Kişinin davranışlarının toplamına egemen olan belirli yönelişler vardır. Bu yönelişler kişide çok küçük yaşlarda belirmeye başlar ve yaşam boyu sabit kalır. Bu yönelişlerin toplamından ötürü kişinin çeşitli olgular, olaylar ve süreçler karşısındaki tutumu ve yönelişi kendine özgüdür ve o kişinin kimliğinin önemli bir parçasıdır. Kişilik özelliklerinin toplamına karakter de denir. Kişilik ya da karakter, kişinin kendini ve başka insanları, başka canlıları ve olayları algılama ve yorumlama yollarını, yani genel olarak “biliş”ini ve ayrıca duygusal tepkilerini, bu tepkilerin görülme aralığını, yoğunluğunu, bu tepkilerin değişkenliği ve uygunluğunu kapsar. Aynı zamanda onun dürtülerini kontrol yetisini, genel olarak güdülerini, kişilerarası ilişkilerini ve işlevselliğini tayin eden bir örüntü oluşturur. Bu sürekli örüntü esneklik göstermez ve hemen bütün kişisel ve toplumsal durumları kapsamaktadır. Gündelik kullanımdaki “kişilik sahibi kimse” ya da “karakter sahibi” gibi alegorik kullanımların gerçekle ilgisi, yalnızca o kimsenin kişilik örüntüsünün toplumun beklentilerine çok uygun ve beğenilecek türden olduğunu anlatmasıdır. Yoksa herkesin belirli bir karakteri, kişiliği vardır ve bu yaşamı boyunca safhalar göstermekle, gelişmekle birlikte, kolay kolay değişmez. Belirli değişiklikler ancak kişinin çok ağır bir dizi travmaya maruz kalmasıyla, o da nadiren olabilir. Bunlar ancak işkenceye maruz kalmak, ya da toplama kampında bulunmak gibi çok ağır travmalar olabilir ve bunlar sonucunda kişiliğinde değişiklik olmuş kimseler “sakatlanmış” sayılırlar.
Kişilik yapısının, örüntüsünün nasıl oluştuğu üzerine psikoloji biliminde birtakım kuramlar vardır. Bu konuda dinlerden belli başlı felsefe okullarına kadar birçok sav ileri sürülmüştür. Bizim kabul edebileceğimiz, modern psikoloji biliminin doğuşundan beri ortaya atılmış olan kuramlar başlangıçta etnik ya da ırksal grupların kişilik yapılarını oluşturduğu ve bu yüzden bütün Almanların belli karakter özelliklerini gösterdikleri ve bütün İngilizlerin de onlardan farklı olarak başka kişilikte oldukları şeklindeydi. Kişilikler konusunda bir süre yaygın olan bir düşünce de ünlü dört sıvının, kan, lenf, safra ve balgamın belirleyici olduğu savıydı. Kan egemenliğinde sayılanların sanguin, balgam egemenliğinde olanların flegmatik olduğu söylenirdi. Şimdi bile günlük konuşmalarımızda sıcak ya da soğukkanlı şeklinde kullandığımız ifadelerde bu ayrımların izleri sürülebilir. 19. yüzyıl ortasının ünlü psikoloğu Wilhelm Wundt’a kadar böyleydi. Daha sonra kimi morfolojik özellikler dikkati çekmeye başladı ve piknik tipti olanların şöyle, astenik tipte olanlarınsa böyle kişilikler olduğu ileri sürüldü. Bu morfolojik düşünceler günümüzde de etkindir ve kısmen doğruluk payları da vardır. Daha sonra ise dinamik psikolojinin kavram ve kuramları öne geçti. Freud’un kişilik üzerine olan düşünce ve buluşları ile Jung’un geliştirdiği kişilik kuramı geçerli hale geldi. Freud’la güdülerin önemi anlaşıldı. Jung ile de bunun da gerisinde toplumsal dürtülerin ve toplumsal etkilerin önemi belirginleşti. Daha sonra ise davranışçı psikolog ve fizyologların saptamaları önem kazandı. Şimdilerde daha çok eklektik yaklaşımlar geçerlidir. Baldwin’in rol kuramı önem kazanmıştır. Buna göre her insan, toplumu içinde çevresinin kendine verdiği ya da kendi seçtiği birtakım rolleri oynamaktadır. Ve onun kişiliği bu roller çevresinde oluşur. Öte yandan İngiliz psikologların savundukları McDougall’ın özellikler kuramı da önem taşımaktadır. Bu kurama göre kişinin doğuştan gelen ve sonradan edindiği özellikleri vardır ve bunlar birbirini etkileyerek ve bir tür inşa ederek kişiliği meydana getirmektedir.
Karakter ve kişilik sözcükleri insanlık tarihinin en eski çağlarından beri bilinmekte ve çeşitli bağlamlarda kullanılmaktadır. Kişilerin karakterleri kendilerine özgü olmakla birlikte, bu karakterlerde o kişiye özgü olarak öne çıkan kimi özellikler vardır. Bu egemen özellikler bakımından kişiler gruplanabilir. Ancak kişiliklerin böyle gruplanması çabaları kişilik ya da karakterin toplumsal ve sosyoekonomik önem kazanmasından sonra ortaya çıkmış ve insanlar böylece çeşitli kategorilerde toplanabilmiştir.
Belirli tipte karakterleri gördüğümüzde, bu kişide şu ya da bu kişilik özelliği olduğunu söyleriz. Belirli karakter özellikleri o kişide baskın ve başatsa, o kişinin şu kişilik örüntüsüne sahip olduğunu söyleyebiliriz. Eğer kişinin bu kişilik örüntüsü, içinde bulunduğu toplum ve kültürün genel beklentilerinden belirgin şekilde sapıyorsa ve bu sapma belirli zorluklara neden de oluyorsa, o kişide şu ya da bu kişilik bozukluğu olduğundan söz etmemiz gerekir. Kişilik özelliklerini ortaya çıkarmak için psikoloji biliminin saptadığı kişilik envanterleri, kişilik testleri vardır. Bu envanter ya da testlerde kişilik örüntüsü çeşitli yönlerden değerlendirilmekte ve belirli bir profile ulaşılmaktadır. Ama bu profiller belirli gruplar içinde kategorize edilmez, gruplandırılmaz. Sadece belirginleşen özellikler görünebilir ve böylece kişinin şu ya da bu kişilik yapısına sahip olduğu ileri sürülebilir. Denildiği gibi bu örüntü en geç ileri çocukluk döneminde ortaya çıkmaya başlar ve genç erişkinlik döneminden itibaren sabitleşir. Ondan sonra da büyük travmalar olmadıkça değişmez, değiştirilemez. Bunların bir bölümü kişilik bozukluklarıdır. Ancak kişilik bozukluklarında belirginleşen özellikler, farklı ama az ölçüde olmak üzere, tamamen sağlıklı bireylerde de bulunur. O zaman sadece şu ya da şu özellikleri olan bir kişilikten söz edilir; ama buna kişilik bozukluğu denmez.
Kaynak: Ali Nahit Babaoğlu, 50 Soruda Psikiyatri, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Kasım 2011, s.110-113