Aydınlanma insanın daha da insanlaşma yolunda attığı adımların en önemlilerinden biridir. İnsanın insanlaşma serüveni onun dünyada henüz bir yabancı gibi durduğu zamanlarda başlamıştır. Yaşamı kolaylaştırmak için taşı özenle yontan insan ya da rengeyikleri buzulların ermesiyle kuzeye doğru kaçarken tarımı yaratan insan bugünün insanına dönüşene kadar çok büyük değişimlerden geçmiştir. Çok büyük değişimler demek çok büyük acılar demekti. Katlanmak ve direnmek gelişimin yasasıdır. İnsan başarıları bütün bir insanlığın ortak ürünüdür. Aydınlanma da elbet kaynağını insanlığın önceki başarılarından alıyordu. Aydınlanmayı son derece karanlık bir dünyada birdenbire, yanmış bir ışık gibi görmek yanlışına düşmemeliyiz. Dünya tekbiçim olmayan bir gelişim düzeninde her zaman dönüşüme açık oldu. Dönüşümler dönüşümlerden doğdu ve insanlık daha mutlu olacağını sandığı bir geleceğe doğru yürüdü. Fransız Aydınlanması ışığını bütün bir dünyaya dalga dalga yayarken bütün bir dünyadan da elbet insan olmanın görünür görünmez değişik etkilerini almıştır.
Bu yeni zamanlar insanın zaten eşitlik ve özgürlük yolunda ilerlediği zamanlardı. Yeniçağ’ın insanı hakları konusunda daha öncenin insanından daha kıskançtır. Aydınlanma ve onun yaşama geçmeye yönelmiş biçimi olan Fransız Devrimi dünyadaki bu yeni gelişimi, yeni insanın duygu ve düşüncelerinin anlamını kalın çizgilerle belirlemiştir. Aydınlanma düşünürlerinin öngördüğü dünyanın bugün ne ölçüde kurulmuş ya da gerçekleşmiş olduğu sorusu da elbette bir çırpıda yanıtlanacak bir soru değildir. Yeni yaşam koşulları yeni insanın dileklerini yepyeni değerler düzeninde ortaya koyarken insanoğlu bir yandan da kendi içindeki o iyileşmez görünen karanlığı korumaya çalışıyordu. Bu yüzden Aydınlanma devinimi yeni aydınlanmaların yolunu aydınlatırken Fransız Devrimi bu yolları açmanın somut koşullarını ortaya koymaya ve gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak bugün dünyanın her yerinde o güzel öngörülerle hiç bağdaşmayan değişik yaşam koşulları varlığını sürdürüyorsa, “özgürlük” ve “eşitlik” gibi kavramların yaşamda henüz tam karşılıkları yoksa bu bizim bugün için yolun sonuna gelmemiş olduğumuzu gösterir.
İnsanlık tarihi insanın daha da insanlaşmak yolunda ortaya koyduğu sayısız direnişin ve eşsiz özverilerin tarihidir, bir yandan da birilerinin canla başla korumaya kalktığı büyük geriliklerin ve yetersizliklerin tarihidir. İnsanlık tarihi biraz da haksızlıkların tarihidir, sömürünün tarihidir, acımasızlıkların tarihidir. Ne olursa olsun insanlık daha iyi bir yere doğru ağır aksak da olsa ilerlerken her zaman Aydınlanma’yla gelen ışığın ve onun katkılarıyla yaratılmış olan daha güzel bir dünya için el ele verme tasarılarıyla belirgin Fransız Devrimi’nin büyük kalıtından her zaman yararlanacaktır. Ancak gene de dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir zamanda ortaya çıkmış bir insanlık ürününü gereğinden çok abartmanın getireceği yanılgılardan kaçınmak zorundayız. Aydınlanma’yı ve onun sürdürücüsü ve yaşama geçiricisi rolünü üstlenmiş olan Devrim’i çok abartırsak bizi geriye doğru çeken bir gücün etkisi altında bulabiliriz kendimizi. Bu yüzden gerçek aydın bakışı aydınlanmanın sürekliliğini gören insanın bakışı olacaktır.
Uzun yüzyıllardan geliyor ve uzun yüzyıllara doğru gidiyoruz. Başlıca çabamızın Kant’ın da belirttiği gibi insanı küçüklüklerinden kurtarmak olduğunu unutmamamız gerekir. Bunun için de herkesin öncelikle kendi küçüklüklerinden arınması bir zorunluluk değil mi? Kendi yazgısını başkalarının ellerine bırakıp çıkmak yerine onu kendi istemi çerçevesinde dönüştürmeye çalışan insanın zamanı olacaktır gelecek zamanlar. Bunun için hepimizin bilgi açısından ve ahlak açısından tam anlamında bir bilinç aydınlığına gereksinimimiz var. Derme çatma bilinçlerle insanın gelecekteki güzelliklerinin yaratılmasına katkıda bulunamayız. En azından Aydınlanmacılar kadar inançlı, onlar kadar dirençli, onlar kadar gözüpek aydın tipini yaratmamız gerekiyor. Yalnız burada değil, dünyanın her yerinde, kuş uçmaz kervan geçmez denilen yerlerde bile.
Kaynak: Afşar Timuçin ve Ali Timuçin, 50 Soruda Aydınlanma, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Mart 2010, s. 153-155