Ana Sayfa Dergi Sayıları 157. Sayı Beynin ağıtı ve şiiri: Hayalet uzuv

Beynin ağıtı ve şiiri: Hayalet uzuv

765
0

 

Henüz elime geçmediği zamanlar bile bana bu kitabın çekici gelen bir tarafı vardı. Fakat bir türlü anımsayamıyordum bu çekiciliğin nedenini. Aradığım bilgi beni şaşırtmayacak şekilde İskender Savaşır’ın derslerinden alıyormuş kaynağını. Ben de dersten anımsadığım bilgiyle kitaba biraz uzak gibi görünen bir noktadan başlayıp kitabın içine doğru yol izleyeceğim. Hayalet uzuv deyince fiziksel olarak var olmayan bir organın, kendini çeşitli sinyallerle var etmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Elbette kitabın içindeki birçok vaka da benzer sebepten senelerce şikâyet ederek yaşamlarını sürdürüyor. Ama söylediğim gibi ilk önce kitaba uzak gibi görünen bir noktadan başlamak istiyorum.

Hayalet uzuv konusunun şiirsel bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Hayalet uzuv kişinin çeşitli sebeplerden bir parçasının kaybıyla başlayan süreçtir. Hayalet uzvu bu şekilde tanımladığımızı unutmadan İskender Savaşır’ın dersindeki cezbedici cümlesini direkt olarak aktarayım; “Geri dönen şey, kaybedilen şey değildir.”

Dersten hatırladığım bu cümlenin öncesinde hoca şöyle diyordu:“Daha gerçekçi bir ilişki kurarsanız; hayalin gerçek olmadığının farkına varmakla, hayalin bir gerçeklik kaybı üzerine inşa edilmiş olduğu düşüncesi size büyük bir varlık alanı açar. Ama o varlık alanı sizin için var olan bir varlığın kaybedilmesiyle açılmıştır. O yüzden sembol kullanmanın kendisi üzüntünün üzerine inşa edilmiştir. Semboller sembolize ettikleri asıl şeyi çağırdıklarını ama onların olmadıklarını söylerler. Buradan hareketle hayalet uzvun bir kayıpla başa çıkma mekanizması olduğunu söyleyebiliriz. Hatta Robert D. Romanyshyn bir makalesinde(1) başa çıkma mekanizmalarından olan bastırma (repression)’nın hayali bir tarihe benzediğini söyler. Aynı zamanda bu hayali tarih imkânsız bir geleceğe doğru devam etme kararıdır, der psikanalist yazar. Yani hayalet uzuv yaşanan her ne ise ona karşı verilmiş bir tepki, bir başa çıkma mekanizmasıdır. Bu mekanizma neredeyse “vücut bulmuş” şekliyle kişinin olmayan uzvunda barınır. Ve tanımlamanın bu biçimi, hayalet uzva şiirsellik katan düşünceyi de içinde barındırıyor. Beyin, yok oluşu ile çeşitli sinyaller oluşturan bu parçaya şiir yazıyor, ağıt yakıyor diyebilir miyiz? Yani hayal gücü, muhayyile dediğimiz şey kayıpla başa çıkma mekanizması olarak beynin bu anormal işlevi zemininde okunabilir mi? Dahası, bu bir yas süreci mi?

Şu ana kadar kitaba uzak görünen bir yolda ilerlediğimi söylesem dahi kitaptaki vakalarda karşılaşılan problemler arasında kişilerde kaybın inkârı şeklinde görülebilecek davranış örneklerinin de sunulduğunu eklemek faydalı olacak. Robert D. Romanyshyn’nin “imkânsız geleceğe doğru devam etme kararı” sözü de hastaların olmayan uzuvlarıyla halen varmışçasına yaşamalarıyla paralel görünüyor.

Ramachandran 2007’nin Mart ayında California’daki TED konuşmasına şöyle başlıyor;

“Önümüzde pelte gibi bir kütle var yaklaşık 1,5 kg’lık. İki elle avuca sığabilecek bir pelte. O pelte yıldızlar arası mesafeyi düşünebilir, sonsuzluğun anlamını düşünebilir ve kendisinin sonsuzluğun anlamını nasıl düşündüğünü düşünebilir. Ben, özfarkındalık dediğim bu tuhaf yinelenen özelliğin nörolojinin “kutsal kasesi” olduğunu düşünüyorum. Ve bir gün bu farkındalığın nasıl oluştuğunu anlayacağımızı umuyorum.  Peki bu gizemli organı nasıl araştırırsınız?”

Kitabın tam da içinden bu soruya cevap bulabiliyoruz. Ramachandran ve Blakeslee filozofların çeşitli sorular üzerinde düşündüğünden ama bu konuların araştırılmasının yalnızca deneyler yoluyla çözülebileceğinin artık açıklığa kavuştuğundan bahsediyor. Yani şu ana kadar sorulan sorulara öncelikle kişilerin anne ve babalarına atıfta bulunularak değil, deneysel yoldan beynin çalışmasına dair bilgi edinerek cevap aranmalıdır diyor bu iki yazar. Fakat deneysel yolların başarısını gördüğümüz vakalarda Freudyen teori de unutulmayarak sürekli sınanıyor ve eksikleri ifade ediliyor.

Kitabın başlangıcı neredeyse beyne giriş dersi niteliğinde, ama ardından gelen sayfalar şaşırtıcı vakalar üzerinden şu ana kadar doğru bilinen bilgileri sarsacak kıvamda ilerliyor. Örneğin dogmaların tam tersini söyleyen bilgi, beyin haritalarının değişebileceğini söylüyor. Bunun tersi, kabul olan görüş ise erişkin beyninde bağlantıların sabitlendiğini söylüyor. Penfield haritası diye anılan, aynı zamanda homonkulus da diyebileceğiniz haritaların ders kitaplarının aksi bir bilgi temelinde değişime uğrayabilmesi “Tom Vakası” üzerinden ifade buluyor.

Ramachandran aynı zamanda gülme konusuna da kendi teorileri ile katkı sağlıyor. Gülmeyi evrimsel bir temelde okuyan Ramachandran’a göre gülen birey ortada endişelenecek bir şey olmadığını çevresine bildirir ve diğerlerine kaynaklarını boşuna harcamamaları gerektiği mesajını gönderir. California’da yaşamış bu bilim insanın gözünden bu teori bizlere fazlaca Amerikan televizyon şakalarını akla getiriyor olabilir ama ağrı asembolisi denen ilginç nörolojik bozukluk ile bu gülme çeşidinin sinir bilimsel yapısına açıklık getiriyor.

Son olarak; bu kitap nöroloji hastalarıyla çalışma deneyimlerinden oluşturulmuş ve popüler bilim kitaplarına yaklaşan çizgisinin yanında bizlere yepyeni bilgileri akılda kalıcı vakalar üzerinden sunarak önceki bilgilerin sağlamlığını sarsan açıklamalarda bulunuyor. Sinir bilimin Sherlock Holmes’u diye anılan Ramachandran, üzerinde çalıştığı vakaları onlarla kurduğu diyaloglar eşliğinde bize sunuyor.

– Beyindeki Hayaletler, Sandra Blakeslee, V. S. Ramachandran, 1998, İng. Çev. Levent Öztürk, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2016, 326 s.

Dipnotlar:

(1)Romanyshyn, R. D. (1977). PHENOMENOLOGY AND PSYCHOANALYSIS: CONTRIBUTIONS OF MERLEU-PONTY. Psychoanalytic Review64(2), 211.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz