleşir. Ancak tarih gibi arkeoloji de, geçmişi değerlendirirken bunu yapay bölümlere ayırarak sınıflandırmak zorundadır. Bölümlere verilen adların bazıları, özellikle günümüze daha yakın olanlar, tarih yazıcılığı yapan ülkelerin bakış açısına göre belirlenerek kalıplaşmıştır. Örneğin İlkçağ’ın sonu olarak Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması alınmıştır; bu olay Avrupa, Yakındoğu ve bir ölçüde Kuzey Afrika’yı etkilemiştir. Ne Uzak Asya’da, ne Afrika’nın geri kalan kısmında, ne de Amerika’da yaşayanlar bu olayı ne duymuş, ne de bundan etkilenmişlerdir. Eğer dönem ayrımı Çin ya da Hint tarihine göre yapılacak olsaydı, herhalde bölünme çok daha farklı bir yerden olurdu.
Arkeolojide ve özellikle yazılı kaynaklarla desteklenmeyen tarihöncesi arkeolojisinde dönem adlamaları daha büyük bir sorun olarak ortaya çıkar. Günümüzde olduğu gibi tarihöncesinin en eski dönemlerinde bile kültürel gelişim dünyanın her yerinde eşzamanlı olmamıştır. Örneğin insanlığın en eski dönemi olarak tanımladığımız Alt Paleolitik Çağ’ın (Yontmataş Devri) ilk basamağı Afrika’da 2,5 milyon yıl kadar önce başlar. Dolayısıyla kültürel bir çizelge yapıldığı zaman Taş Devri’nin başlangıcı olarak bu tarih kullanılır. Ancak o tarihlerde Afrika’nın dışında hiç insan yoktur; insanın diğer bölgelere gitmesi yaklaşık 1 milyon yıl sürecektir. Bunu her dönem için farklı ölçeklerde örneklendirebiliriz. Burada genel olarak kabul edilen ölçüt, sonraki dönemlerin oluşumunu hazırlayan, “çekirdek bölge” olarak adlandırılan gelişimin tetiklendiği yer ve zamandır. Nasıl ki yukarıda verdiğimiz örnekte olduğu gibi Afrika’da 2,5 milyon yıl önce tetiklenen olay kültürel zaman dizininin küresel ölçekte belirleyicisi olmuştur, aynı şekilde “Neolitik Çağ” (Yeni Taş Devri), adını Yakındoğu ve Anadolu’da 12 binyıl önce gelişen bir süreçten almıştır; o tarihte farklı coğrafyalarda farklı yaşam biçimleri, farklı kültürler vardır. Ancak Yakındoğu – Anadolu çıkışlı yaşam biçimi daha sonra tüm dünyaya yayılacak bir kurgunun temelini oluşturduğu için, küresel ölçekte her yerde kullanılır. Benzer bir tanımı da Endüstri Devrimi için kullanabiliriz. Birkaç yüzyıl boyunca yalnızca Batı Avrupa’ya özgü olan endüstrileşme, günümüzde küresel bir model olarak her yeri etkilediğinden dönem adı olarak kabul edilmektedir.
Yukarıda değindiğimiz kurgunun yanı sıra arkeolojide dönem adlamaları da, bilim alanı olarak arkeolojinin gelişim süreci içinde farklı anlamlar yüklenir ya da değişir. Günümüzde yaygın olarak kullanılan, geçmişi Taş Devri, Tunç Devri ve Demir Devri olarak bölümleyen “üç çağ sistemi”, ilk olarak 1817 yılında Danimarka’da Kopenhag Ulusal Müzesi Müdürü Thomsen’in müzede bulunan ve dönemi bilinmeyen buluntuları sınıflandırabilmek için geliştirdiği bir sisteme dayanır.
O yıllarda arkeolojide ve özellikle tarihöncesi arkeolojisinde bulguların tarihini belirlemek oldukça güçtü; tabakalanma, mutlak yaş gibi yöntemler henüz geliştirilmemişti. Özellikle Batı ve Kuzey Avrupa’da Endüstri Devrimi ile birlikte binlerce kazı yapılmış, hangi döneme ait olduğu bilinmeyen on binlerce buluntu depolarda birikmişti. Thomsen, hammadde ve teknolojinin bir gösterge olabileceğini öngörmüş ve en basitten gelişkine doğru taş, tunç ve demir olarak geçmişi sınıflandırmış, müzede sergiyi buna göre oluşturmuştur. Bu ayrım önceleri kabul görmemiş, ancak yeni yapılan kazılarda taş aletler ile demir ya da tuncun birlikte olmayışı gibi gözlemler, Thomsen’in öngörüsünün ne kadar doğru olduğunu oldukça kısa bir sürede ortaya koymuştur. Thomsen’den sonra bu konu üzerinde çalışan bilim insanları aynı yöntemi kullanarak geliştirmiş, örneğin Taş Devri’ni Eski Taş ve Yeni Taş, Maden Devri’ni Bakır ve Tunç gibi daha alt dönemlere ayırmışlardır. Bunların arasında özellikle 1851 yılında, gene bir Danimarkalı olan J. J. Worsae, Thomsen’un Taş Devri tanımını yetersiz görmüş ve ilk olarak bunu Eski Taş ve Yeni Taş olarak ikiye ayırmış, ancak iki dönem arasında da bir geçiş dönemi olması gerektiğini vurgulamıştır. Eski ve Yeni Taş Devri adlamalarının Paleolitik ve Neolitik olarak bir terim niteliği kazanması ise, ilk olarak 1865 yılında Sir J. Lubbock tarafından sağlanmıştır. İki devir arasındaki geçiş dönemi de İrlandalı H. Westrabb tarafından 1866 yılında ilk olarak Mezolitik adlamasıyla tanımlanmıştır.
Başka bir deyişle yakın zamanlara kadar kullanılagelen dönemsel bölümlenmeler, hammadde ve bunun biçimlendirilmesinde kullanılan temel teknoloji çıkışlı olmuştur. Bu ayrımın esasını, daha gelişkin bir teknoloji gerektiren bir hammaddenin kullanıma girmesi oluşturur. Ancak bu durum, eski aletlerin ya da hammaddelerin kullanımdan kalktığı anlamına gelmez. Örneğin Tunç Çağı’nda da Taş Devri’nin aletleri geniş ölçüde kullanılmıştır. Ancak yeni ve belirleyici olan tunç nesnelerdir. Birçok kere yeni bir buluş ya da yeni bir nesne teknolojik açıdan çok büyük bir önem taşımasa da, sembolik anlamda dönem ya da kültür adı olarak kullanılmaktadır. Örneğin Yakındoğu – Anadolu arkeolojisinde Neolitik Çağ (Yeni Taş Devri) çanak çömlekli ve çanak çömleksiz olarak ayrılır. Çanak çömlek yeni bir teknolojidir, ancak dönemin esas belirleyicisi çanak çömleğin keşfi değil, o süreç içinde yaşam biçiminin değişmiş olmasıdır.
Geçmiş dönemleri hammadde ve teknolojiye göre sınıflandırmanın doğru bir yaklaşım olmadığı ve bunun yerini yaşamın temelini oluşturan beslenmedeki ve toplumsal düzendeki değişimlerin almasının gerekli olduğu da ileri sürülmüştür. Her ne kadar daha 19. yüzyılın sonlarından itibaren geçmiş dönemlerin sınıflandırılması ile ilgili olarak felsefe, sosyoloji gibi alanların da farklı kurgulamaları olmuşsa da, arkeolojik verilere dayalı olarak bu konuda ilk sorgulamalara Robert J. Braidwood 1945 yılında başlamıştır. Braidwood, 1946 yılında “Gezginci Avcılık (Eski Taş Devri), Uzman Avcılık ve Balıkçılık (Orta Taş Devri), İlk Çiftçi Köyler (Yeni Taş Devri), Gelişkin Köyler (Bakır-Taş Devri), Kentleşme (İlk Tunç Çağı), Devlet Oluşumu (Orta ve Son Tunç Çağı) ve İmparatorluklar (Demir Çağı)” olarak yeni bir kurguyu önermiştir. Farklı açılardan daha değişik sınıflandırmalar da yapılmış, örneğin Marksist arkeoloji geçmişi toplumun üretim ilişkilerine dayandırarak “İlkel-Komünal Toplum, Köleci Toplum, Feodal Toplum” gibi ayrımlar yapmıştır. Bu tür kurgular mantıksal açıdan daha doğru olmalarına karşın, günümüzde halen yaygın olarak hammadde-teknoloji temelli adlamalar kullanılmaktadır. Ancak artık bu adlamalar sözcüğün anlamının ötesinde, bir yaşam biçiminin tanımını da içini alacak şekilde sembolik bir hale gelmiştir. Örneğin bugün Yeni Taş Devri’nde (Neolitik Çağ), taşın yanı sıra kısmen madenin ve bakırın kullanıldığını bilmemize karşın, dönem adı olarak halen Neolitik kullanılmaktadır.
Kaynak: Mehmet Özdoğan, 50 Soruda Arkeoloji, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2011, s.32-35