Ana Sayfa Dergi Sayıları 136. Sayı Türkiye’nin CERN üyeliği ve düşündürdükleri

Türkiye’nin CERN üyeliği ve düşündürdükleri

1620
0

Türkiye’de bilimsel merak çok zayıf. Her şey dine endeksli. Bu, ülkenin bilim ve eğitim politikaları ile yakından ilgili. İlkokul düzeyinde bilimi sevdiren, önemini kavratan bir eğitim olmadığı için, daha üst seviyedekinin önemini anlatmakta elbette zorlanıyoruz. Temel bir bilim altyapısı olmayınca da zaten bilimsel açıdan bunu insanlara anlatmak zor. O yüzden CERN’e üyelik mucizevi olarak hiçbir şeyi çözmeyecek. Esas olarak ilkokuldan itibaren temel eğitimi değiştirmemiz lazım.

6 Mayıs 2015 tarihinde Türkiye CERN ile ortak üyelik anlaşmasını imzaladı. Anlaşmanın tarafları bir yanda Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi nezdindeki daimi temsilcisi tarafından temsil edilen Türkiye Cumhuriyeti, diğer yandaysa merkezi Cenevre-İsviçre’de bulunan, genel direktörü tarafından temsil edilen bir hükümetlerarası kuruluş olan Avrupa Nükleer Araştırma Konseyi (CERN).

CERN’e ortak üye olmamız şüphesiz sevindirici bir haber. Ancak bu anlaşmadan mucizevi sonuçlar beklememek gerek. Türkiye’den çeşitli üniversiteler zaten yaklaşık 20 yıldır CERN deneylerine üyeler ve birçok Türk biliminsanı bu deneylerde çok yetersiz desteklerle çalışmakta. CERN’le yapılan ortak üyelik anlaşması bu deneylerde çalışan fizikçiler için doğrudan bir fayda getirmiyor. Ancak yine de Türkiye gibi temel bilimlerin önemsenmediği bir ülkenin, temelin de temeli bilim yapan CERN gibi bir kuruluşa üye olması olumlu bir gelişme.

Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, iki farklı ortak üyelik söz konusu. İlki normal ortak üyelik (şu an Türkiye’nin olduğu); ikincisi “üyeliğin ön aşaması olarak ortak üyelik”. Türkiye beş yıl boyunca ortak üye olacak; bu arada CERN tarafından denetlenecek ve eğer beş yılının sonucunda olumlu gelişmeler olursa, ikinci tip “üyeliğin ön aşaması olarak ortak üyelik” statüsüne geçiş yapılacak. Ondan sonra “tam üyelik” söz konusu olabilecek. Dolayısıyla CERN üyesi olabilmek o kadar da kolay değil.

Anlaşma ne getiriyor?

Peki, bu anlaşma bize ne getiriyor? TAEK’in web sitesinden edindiğimiz bilgileri madde madde sıralarsak:

– Türkiye, anlaşma ile CERN’ün hukuki altyapısını, işleyiş kurallarını, yönetmeliklerini ve organlarının alınmış kararlarını kabul etmektedir.
– Türkiye, ekonomik ve nüfus büyüklüğüne göre hesaplanan tam üyelik katkı payının (aidatının) en az onda birini (1/10) CERN’e yıllık olarak ödeyecektir ve bu aidat hiçbir şekilde 1 milyon CHF’den az olmayacaktır.
– Türkiye, CERN’ün bilimsel eğitim programlarının yanı sıra eğitim ve öğretim programlarına da iştirak edebilir.
– Türkiye, CERN Konseyi’nde (kapalı oturumlar hariç) oy hakkı olmaksızın temsil hakkı edinmiştir ve davet beklemek zorunda olmaksızın söz alabilir ve beyanda bulunabilir.
– Türkiye, CERN Finans Komitesi’nin toplantılarında temsil edilme hakkına sahiptir.
– Türkiye’nin Konsey’deki bilimsel temsilcisi CERN Bilim Politikaları Toplantılarına gözlemci olarak katılabilir.
– Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları süreli ve sınırlı sözleşmeler ile akademik üyelik, öğrencilik ve öğretim üyeliği için yapılacak CERN personel atamaları için başvurabilir.
– Türkiye menşeli mal ve hizmetler sunan firmalar, CERN Finansal Kurallar Uygulama Yönetmelikleri çerçevesinde CERN ihalelerine teklif verebilirler. Türkiye CERN’de bir sanayi irtibat görevlisi bulundurabilir. Türkiye firmalarınca CERN’de üstlenilecek işlerin bileşik finansal değeri hiçbir durumda anlaşma kapsamında Türkiye’nin CERN’e yapacağı finansal tutarı geçemez.
– CERN Konseyi, ortak üyelik kriterlerini düzenli olarak (normalde 5 yılda bir) gözden geçirir.
– Türkiye, anlaşmanın süresi içinde ortaklık anlaşmasını sona erdirme isteğini CERN Konseyi’ne bildirebilir ve bu başvuru değerlendirilip karara bağlanır. Üyelik ortak inisiyatif ile de sona erdirilebileceği gibi, ilgili üyelik kriterlerinin Türkiye tarafından karşılanamaması durumunda CERN Konseyi üyeliğin sona erdirilmesini bir yürürlük tarihi belirterek karara bağlayabilir.
– Türkiye, bu anlaşma ile edinilen olağan ortak üyelik statüsünden tam üyeliğin ön aşaması olarak ortak üyelik statüsüne ve ardından CERN’e tam üyelik statüsüne geçiş yapabilir.

Enerji Bakanı Taner Yıldız.

Görüldüğü gibi aslında CERN üyeliği direk olarak bilimsel araştırma programlarıyla ilgili bir madde içermiyor. Daha çok bürokratik düzenlemeler ve CERN’in yönetimiyle ilgili konularda söz sahibi olmak ya da olmamak anlamına geliyor. CERN’de birçok deney devam etmekte. Bunlardan en ünlüsü şüphesiz Higgs parçacığının bulunduğu LHC deneyleri. LHC hızlandırıcısı üzerinde dört deney var (ATLAS, CMS, LHC-B ve ALICE).

Türkiye’den Ankara Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nden Yüksek Enerji Fiziği (YEF) grupları ATLAS deneyine; Boğaziçi, Çukurova, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nden gruplar ise CMS deneyine katılmışlardır. Diğer üniversitelerden araştırmacılar, yukarıda saydığımız bu üniversitelerin şemsiyesi altında deneylere katılmışlar ve katılmaya devam etmektedirler. Geçtiğimiz yıllarda TÜBİTAK, son 7-8 yıldır da TAEK desteğiyle Türk fizikçileri aktif olarak ATLAS ve CMS deneylerine katılmaktadır.

CERN üyeliği ile CERN’deki deneylere üye olup bunlarda çalışmak birbirlerinden farklı konular. Türkiye son 20 yılda CMS ve ATLAS deneylerinde birçok projede görev almış ve birçok araştırmada önemli katkılar sağlamıştır. Bilimsel araştırma dışında, bu deneylerden bazılarına endüstriyel katkı da sağlanmıştır. Örneğin CMS detektörü için bir milyon CHF tutarında sanayi işbirliği sağlanmıştır. Türkiye’nin CMS deneyine ödediği paranın önemli bir kısmı Türkiye’de detektörün bazı mekanik parçalarının imalatı için harcanmış olup bu işi yapan iki Türk firması (İstanbul’dan EAE Machinery Corporation ve Bursa’dan MFK Ltd.) 2003 yılında CMS Altın Ödülü’nü almışlardır.

Öte yandan CERN’e üye olmayıp da, CERN’deki deneylere çok önemli katkılar sağlayan birçok ülke vardır (ABD, Rusya, Çin, Japonya gibi). Ancak bu ülkeler zaten yüksek enerji fiziğine (YEF) kendi ülkelerinde çok önemli yatırımlar yapan ve CERN’deki deneylerle kendi ülkelerindeki çalışmaları birleştirebilen ülkelerdir. Türkiye için eksik olan YEF’ne yeterli yatırımın yapılmamasıdır. CERN’e üye olmak mucizevi bir şekilde bunu sağlamaz. Türkiye’nin CERN’e üye olup, ancak YEF’ne başka hiçbir destek sağlamaması durumunda bu üyeliğin bize faydası olmaz. Dolayısıyla CERN’e üyelikle, CERN’deki deneylere katılma ve oralarda bilimsel araştırma yapmak birbirinden farklı konulardır.

Türkiye’nin CERN’e üyeliği, YEF’ne şimdiye kadar verilen yetersiz desteğin artırılması ve sürekliliğinin sağlanması açısından yararlı olacaktır. Türkiye şu anda CERN’e ortak üye olmuştur. Bu beş yıl boyunca Türk fizikçileri ve sanayicileri CERN’den verimli bir şekilde yararlanabiliyorlarsa ortak üyeliğin tam üyeliğe dönüşme şansı olabilecek. Bu beş yılın iyi değerlendirilmesi gerekir. Ama hükümetin de şunu çok iyi görmesi lazım ki; bu işler beş yılda olmaz. Avrupa bilimden alacağını 400 yılda aldı. Türkiye’nin bilimsel gelişimini yükselten bir süreç olabilir bu. YEF’de çalışan fizikçiler olarak bizlerin bir takım sıkıntıları var. Bunları TAEK’le paylaştık. Umarım bu sıkıntılar yakın zamanda giderilir ve önümüzdeki beş yıl verimli bir şekilde değerlendirilir.

Büyük Hadron Çarpıştırıcısındaki (LHC) deneyler

CERN Avrupa Parçacık Fiziği Laboratuvarı’ndaki LHC (Büyük Hadron Çarpıştırıcısı) 27 kilometrelik süper-iletken çemberiyle, 14 TeV’ lik kütle merkezi enerjisinde proton-proton ve kurşun-kurşun çarpışmaları yapılmasına imkan vermek amacıyla tasarlanmıştır. LHC deneylerinde Standart Model Higgs mekanizması ve Standart Model ötesi modellerin öngördüğü parçacıkların gözlenmesi amaçlanmıştır, ki bu amaçlardan ilki 2012 yılında gerçekleşti. LHC hızlandırıcısında, proton demetleri ışık hızının milyonda biri hızına kadar hızlandırılıp çarpıştırılarak, Büyük Patlama’nın ilk anlarındaki ortamın oluşturulması hedeflenmektedir. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca, deney başladığında çıkan verilere yorum getirebilmek için, içlerinde Türk gruplarının da bulunduğu birçok araştırmacı fizik “simülasyon” çalışmaları ile çeşitli parçacıkların bozunum kanallarının analizlerini yapmış ve bunun yanı sıra, çeşitli test ışınımı faaliyetleri ile LHC hızlandırıcısı üzerindeki detektörlerin kalibrasyon çalışmalarını gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalarla, LHC’de gözlenebilecek sinyallerin nitelikleri araştırılmış ve detektörlerin ilk kalibrasyonları tamamlanmıştır. Daha sonra 2008 yılından itibaren, LHC üzerindeki detektörler (ATLAS, CMS, LHCb ve ALICE) kozmik ışınlarla test edilmeye başlanmıştır. 26 Kasım 2009 tarihinde LHC’ye ilk olarak proton demetleri gönderilmiş ve dedektörlerde ilk testler gerçekleştirilmiştir. Aralık 2009 başında ise LHC’deki protonlar ilk olarak çarpıştırılmıştır.

Öncelikle 900 GeV kütle merkezi enerjilerinde gerçekleşen bu çarpışmalar daha sonra kısa sürelerle 2,36 TeV kütle merkezi enerjilerine yükseltilmiştir. Daha sonra 2012 yılında 8 TeV kütle merkezinde (protonun kütlesinin 8 trilyon katı) gerçekleştirilen çarpışmalarda Higgs parçacığı gözlemlenmiş ve kütlesi 125 GeV olarak ölçülmüştür. Sonrasında 2013 Nobel ödülü Peter Higgs ve François Englert’e verildi. Resmi açıklama, “Atom-altı parçacıkların kütlelerinin kökenini anlamaya katkı yapan bir kuram ortaya atmaları ve kuramın öngörülerinden biri olan yeni bir parçacığın yakın zamanda LHC hızlandırıcısındaki ATLAS ve CMS deneylerinde keşfedilmiş olması” gerekçesiyle diye devam ediyor.

CERN’ in bilim ve teknolojideki yeri

CERN’de yapılan çalışmalar maddenin temel yapı taşlarını incelemek ve maddeyi bir arada tutan kuvvetleri araştırmak olarak özetlenebilir. Ama maddenin yapı taşlarını araştırma sürecinde keşfedilen teknolojiler, tıptan Internet’ e kadar hemen her alanda günlük hayatta kullanılmaktadır. CERN, temel bilimin en ileri saflarında yeni bilgi üretmeye çalışan biliminsanlarına teknolojinin izin verdiği en ileri deneysel olanakları sunar ve olanakları artırmak için de teknolojiyi zorlar. CERN’de geliştirilen ileri teknolojiler deneylere katılan ülkelere ücretsiz olarak aktarılır.

Ama CERN’in asıl hedefi teknoloji geliştirmek değildir şüphesiz. CERN’de yapılan deneyler bugüne kadar 5 adet Nobel Fizik ödülüne konu olmuştur. Günümüzde insanoğlunun bilgiye ulaşmak ve iletişim amacıyla kullandığı World Wide Web (www) sistemi CERN’de keşfedilmiş ve geliştirilmiştir. CERN’de yapılan araştırmalar, kullanılan ve geliştirilen teknolojiler dikkate alındığında dünya bilimine lokomotiflik yapmaktadır. CERN’de kullanılan teknolojiler arasında yeni ve akıllı malzemeler, süper iletken mıknatıs, mikro-elektronik, radyo frekans (RF), vakum, detektör, görüntüleme, radyoterapi, veri depolama, veri işleme, uzay teknolojileri sayılabilir. Ayrıca CERN LHC çarpıştırıcısında üretilen bilgiyi toplamak, dünya genelinde dağıtmak ve işlemek üzere oluşturulan GRID ağ yapısı geleceğin İnternet altyapısı olarak (3G sistemi) yorumlanmaktadır.

Temel bilimlerin önemi

Bilindiği gibi ülkemizde sadece teknolojiye önem veriliyor, temel bilimler ıskalanıyor. Hep teknoloji talep ediliyor ancak teknoloji gökten inmiyor. Temel bilim olmadan teknoloji gelişemez. Bilim çok uzun yıllar desteklenmeli ki, karşılığı alınabilsin. Temel bilimler de bilimsel meraktan doğar, Türkiye’de bilimsel kültür eksik olduğu için bu nokta net olarak anlaşılamıyor. Sanki bir ihtiyaçtan doğduğu zannediliyor. İhtiyacım var, o zaman bir şey keşfedeyim; böyle olmaz. Bir merakım var, o meraka yönelik çalışmalar yapınca teknoloji ortaya çıkıyor. Bu yanlış algı yüzünden, CERN’e üye olmanın ya da oradaki deneylere yatırım yapmanın “bize bir fayda getirmeyeceği” yönünde görüşler vardır.

LHC (Büyük Hadron Çarpıştırıcısı) tüneli.

Oysa CERN benzeri laboratuvarlardaki fizikçiler yeni bir teknoloji bulalım diye çalışmıyorlar; kendi merakları için çalışıyorlar. İnsanlar gökyüzüne bakıp o parlak cisimlerin ne olduğunu, nasıl meydana geldiğini hep merak etmiştir. Şimdi de aynı merak söz konusu. “Evren nasıl oluştu?” “Evrenin temel yapıtaşları nedir?” “Şimdiye kadar verilen yanıtlar tatmin edici mi?” CERN işte bunlara yanıt arıyor.

Dünya tarihinde bütün teknolojik ilerlemeler bilimsel keşiflerin sonucudur. İnsanın merakı, etrafını, dünyayı, evreni anlama çabası başta gelir. Sorgulayan, araştıran, keşfetmeye çalışan insan teknolojiyi geliştirir. Sayısız örneklerden bir iki tanesini vurgulayalım: Televizyonun atası 115 yıl önce J. J. Thomson’un elektronu keşfetmek için kullandığı katot tüpüdür. Hastanelerde kullanılan bütün tomografi cihazları CERN gibi laboratuvarlardaki parçacık fiziği araştırmaları için geliştirilmiş yöntemlerdir. Şimdi İnternet olarak bildiğimiz World Wide Web 1990’da CERN’de icat edilmiştir. Cep telefonları, bilgisayar vb gibi günlük hayatta kullandığımız hemen her şey ilk önce biliminsanları tarafından keşfedilmiş tekniklerden ortaya çıkmıştır. Bilim olmazsa teknoloji olmaz. Bu nedenledir ki Türkiye’de teknoloji bir türlü gelişememektedir, çünkü bilimde çok gerilerdeyiz.

Türkiye’de hâlâ bir projenin desteklenmeye değer olup olmamasının kıstası “ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda” belirleniyor. İlk bakışta çok normal gibi görünen bu kriter, söz konusu temel bilim olduğunda aslında çok vahim bir yanlışı işaret ediyor. Bilimin ihtiyaç doğrultusunda üretildiğine dair yanlış bir “inanç” bu. Özetle, neye ihtiyacımız varsa onu üretelim diyoruz. Ama bilim böyle bir şey değil. Ne bilim tarihine baktığımızda ne de günümüzdeki bilimsel keşiflere baktığımızda böyle bir ihtiyaç-fayda-üretim süreci görürüz. Bilim insanlığın merakından, evreni anlama çabasından doğan bir etkinliktir. Şüphesiz insanlığa çok yararı olmuştur, ancak ilk neden ihtiyaç değil meraktır.

2500 yıl önce Antik Yunan’da doğa filozofları bu dünyanın nasıl oluştuğunu sordu. Şimdi bu soruların birçoğunun yanıtını biliyoruz. Tüm teknolojiler meraktan kaynaklanan temel bilimsel araştırmaların sonucudur. Bu bağlamda örneğin “evrim tartışılan bir konudur” diyerek, bilimi bir çeşit mitoloji gibi görerek toplumsal gelişme sağlanamaz. 300 yıl önce dünyanın döndüğü tartışılıyordu ama şimdi kimse tartışmıyor. Benzer şekilde artık dünyada kimse evrim gerçeğini tartışmıyor. Ama Türkiye’de hâlâ evrim okullarda okutulmamakta.

Ortaçağdan bu yana ne değişti. Kendimizi ortaçağda farz edelim bir an. Büyülere, hurafelere inanıyoruz. Doğada gördüğümüz her şey bize gizemli, doğaüstü görünüyor. Bir kentte veba salgını çıkınca cadılar yakılıyor, İstanbul’da meleklerin bacaklarına bakılıyor diye rasathane yıkılıyor… Şimdi böyle bir dünyada yaşamıyorsak bunun nedeni bilimsel gelişmelerdir. 400 yıl önce dünyanın döndüğünü keşfetmemiz ne “işimize yaradı”? O yıllarda daha iyi silahlar geliştirilmesine mi yaradı, ya da vebaya çare mi oldu? CERN’deki keşifler ne işimize yarayacak, gereksiz bunlar diyenler 1600’lü yıllarda yaşasa “ne gerek var bunlarla uğraşmaya” diyecekti herhalde.

Bir toplum ancak bilimsel kültüre sahipse ilerleyebilir. Avrupa’nın bize göre daha ilerde olmasının en önemli nedeni budur. Orada 300-400 yıldır bilim yapılmakta, Türkiye’de ise 80-90 yıldır bilimsel faaliyetten söz edilebilir. Türkiye’de modern bilim cumhuriyetle birlikte başlamıştır. Cumhuriyet öncesi neredeyse bizimle benzer koşullara sahip Rusya’da bile, 1917 devriminden çok önceleri ciddi bilimsel çalışmalar vardı. Oysa Osmanlı’da bilimsel faaliyet sıfırdı. Halk ise tamamen ortaçağda kalmıştı. Bilimin topluma yayılması bilimin popülerleşmesi ile gerçekleşebilir ancak. Bilim sadece elit bir takım insanların yaptığı bir faaliyet değildir. Aslında musluk tamircileri bile bilimsel yöntemler kullanırlar. Bilim kültürünün yaygılaşması sokaktaki insanın zaten yapmakta olduğu bilimi daha bilinçli yapmasını, daha fazla bilgiyle donanmasını sağlar. Özetle, bilim kültürü donanım kazandırır. Bilimsel kültürün topluma yayılmasının sosyo-politik sonuçları vardır. Bilim sorgulayıcı insanlar yaratır. Binlerce yıllık mitolojilere değil, kendi keşfettiği, sorgulayıp bulduğu, test ettiği ve ispatladığı kuramlara inanan bir toplum yaratır bilim. Oysa Türk toplumu çevrelerindeki dünyayı yüzlerce, binlerce yıldır hurafelerle açıklamış bir toplumdur. Bu durum ancak Cumhuriyet’le birlikte biraz kırılmaya başladı, ancak günümüzde Cumhuriyet’le hesaplaşmak adına tekrar bir geriye dönüş görüyoruz. Bu nedenle bilimsel kültürün yaygınlaşması Türkiye’de daha fazla önem kazanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerdeki eğitim sistemine bakarsanız, daha ilköğretimden itibaren bilimi çocuklara sevdirmeye ve öğretmeye başladıklarını görürsünüz. Televizyonlarda her gün popüler bilim programları gösterilir. Bilimsel kuramlar ve yeni gelişmeler sürekli topluma aktarılmaya çalışılır. Türkiye’de ise tam ters yönde bir gelişme yaşanmakta. Bilim yerine “din” ve “inanç” gibi konular ön plana çıkartılmaya çalışılıyor. “İnanç özgürlüğü” en moda kavram günümüzde. Oysa inanç insanı özgürleştirmez, bilim özgürleştirir. Eğitim sistemimiz ise çocuklara bilimi sevdirmek yerine ondan nefret ettirmeye yönelik, ezberci ve tamamen sınava odaklanmış. Zaten artık Türkiye’de lise öğreniminden söz etmek pek mümkün değil. Lise dönemi sadece üniversiteye hazırlık süreci haline dönüşmüş durumda. Öte yandan televizyonlarda neredeyse hiçbir bilimsel program, belgesel yok. Bol bol magazin ve belli kanallarda da dini programlar var.

Bu nedenle Türkiye’de bilimsel merak çok zayıf. Her şey dine endeksli. Bu, ülkenin bilim ve eğitim politikaları ile yakından ilgili. Türkiye’de kişi başına düşen ortalama eğitim yılı 5’i geçmiyor. İlkokul düzeyinde bilimi sevdiren, önemini kavratan bir eğitim olmadığı için, daha üst seviyedekinin önemini anlatmakta elbette zorlanıyoruz. Temel bir bilim altyapısı olmayınca da zaten bilimsel açıdan bunu insanlara anlatmak zor. O yüzden CERN’e üyelik mucizevi olarak hiçbir şeyi çözmeyecek. Esas olarak ilkokuldan itibaren temel eğitimi değiştirmemiz lazım.

İdeali tartışmamız çok zor çünkü ideal üniversite için ideal toplum gerekir. Üniversiteyi toplumdan ayrı tartışamayız. İdeale yakın dersek; Avrupa’daki sistemi gösterebiliriz. İsveç’i örnek alalım. Neredeyse herkes istediği üniversiteye girebiliyor. Tıp gibi bazı bölümler daha çok tercih ediliyor. Lise notlarına göre karar veriliyor. İlk sene giremiyorsa belki bir sene daha ders alıyor, belki bir sınava daha giriyor vs. Ama sonunda bir öğrenci okumak istediği bölümü okuyor. Türkiye’de bu neden olamıyor? Birinci neden sistemin henüz yeni oluşu. Einstein 1900’lerin başında fizik okurken, Türkiye’de üniversite yoktu. Einstein fizik okurken onun öncesinde birkaç yüzyıllık bir birikim vardı. Türkiye’de daha sıfırdan başlıyor, Cumhuriyet sonrasından başlıyor üniversite kavramı.
İkinci olarak, Türkiye’de üniversite eğitimi sadece diplomaya ve iş bulmaya endeksli…

Eğitim ikinci plana atılmış durumda. Üçüncüsü; Türkiye Avrupa ülkeleri ile karşılaştırılabilecek bir ülke değil. Örneğin İTÜ’de mühendis yetiştiriyoruz. Ne yapıyor sonra o mühendisler? Bir köprü yapılacağı zaman bir Japon firmasına girip çevirmenlik yapıyorlar, köprüyü yapmıyorlar. Türkiye üretmeyen bir ülke. Yani üniversiteye, Avrupa ülkelerinin olduğu kadar ihtiyacı yok. ABD’de, Avrupa’da üniversiteleri kapatsanız sistem çöker. Türkiye’de böyle bir durum olmadığı için üniversiteler süs gibi kalıyor ya da o diplomalarına göre iş bulmaya yönelik oluyor. Sadece üniversitelerin bir tarafını değiştirmek yetmez, sistemi toptan değiştirmek gerekir. Üreten bir ülke olmamız gerekir ki üniversitelere talep artsın.

CERN’de gözlemlenen Higgs parçacığının simulasyonu.

Bilimin birleştirici gücü

Irkçı düşünceler insanları böler, dini inançlar böler, oysa biliminsanları birleştirir. Çünkü hepimizin aynı ilk hücreden geldiğini göstermiştir bilim.

CERN’de dünyanın dört bir tarafından fizikçiler birlikte çalışarak evren anlayışımızı derinleştiriyorlar. Durumu kısaca özetlersek: Altmış yıl önce içinde Peter Higgs’in de yer aldığı fizikçiler teorik olarak bir parçacıktan söz ediyor. Devletler birleşiyor, insanlar Higgs parçacığı diye ne olduğunu anlamadıkları bir şey için gelirlerinden bir kısmını bu işe yatırıyor, dünyanın dört bir yanından bilim nsanları olayı kavrıyor, bir tek proje kapsamında 10 bin kişi çalışıyor, örgütlenerek her biri işin bir ucunu tutuyor ve sonuçta Higgs parçacığı keşfediliyor. Bu buluş Homo sapiens türümüze, türümüzün dayanışmacı özelliklerine olan güvenimizi artırdı. İnsanlık tarihinde böyle başka bir olay yok. ABD bir yandan İran’ı bombalamakla tehdit ederken, Amerikalı ve İranlı fizikçiler birlikte çalışarak evrenin gizemini çözmeye çalışıyorlar.

Demek ki Homo sapiens türümüz yüksek kolektiviteyi başarabilir. CERN deneyi sadece bir fizik deneyi olmaktan çıkıyor bu durumda. Aynı zamanda bu deneyi yapan insanlık hakkında bir deney halini alıyor.