Ana Sayfa Dergi Sayıları 136. Sayı Hubble Teleskopu’nun uzaya gönderilişinin 25. yılında Dünya ve Türkiye’nin umut vaat eden...

Hubble Teleskopu’nun uzaya gönderilişinin 25. yılında Dünya ve Türkiye’nin umut vaat eden teleskoplarına kısa bir bakış

1192
0

Hubble Uzay Teleskopu, astrofizik alanında ilkleri yapan araç oldu ve kozmos hakkındaki bilgilerimizi arttırdı. Artık uzayın içinden bize bilgi getiren bir gözümüz vardı… Hubble sayesinde Dünya’nın kısıtlı olduğu ufacık bir perspektifte bile binlerce gökada, milyarlarca yıldız olduğunu keşfettik. Peki, bu yıldızların gezegenleri var mıydı? Başka yıldızların gezegenleri nasıldı? Ne yazık ki bizlerin ufkunu açan Hubble Uzay Teleskopu, bu soruları yanıtlamakta yetersiz kaldı…

24 Nisan 1990, devrimci bir gündü; çünkü insanlık, gezegenin tüm etkisinden kurtularak Dünya yörüngesine ilk defa bir teleskop oturtacaktı. Geri sayım başladı. Discovery Uzay Mekiği öğlen saatlerinde mavi gezegenden, sırtındaki devasa gözlemevi ile ayrıldı. Böyle bir şey daha önce hiç denenmemişti.

Bu tarihe kadar insanların gökyüzüne bakan gözleri olan teleskoplar ve onların içinde bulunduğu gözlemevleri, Dünya yüzeyine, nemin az olduğu dağ tepelerine, çorak ve ıssız bölgelere inşa edilmekteydi. Çünkü insanların yarattığı şehir ışıkları kirliliğinin yanı sıra, astrofizik gözlemleri için ortada temel bir sorun vardı. Dünya’nın atmosferi, derin uzaydaki pek çok nesnenin görüntüsünü soğurmakta, havadaki su buharı da ışığı bükmekteydi. Bükülen ışık, görüntüleri olması gereken renkte ve netlikte almamızı engeller. Bu duruma günlük hayatımızda da rastlarız. Gece gökyüzüne baktığımızda, yıldızların ışıklarının net olmadığını, titrediğini görürürüz. Havadaki su buharından ve atmosferden kaynaklanan bu olaya “yıldızların göz kırpması” da denir.

Hubble Uzay Teleskopu’nun montajından sorumlu uzay mekiği görevi olan STS-32 astronotlarının uzaydaki ikinci günü. Folk müzisyeni Raffi’den “Rise and Shine” şarkısı ile günlerine merhaba diyen astronotlar için teleskopu uzayda kurma zamanı…
Görev sürecinde bir bir astronotlar tarafından monte edilen teleskopta, Avrupa Uzay Ajansı ESA ve Amerikan Havacılık Dairesi NASA’nın ortak emeğiyle üretilen 2,5 metre çaplı bir ayna bulunmaktaydı. Aynaların gördüğü en minik zarar teleskopun hassaslığına etki edebilir, bu da tüm görevi altüst edebilirdi.

Hubble Uzay Teleskopu’ndan gelen bir görüntü.

Bin bir titizlikle günler süren çalışmanın sonunda nihayet teleskoptan görüntü elde edilecekti. NASA’nın Kennedy Uzay Merkezi’nde nefesler tutuldu. Andromeda gökadasına çevrilmiş halde duran teleskoptan ilk görüntüyü alması istendi. Günümüze göre oldukça yavaş bir hızda gelen ilk fotoğraf, oldukça büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı, zira aynalarda bir odak hatası vardı. Avrupa’dan ve ABD’den fizikçilerin bir araya gelip yaptıkları ince hesaplar sonucunda, işe yarar bir sonuç üretilebildi. Ayna üzerinde yapılacak bir ince ayar ve kamera sisteminin değiştirilmesi sayesinde, teleskopu dünyaya geri getirip yeniden tamir etmeye gerek kalmayacaktı ki, böyle bir durumun mümkün olup olmayacağı da şüpheliydi.

Yaşanan ilk kötü tecrübeden ve bu sorunun çözümünün ardından Hubble Uzay Teleskopu, astrofizik alanında ilkleri yapan araç oldu ve bizlerin kozmos hakkındaki bilgilerini arttırdı. Artık uzayın içinden bize bilgi getiren bir gözümüz vardı… Hubble sayesinde Dünya’nın kısıtlı olduğu ufacık bir perspektifte bile binlerce gökada, milyarlarca yıldız olduğunu keşfettik. Peki, bu yıldızların gezegenleri var mıydı? Başka yıldızların gezegenleri nasıldı? Bizimkilere benziyorlar mıydı? Ne yazık ki bizlerin ufkunu açan Hubble Uzay Teleskopu, bu soruları yanıtlamakta yetersiz kalıyordu.

Hubble’a elveda, James Webb’e merhaba!

Bu noktada öte gezegen adı verilen bu cisimleri keşfetmek, anlamak amacıyla bir teleskop daha gönderilmesine karar verildi. Kepler Uzay Teleskopu’nun hikâyesi de burada başladı. Fizikçiler artık tecrübeliydi, Hubble’daki hatanın sebepleri biliniyor ve bir daha yaşanmaması için itinayla çalışılıyordu.

Bu tür uzay teleskopları iki ana ayna ile çalışır. Bir büyük çukur ayna, ışığı diğer küçük aynaya toplar, bu ufak aynaya toplanmış ışık da merceğe girerek kaydedilir ve Dünya’ya gönderilir. Ayna ne kadar genişse ve mercek ne kadar büyükse, o kadar yakın ve parlak bir görüntü elde edilir.

Kepler Uzay Teleskopu, bu açılardan Hubble’dan üstün bir teleskop değil, ancak konumu bakımından çok daha işe yarar olacaktı. Kepler Uzay Gözlemevi, Dünya yörüngesine değil, daha uzak bir bölgeye, Güneş yörüngesine oturtulacaktı. Görevine 2009’da başlayan Kepler, 2014 yılına kadar 200’den fazla Dünya benzeri; yani üzerinde sudan okyanusları, bulutları bulunan; toprağında yürüyebileceğimiz gezegenler keşfetti. Bununla birlikte normalde Dünya’daki perspektifimizle göremeyeceğimiz yeni gökcisimlerini de bizlere gösterdi. Modern medeniyette, eski medeniyetin Macellan gibi kâşifleri yoktu artık. Modern medeniyetin kâşifleri Dünya üzerinden açılan insansız kâşifler olmuştu. İnsan, kendi görme yeteneğinden yüzlerce kat üstün olarak yarattığı bu robotları kendi isteği doğrultusunda kullanmaktaydı.

Günümüzde bu iki optik teleskopla birlikte, Dünya yüzeyinde Hawaii ve Şili’de, uzayda sahip olduğumuz bu teleskopların onlarca kat daha büyükleri bulunmakta. 2020 yılında çapı bir basketbol sayası büyüklüğünde olacak ve Avrupa ülkelerinin Şili ile ortak çalışması ile Ant Dağları’na inşa edilecek olan Extremely Large Telescope ile yeryüzünden alabileceğimiz en iyi verilerin sınırlarına ulaşılacağı düşünülmekte. Peki, bundan sonraki adım ne olacak?

Hubble 25. yılına ulaştı ve Dünya’da inşa edilen devasa teleskoplara yetişemeyecek bir duruma gelmeye başladı. Yeni bir projeye adım atmak gerekiyordu ve düğmeye NASA bastı. NASA’ya yardım eden Avrupa Uzay Ajansı ESA ve Kanada Uzay Ajansı CSA, uzaya şimdiye kadar gönderilmiş en büyük ayna çapına sahip olan bir teleskopu, Dünya’dan çok uzaklara, Güneş yörüngesine oturtmayı planlamaktalar. O kadar büyük bir teleskopu roket ile tek parça çıkarmak mümkün olmayacağı için aynalar parça parça hazırlanmakta. Toplamda 6,5 metre uzunluğunda ve 20 tane platin ayna kullanılarak yapılacak olan teleskop, ismini Ay üzerine yapılan ilk sefer olan Apollo Programı’nın Yürütücü Koordinatörü James Webb’den alıyor.

James Webb Uzay Gözlemevi’nin aynaları şu anda Dünya’nın pek çok yerinde inşa halinde. Projenin bitip gözlemevinin uzaya gönderilme tarihi ise 2018 olarak planlanmış durumda. O vakte kadar birincil ve ikincil aynalar plaka plaka inşa edilecek. Sensörler ve lazerler yapılarak uzay rotası planlanacak. ESA’nın roketi Ariana 5 ise, bu gezegenler arası yolculukta James Webb Uzay Teleskopu’na eşlik edecek. 2019 yılı ortalarında ilk görüntünün alınması tahmin ediliyor. Bu büyüklükte bir teleskoptan alınacak görüntünün insan hayal gücünü zorlayacağı aşikâr.

Türkiye’deki gözlemevleri

Türkiye’nin ilk gözlemevleri, üniversiteler bünyesinde çalışmalarını yürütüyor. Akademik rasathanelerden önce, durgun suyun yakınlaştırma kuvvetinden yaralanan Selçuklu medreseleri (Selçuklu medreselerinde, şu anda abdest alma yeri olarak kullanılan pek çok geniş kuyu aslında bir gözlemevidir) ve Takiyuddin tarafından kurulan, sonradan İstanbul’da gerçekleşen büyük bir deprem sonrasında halk tarafından top atışlarıyla yıkılan bir rasathane bulunmaktadır. Ancak akademik anlamda çalışma yapması amacıyla kurdurulan ilk rasathane, 1868 yılında inşa edilen Kandilli Rasathanesi’dir. Günümüzde aynı zamanda bir deprem araştırma enstitüsü olarak da kullanılan rasathane, Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde çalışmaktadır. Osmanlı’nın son dönemlerinde aktif akademik çalışmalar yürütülen bu rasathanenin ardından, İstanbul Üniversitesi bünyesinde 1933 yılında bir rasathane daha inşa edilmiştir. Günümüzde İstanbul’daki büyük ışık kirliliği etkilerine rağmen gözlemevi, İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri’ne bağlı olarak hâlâ çalışmalarını sürdürmektedir. İstanbul Üniversitesi’ni, 1960’larda yaşanan bilimsel akımdan etkilenen Ankara Üniversitesi ve Ege Üniversitesi izlemiştir.

Antalya Saklıkent’deki TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi.

Ancak bu naif adımlar yeterli değildir. Dünya ile ortak çalışma yürütebilmek için Dünya’nın atmosfer etkilerinin çok aza indirilebileceği yüksek bir bölgede gözlemevi inşa edilmelidir. Bu fikre dayanarak 1991 yılında ODTÜ Gözlemevi inşa edilmiştir. Teleskop 80 cm çapı ile Türkiye’deki en büyük teleskop olmuştur. Sonrasında da TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi Antalya Saklıkent’te inşa edilir. Proje için Rusya ile işbirliği yapılmış ve 1,5 metrelik bir çap ile Dünya ortalamasını yakalayan bir gözlemevi yaratılmıştır. ODTÜ’deki gözlemevi “akademik çalışmalar yapılmıyor” gibi komik gerekçeler ile ölümüne terk edilirken, TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi (TUG), günümüzde aktif olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

Türkiye’de şu anda üzerinde durulan en güncel proje, pek çok üniversitenin ortak desteği ile sürdürülen Doğu Anadolu Gözlemevi (DAG) Projesi’dir. Gözlemevi, Erzurum’un Karakaya Tepeleri üzerine inşa edilecek ve 4 metre çapı ile Avrupa’nın en büyük teleskopu olacak. Belçika ve İsviçre’den de destekçi akademisyenler ile birlikte yürütülen projenin tahmini bitiş tarihi 2020 olarak öngörülüyor. DAG, yalnızca görülebilen dalga boyundan değil, aynı zamanda kızılötesi dalga boyunda ışıma yapan cisimlerden de veri alabilecek.
İnsanlık, ufkunu genişletmeye devam etmekte. Bunun sonucu olarak keşfetmeye olan aşk da, temel doğamız olan meraktan dolayı artıyor. Gerekli özgürlüklerin ve maddi desteğin verildiği her ortamda bilim gelişmeye devam edecek. Yapılan her astrofiziksel ve kozmolojik araştırmada, insan hayatının tüm evrene kıyasla ne kadar önemsiz olduğu anlaşılıyor. Evrensel bir bakış açısından baktığımızda bir toz zerresinden bile küçük kalan bizler, kısa vadede kâr elde etme ile uzun vadede, eşitlik ve özgürlük üstüne kurulu ileri bir medeniyete ulaşma konusunda bir seçim yapmak durumundayız.

Kaynaklar

1) http://jwst.nasa.gov/about.html
2) http://www.nasa.gov/mission_pages/hubble/story/index.html
3) http://www.tug.tubitak.gov.tr/gozlemevleri.php
4) Doğu Anadolu Gözlemevi Resmi Sitesi: http://dag-tr.org/