Ana Sayfa Bilim Gündemi Öğrenilmiş çaresizlik ve sokak hayvanları

Öğrenilmiş çaresizlik ve sokak hayvanları

1259

Dr. Hüseyin Karakuş

24 Kasım 2025 tarihinde İstanbul Valiliği sokak hayvanları ile ilgili bir genelge yayınladı. Valilik, “Haşere ve kemirgen popülasyonundaki artış”, “çevresel kirlilik”, “ekolojik dengenin bozulması” ve “halk sağlığı ve güvenliği” gerekçeleriyle sokak hayvanlarının beslenmesini yasakladı. Bu genelge, 2024 ve 2025 yıllarında TBMM’den geçen ve kamuoyunda “Katliam Yasası” olarak bilinen, sokak köpeklerinin “uyutulmasını” (ötanazi) içeren yasal düzenlemelerin bir uygulama ayağıdır. İlgili yasa, 30 gün içinde sahiplenilmeyen köpeklerin öldürülmesini öngörmekteydi.

Sosyoloji de dehumanizasyon (insandışılaştırma) diye bir terim vardır. Güçlerin, bir insan gurubunu “zararlı, tehlikeli” olarak etiketleyip, o gruba yönelik her türlü şiddeti meşrulaştırmasını hedefler. Tarih bu tür katliamlarla doludur. Genelge bu taktiğin hayvanlara yönelik versiyonudur. Bir canlıyı “zararlı” olarak etiketlemek, ona yönelik şiddeti ahlaki olarak meşrulaştırmanın ilk adımıdır. Ancak Türk toplumunda kedi ve köpek, “haşere kaynağı” değil, “mahalle sakini”, “can dostu” ve hatta “sokağın ve evin bir ferdi” olarak görülür. İktidarın resmi dili ile toplumun duygusal dili arasındaki bu derin uçurum, genelgenin meşruiyetini daha ilk günden sakatlamıştır.

Sivil toplum kuruluşları ve hukukçular, yasağın yasal temelinin zayıflığını vurguluyorlar. Türkiye Hayvanları Koruma Vakfı, Valilik genelgesinin bir “kanun” olmadığını, idari bir işlem olduğunu ve vatandaşın temel haklarını (merhamet etme, kendi mülkünde besleme yapma vb.) kısıtlayamayacağını belirttiler. “Sokak hayvanlarını beslemek suç veya kabahat değildir” tezi, hukukçular tarafından işlenerek, vatandaşlara kesilecek cezaların mahkemelerden döneceği garantisi veriliyor.

Toplumlarda “çaresizlik” nasıl öğreniliyorsa bir şekilde unutulur da. Çaresizlikten kurtuluşun ilk aşaması politize olmak, gerçeğin içinde yaşamaya başlamaktır. Genelge farkında olmadan tam da bunu yapıyor. Yıllardır siyasetten uzak duran, “apolitik” ev hanımları, emekliler, öğrenciler; ellerinde mama kaplarıyla sokağa indiğinde “gerçeğin içinde yaşamayı” seçerek politikleşir. Onlar için gerçek şudur: “Bu hayvan aç ve ben onu doyuracağım.” Yönetimin “Bu bir haşere kaynağıdır ve beslenmesi yasaktır” şeklindeki yalanına karşı, vatandaşın “Bu bir candır” şeklindeki gerçeği çatışır. Çatışan vatandaş değildir. İktidarın gücü ile gerçeğin kendisi çatışmaktadır. Ve gerçek er ya da geç kazanır. ABD’de içki yasağı, Hindistan’da tuz direnişi, İran’da çatı antenleri yasağı tarihte ilk akla gelenlerdir.

İktidarın gücü ile halkın vicdanı arasındaki çelişki; “öğrenilmiş çaresizlik” içinde debelenen, ekonomiden hukuka birçok alanda umudunu kesmiş kitlelerin, sokak hayvanları üzerinden kazanılabilir bir mevziine dönüşür. Bir kap mama ile yasağı delmek, küçük bir zaferdir. Bu küçük zaferler biriktiğinde, toplumda “yapabilirim” inancını güçlendirir. Dolayısıyla, sokak hayvanları mücadelesi, aslında Türkiye’nin demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin bir aşamasıdır.