Ana Sayfa Bilim Gündemi Devlet ne kadar güçlü? Ya toplum?

Devlet ne kadar güçlü? Ya toplum?

387

Ender Helvacıoğlu

Devletler sanıldığı kadar güçlü müdür? Güçlü olmadıkları herkesin malumu olan ufak tefek devletlerden söz etmiyorum. Örneğin, muazzam mekanizmalara komuta eden ve sonsuz güç sahibi oldukları düşünülen Amerikan, Rus, Alman, İngiliz, İsrail, İran, Türk vb. devletleri düşünelim. Sanıldığı kadar güçlü ve yıkılmaz mıdırlar?

Bir açıdan bakıldığında çok güçlüdürler. Son teknoloji ürünü -nükleer silahlar dahil- silahları vardır, orduları vardır, milyonları örgütlemiş kolluk kuvvetleri vardır, mali olanakları vardır vs. Hangi örgüt (eğer başka bir güçlü devletin aparatı değilse) bu mekanizmayı alt edebilir?

Ama bu bakış açısı doğru değil, en azından eksik. Tarihe baktığımızda da bunu anlarız. Nice yıkılmaz denilen devletlerin çatır çatır devrildiklerini görürüz. Savaş sonucu başka devletler tarafından yıkılanları dikkate almayalım; onların bahaneleri var. Örneğin Batı Roma İmparatorluğu, Bizans, Selçuklu Devleti, Fransa Krallığı, Rus Çarlığı, Osmanlı İmparatorluğu, Çin İmparatorluğu… bunların hepsi esas olarak dış güçler tarafından yıkılmamışlardır, içten çökmüşlerdir. Tarihin gördüğü en güçlü devletlerden biri olan Sovyet Devleti de iskambil kâğıdından inşa edilmiş gibi yıkılmamış mıdır?

Bunun basit bir nedeni var: Her devlet gücünü halktan alır. Başka bir güç kaynağı yoktur. Halkı bir şekilde kendi çevresinde örgütleyebilmişse devlet vardır; halkı yitirdiyse o devletin sonu yakındır.

Biz sosyalistler, tarihimiz boyu devletten zulüm gördüğümüz için -enseyi karartmamak, daha doğrusu kuyruğu dik tutmak için pek ifade etmesek de- devletin gücünü abartırız. Devletin gücünün sınırlarını anlamak için Machiavelli okumak gerekir. Hükümdara (aslında halka) verdiği öğütlerle bilinen bu büyük Rönesans düşünürü, ünlü eseri Hükümdar’ın tamamında hükümdarın gücünü değil, aslında halkın gücünü vurgular. Hükümdara verdiği bütün öğütler, yaptığı bütün uyarılar, “aman ha!” tadındadır.

Devletin (aslında tüm uygarlık projesinin) handikabı şurada: Devletin gücünün kaynağı (yani halk) kendi öz-gücü değildir. Devletin doğasından kaynaklanan bir öz-gücü yoktur; gücünü korumak için sürekli ve sürekli halkı ikna etmek zorundadır. Ne kadar gerilimli ve sıkıntılı bir ilişki değil mi? Din, tanrı, felsefe, siyaset, bilim, teknoloji, hatta demokrasi… hepsi bu sıkıntıya çare bulmanın ürünleridir.

Devletin gücü kendisine ait olmayan el konulmuş bir güçtür ve pamuk ipliğine bağlıdır. Daha en başında (uygarlığın şafağında) dahi böyleydi. Topluluklar bir gün uyanıp hadi bir devletimiz olsun dememişlerdir; devlet onlara dayatılmıştır (en fazla kabul gören devlet kuramına göre dış güçler tarafından). Devletler güçlerini sürekli korumak ve yeniden tesis etmek zorundadır.

Kısacası, ne kadar güçlü sanılırsa sanılsın bir devletin gücü, halkı ikna potansiyeli ile sınırlıdır. Devletler halkı kazanarak ve harekete geçirerek kurulurlar; halkı kaybettikleri zaman ise yıkılırlar. Yani varlıklarının devamı ellerindeki mekanizmalara değil halka bağlıdır.

Peki, halk bu gücünün farkında mı? Emekçiler, sermaye denen şeyin, kendi yarattıkları değerin, kapitalistin elinde (el konularak) toplanmış hali olduğunun farkında oldukları kadar farkındadırlar. Yani halkın meselesi farkındalık, kendi gücünün farkına varmak.

Halkın kendi gücünün farkında olması, örgütlenmesi, harekete geçmesi, sadece toplumsal gelişme için önemli değildir; devleti de ancak bu güç kurtarabilir. Toplumlar devrim yaparak veya gençlik aşısı yaparak devletlerini de tazelerler. Fransız Krallığı, Rus Çarlığı, Osmanlı İmparatorluğu, Çin İmparatorluğu devrimlerle yıkılmış ve toplumlar bu yıkıntıdan yeni devletlerini çıkarmışlardır. Devrim gecikirse, kendine bir yol bulamazsa, devlet çöktüğü gibi toplum da çöker, dağılır ve tarihten silinir. En ünlü örneği Batı Roma’nın çöküşüdür; Bizans’ın (Doğu Roma’nın) sonu da benzer biçimde gelmiştir.

***

Mevcut Türkiye devleti güçlü müdür? Farklı iki açıdan bakarak yanıt arayalım. Birincisi direkt devletin açısından. Peşi sıra çıkan skandallardan da görüldüğü gibi içinde birbiriyle çatışan güç odaklarının, mafya gruplarının, tarikatların cirit attığı bir devlet (sadece iktidar değil, devlet) söz konusu. Maliyesi tamtakır. Toplumun bütün zenginliklerine ve birikimine el koyup yerli-yabancı büyük sermayeye aktaran halk düşmanı bir mekanizmaya dönüşmüş. Halkın hiçbir yakıcı sorununu çözemeyen, büyük afetlerde bile bir birliktelik yaratamayan, halktan kopmuş, azınlığa düşmüş bir iktidar tarafından yönetilmeye çalışılan bir devlet. Kısacası, Türkiye devleti çürümektedir ve çöküşün eşiğindedir.

Peki, Türkiye toplumu güçlü müdür? Çok ciddi biçimde güç kaybettiğini teslim etmeliyiz. Çünkü çürüme sadece devlette kalmaz; karşı bir müdahale yapılamadığı sürece topluma da yayılır.

Birkaç örnek verelim: Tarikatlar ve cemaatlerin yarattığı tehlike sadece devlet içinde yuvalanmaları değildir; toplumu da toplum olmaktan çıkaran, insanları yurttaş olmaktan çıkarıp kullar topluluğu haline çeviren bir rolleri vardır. Gençlerimiz ya ülkeden umudu kesip yurtdışına kapağı atmaya çalışmakta ya da -hayatlarını devam ettirebilmek için- suç örgütlerinin ve tarikatların ağına düşmektedir. Kürt sorununa şiddet ve baskı dışında bir çözüm bulunamaması (son örneği Kobani davası kararları) toplumsal bölünmeyi derinleştirmekte, “Türkiyeli” bir çözüm arayışını iyice zayıflatmaktadır. Üstüne üstlük Türkiye toplumuna, geçmişi, talepleri, duyguları tamamen farklı olan 10-12 milyonluk bir kitle kısa bir zaman aralığı içinde sığınmacı olarak katılmıştır. Daha pek çok toplumsal zaaf unsuru sayılabilir. Kısacası Türkiye toplumu da çürümekte, birçok biçimde kutuplaşmakta, dağılmakta ve toplum olma niteliğini yitirmektedir.

Asıl tehlike de budur. İktidar çürürse değiştirirsin. Devlet çürürse yıkar ve tazelersin. Ya bütün bunları yapacak güç olan toplum çürümeye ve dağılmaya başlarsa?

Mevcut iktidardan ve devletten bir umut kaldığını düşünmüyorum (Çünkü bu çürüme -ivmesi son 20 yılda iyice artsa da- sadece 20 yıllık değil, en az 60 yıllık bir çürüme). Her şeye rağmen tek umudumuz toplumumuzdur, halkımızdır. Çünkü toplumların kendilerini koruma, çürümeye tepki verme mekanizmaları ve bağışıklık sistemleri devletlere oranla çok daha köklü ve güçlüdür.

Gücümüzün farkına varalım. Bu farkındalığa önderlik etme iddiasında olanlar da tehlikenin boyutunun ve başarı çıtasının nerede olduğunun farkına varmalılar.

Önceki İçerikKalansız bölünebilme delisi
Sonraki İçerikElem ikizi