Ana Sayfa Dergi Sayıları 250. Sayı Katliamların sorumlusu kim?

Katliamların sorumlusu kim?

1318

Bolu Kartalkaya Grand Hotel yangınında yarısı çocuk 78 canımızı yitirdik. Sorumlular, denetlemesi gerekirken denetlemeyenler, eksiklikler belliyken olumlu rapor verenler, yangın olasılığına karşı hiçbir tedbir almayanlar net olarak ortada: En başta hükümet ve ilgili bakanlıklar. Buna rağmen onlarca insanımızın acısını umursamayıp sorumluluklarının üstünü örtmeye, kendilerini kurtarmaya, gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyorlar. Tıpkı, on binlerce insanın hayatını kaybettiği 6 Şubat 2023 Maraş depremlerinden sonra olduğu gibi. Maden katliamlarından, tren kazalarından, sellerden vb. sonra olduğu gibi.

Bu durumu sadece cehaletle, bilgisizlikle, liyakatsizlikle açıklayamayız. Çünkü bu konulardaki her türlü bilgi birikimine ayrıntılarıyla sahibiz. Depreme, sele, yangına karşı ne tür tedbirler alınması gerektiğini biliyoruz. Başta madenler olmak üzere işyerlerinde, işçi sağlığı ve çalışma güvenliği konusunda deneyimlere ve bilgilere sahibiz. Buna rağmen bu tür “katliamların” yaşanmasının tek bir nedeni var: İnsana, doğaya, yaşama hiçbir önem vermeyen, tek güdüsü azami kâr olan vahşi kapitalizm. Üstüne üstlük bu vahşi kapitalistler denetleme ve yönetme makamlarına da yerleşmişler. Tur düzenleme şirketi sahibi turizm bakanı, özel hastane sahibi sağlık bakanı, özel okul sahibi eğitim bakanı olmuş. Böyle bir düzen kurulmuş.

Bu noktada hepsinin üstünde yer alan bir temel güdü daha sırıtıyor: Ne olursa olsun iktidarlarını koruma güdüsü. İktidarlarını kaybettikleri an bütün bunların ve daha nice suçun hesabının sorulacağını biliyorlar. Katliamlardan sonra iktidar katlarında gördüğümüz, sorumlulukların ve gerçeklerin üstünü kapama tutumu, bir suç ortaklığı davranışıdır. Tıpkı 8 yaşındaki Narin’i katleden ailenin suskunluğu ve suç ortaklığı gibi. Narin’in ailesiyle aynı kafadan olanlar yönetmektedir bugün ülkemizi.

Bir de utanmadan her katliamdan sonra “kader, kısmet, kaza, fıtrat, sabır” sözcüklerini ağızlarından düşürmüyorlar. Sorumluluklarının, daha doğrusu sorumsuzluklarının üstüne din kılıfı geçirmeye çalışıyorlar. Din bunlar için sadece bir kılıf, bir maskedir. Kader, kısmet, kaza, fıtrat, sabır sadece halk içindir; yaşananların öngörülebilir ve önlenebilir katliamlar olduğu görülmesin diyedir. Kendi yaşam alanlarına dair her türlü seküler ve bilimsel tedbiri almışlardır. Yüzlerce araçlık koruma konvoylarıyla geziyorlar; Beştepe’de “demir kubbe” sistemi bile oluşturmuş olabilirler!

Farklı bir değerler sisteminin insanları bunlar. İslamcılık ve etnik milliyetçilik ile vahşi kapitalizm ne kadar da uyuşuyor. Cumhuriyete kin duyuyorlar. Yaşananların esas nedeni budur, bunların iktidarıdır. Dolayısıyla teşhir ve eleştiri dönemi çoktan bitmiştir.

Türkiye toplumu bir ümmet haline dönüştürülemez. 150 yıllık modernite birikimi teslim alınamaz. Türkiye halkının kolektif zihninden cumhuriyet bilinci ve modernite kazanımları silinemez. Böyle bir hedefe zor yoluyla ulaşma ısrarı, giderek büyüyen bir tepki doğuracaktır. Ne kadar ısrar edilirse tepki de o kadar büyüyecektir. Bu tepki şimdilik örgütsüz ve öncüsüz olabilir, ama ilelebet böyle devam etmeyecektir. Büyüyen toplumsal tepki -dönemin keskinliğine uygun- kendi öncüsünü ve örgütünü yaratacaktır. Böyle bir sürecin içindeyiz.

***

250. sayımıza ulaşmamızı ve 21. yıldönümümüzü kutlayacaktık, elinizdeki sayının içeriğinden söz edecektik bu köşede. Ama içimiz elvermedi.

Dostlukla kalın…