Sondan başlayalım; tastamam 25 yıl süren bir yolculuk bitti. Aralık 1991’de ilk sayısı yayımlanan aylık kültür sanat edebiyat dergisi Evrensel Kültür’ün 299. sayısı Ayrıntı Dergi’nin dayanışması ile çıktı. Bir son mu; nokta mı koyuldu, virgül mü? Aydın Çubukçu, Evrensel Kültür’ü kapatan KHK’nın birinci haftasında Evrensel gazetesine “Evrensel Kültür’e veda” başlığıyla yazdığı yazıyı Mevlana’nın “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”ı ile bitirdiğine göre; ne nokta, ne virgül… Bir başlangıç.
Şimdi başa dönelim; 1991 Aralık’ına. Evrensel Kültür, kapatıldığında söylediğini, yolun başında da söylüyordu: On binlerce yıllık insanlık tarihinin biriktirdiği büyük kültür hazinesinin sürdürücüsüyüz! Bu kültürü bugün temsil eden sınıfa aidiyetini net biçimde ifade etmek, o sınıfın kültürünün üstünde yükseldiği mirasın sözcüsü olmak.
Prometheus imgesi ile özdeşlik kurmamız boşuna değil. Tanrılardan çalınan ateşin ışığı, ısısı ve elbette ilerletici rolü. Sadece sanatın ve edebiyatın değil, bütün bir insanlık kültürünün, felsefenin, matematiğin, arkeolojinin, doğa bilimlerinin de sesi olan bir kültür dergisi. Kültür dergiciliği formlarına bu açıdan bakıldığında; Evrensel Kültür’ün açtığı yol da daha bir berraklaşıyor. Bu yazının konusu değil elbette, ama daha da tartışmalı.
Başlangıç
1991 büyük dönüşümlerin, daha doğrusu “büyük geri sıçramalar”ın yılıydı. Bu satırların yazarının lise öğrencisi olduğu ve dünyayı anlamaya çalıştığı yıllar. Bugün yaşadığımız cenderenin kaynağını merak edenlere “milat” olarak gösterilebilecek karanlık dönüm noktalarından biri… Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağıldığı süreçte “dağılan, çöken, çürüyen”, kısaca “eskimiş” olana ait olsaydı daha ilk sayıda bitmişti Evrensel Kültür. Değildi. Yeni olana dairdi anlatılan bütün hikâye. Bizim hikâyemiz.
Can Yücel, Yaşar Kemal, Asım Bezirci, Sennur Sezer, Kemal Özer, Şükran Kurdakul, Zihni Anadol, Güngör Gençay bugün aramızda değil. Evrensel Kültür’ün ilk sayılarından itibaren ışığın etrafında kümeleşen kelebekler gibi bir araya gelen, toparlanan ve yeniden inşa eden bitmez enerjileri hatırlarda. Onlarla birlikte yetişen, gelişen genç kalemler… Evrensel Kültür, her ay, her yıl, her dönem kendini yenileyen bir organizma gibiydi. Serpil Güvenç’in sol haber portalına yazdığı yazıya attığı başlıkta özetlediği “‘Kapatılmadıkça kapanmayan’ bir kültür, sanat, edebiyat dergisi” olma özelliğinin kaynağıydı bu özellik.
Çıkarken ortaya koyduğu yayın ilkeleriyle, “bir sosyalizm kültürü dergisi” olduğunu açıkça ilan ediyordu. Sosyalist kültürün olanaklarını geliştirmeyi önündeki en önemli görev olarak tanımlıyordu. Bu ülkelerden birkaçını sıralamak gerekirse, “Tarih boyunca, daha ileri bir dünya yaratma özlemiyle başkaldıran sınıflar tarafından yaratılan sanat ve edebiyatı tanıtır. Özel olarak Anadolu’nun binlerce yıllık birikimini, Anadolu tarihinin isyancı geleneklerini, halk kültürünün materyalist, halkçı, emekten yana özelliklerini araştırır, yayınlar” gibi, “Maddeci düşüncenin tarih boyunca geçirdiği gelişmeleri, din ve metafizik karşıtı felsefe, sanat ve edebiyat eserlerini tanıtır. Bilimin, sanatın ve felsefenin ilerlemesine katkıda bulunmuş biliminsanlarını, düşünürleri ve sanatçıları ve eserlerini tanıtır. Bu konularda monografik, biyografik araştırmalar yapar, yapılmasını destekler.”
Ve elbette; “Siyasal iktidarların kültür alanındaki saldırılarına karşı mücadele eder. Aydınlar arasında muhalefet unsurlarının birleştirilmesine ve onların ortak sesi olmaya çalışır” da vardı bu ilkeler arasında.
Evrensel Kültür, sadece Sovyetler Birliği’nin yerle yeksan olduğu karamsarlık ikliminde yeşermedi, Türkiye’de işçi eylemleri ile büyüyerek gelen bir işçi direnişi dalgasının da üstüne geldi. 12 Eylül karanlığını yırtan, korkuyu yenen toplumsal hareketlerin içine de doğdu. “Umutlu şeyler söyleme” gücünü sadece insanlık tarihinin eşsiz birikiminden değil, bu hareketin bizatihi içinde olmasından da alıyordu. Söyledi de.
Çeyrek asır bir dergiyi okumak
“20 yıl aynı derginin okuru olabilmek ne büyük mutluluk… 20 yılda 240 sayı, her sayı 10 şiir okumuş olsak mesela… 2 bin 400 şiiri okumuş olmanın saadeti…” diye yazmışım 5 yıl önce. Bugün “Evrensel Kültür kapatılır mı?” diye şaşkın, üzgün ve öfkeli soruların ardında bu cümlenin anlattığı hissiyat var. Yanlış anlaşılmasın, vurgu burada yıla, uzun yaşamaya falan değil. Bir dergiyle birlikte büyümeye… 1 yıl da olsa, 10 yıl da olsa, 100 yıl da olsa değişmez bu his. Bilim ve Gelecek için de, okurları için de öyle değil mi? Şüphesiz öyle.
Evrensel Kültür’ün 1990’lar boyunca ve sonrasında yetişen kuşaklarla birlikte büyüdüğü doğrudur. 90’larda yüreğini sanat, edebiyata, sosyalizme açmış gençler arasında yolu Evrensel Kültür ile kesişmeyen olmuş mudur acaba? Soru aslında bu kadar basit. Bu asla bir “burnu büyüklük” cümlesi değil. Aksine birlikte olmanın, yan yana olmanın özeti.
2000’lerde yaşanan değişimleri birlikte anlama çabasına giriştiğimiz de doğrudur. Ülkenin ve dünyanın içine düştüğü açmazları, on binlerce yıllık birikimle ve hep birlikte açıklamaya çalıştığımız 25 yıl geçirdik.
Kim kazandı?
“Bilme”nin durağan bir hal değil, bizatihi “hareket” halinde olma anlamına geldiği de doğrudur. “Oysa aslolan değiştirmektir”in dergi formunda ete kemiğe bürünme çabası olarak da özetlenebilir bu.
Zamane kavramlarından “kazan kazan” ile bakınca, “Ne kazandınız?” diye sorulabilir. Yanlış soruya doğru yanıt nasıl verilir ki! Geçen 25 yıla baktığımızda insan aklının, ufkunun kazanmaktan çok kaybetmeye yakın olduğu çok açık. Sayfalarca “sanatın nasıl piyasalaştığı” da anlatılır; “postmodernizmin nasıl adım adım hâkim olduğu” da… En kıymetli yazarlarımızın, şairlerimizin “mülkiyet”inin nasıl birer birer sermayenin eline geçtiğini tartışsak günler sürer. Doğrudur; aklın aydınlığı, bilimin ışığı epeydir daha zayıf bu topraklarda…
“İyi yenildik” edebiyatına sarılmaya hacet yok. Biz yenilmedik! Kapitalizmin “ortaçağın en karanlık güçlerini yardıma çağırdığı” anlarda da, “bu karanlık güçleri kontrol edemez hale geldiğinde” de, “Elveda proletarya denildiğinde” de orada başka bir ses hep çıktı. Bugün de çıkıyor. Yarın da çıkacak. Belki onlar kazanmış gibi görünebilir, ama biz kaybetmedik.
Elbette bu bir veda yazısı. Okur mazur görsün. Evrensel Kültür, burada dövüşen bir sınıfın, inat eden bir aydınlığın küçük bir parçası. Övgü varsa bütüne.
Elbette, hiç yalnız yürümedi Evrensel Kültür. Özgünlüğünü, biricikliğini o bütünün parçası olmakta buldu zaten. Hem hareket halindeki bir sınıfın sesi olmakta; hem pek çok benzeri ile birlikte yol almakta buldu. Bir Kanun Hükmünde Kararname ile matbaa yolunda kaldığı anda, “Tamam hiç mesele değil, biz basarız” diye öne çıkanların birden fazla oluşu bu yüzden. Kapatma kararına duyduğu öfke ile arayanların tümünün “E, şimdi ne yapacaksınız?” değil de, “E, şimdi ne yapıyoruz?” diye sorması da…
Kapağa yansıyanlar
İlk 10 yıl sanat tarihinden süzülüp gelen resimler süsledi Evrensel Kültür’ün kapağını… İlk sayısında yumruğu sıkılı işçinin gözlerindeki bakış hatırımızda. Sonraki 10 yıl beyaz zemin üzerinde nesneler, tasarımlar, simgeler… Her ay farklı bir sanat eseriyle gülümsedi. Bir süredir daha esnekti, ama yine bir sanat eseri süslüyordu kapağı. Kimi zaman bir Bruegel resmi, kimi zaman parçalanmış bir nar fotoğrafı… Son kapağında Tolstoy vardı. Rus edebiyatının koca çınarı. Fotoğraf sanatının tarihindeki bilinen ilk renkli portre fotoğrafı ile Tolstoy. Kapatma kararı karşısında “Tolstoy’u susturabilir misiniz?” diye soruşu bundandı.
“Ekimden Önce” dosyası vardı son sayıda. Ekim Devrimi’nin öncesinde, devrimin yeşerdiği topraklardaki kültürel sanatsal birikimi sorgulayan bir dosya. Evrensel Kültür olarak basılamayan Kasım sayısında ise “Ekimden Sonra”yı inceliyorduk. İnsanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından biriydi referans aldığımız nokta.
Tesadüf odur ki; Kasım 2016 bir başka bir “önce-sonra” döngüsünü hatırlatacak bize artık. Evrensel Kültür, yerini “bir benzer”ine bırakmayacak. Dil alışkanlığıyla “yerine” denecek belki. Bir derginin “veda”sı ile bir başka derginin “merhaba”sı birbirine karışacak.
25 yıl sonra bu dönüşümü nasıl anlatacağımızı, nasıl hatırlayacağımızı elbette şu an bilmiyoruz. Gönülden geçen ve çabamız odur ki; tıpkı 1991 Aralık’ında olduğu gibi, umutlu ve mutlu bir hamle olarak yükselen karanlığın içinde çaktığımız işaret fişeği olsun. Işığı gören, ışığa yürümek isteyen yolunu bulur nasılsa.
Edip Cansever’in “Umuş” şiirinin son üç dizesi bu ay çıkan yeni bir derginin kapağındaydı. O şiirin başlangıcı ile bitirelim: “Bütün iyi kitapların sonunda / Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda / Meltemi senden esen / Soluğu sende olan / Yeni bir başlangıç vardır”
Yine ve yeniden. Biz buradayız.