Ana Sayfa Bilim Gündemi Bilinç nedir?

Bilinç nedir?

531
0

Bilimin yüzyıllardan beri bilginler tarafından tespit edilen bazı sırları hâlâ çözülememiştir. Ancak bilginler yine de haklı olarak bu sırlara meydan okumaktan vazgeçmezler. İşte bazıları: Neden bir şey vardır da hiçlik yoktur? Yaşam nasıl başladı? Başka evrenler de var mı? Düşüncelerimiz nereden geliyor? İnsanın doğası nedir? Zamanın doğası nedir? Her şey nasıl sonlanacak? Ve diğerleri… Bilinç nedir ise zihnimizi kurcalayan en önemli sorulardandır. Peki bilinç nedir?

Bir şeyin varlığından daha kesin olan şey ne olabilir? Daha basitçe sormak gerekirse varlığın kanıtı kanıtlanabilir mi? 17.yüzyılda Descartes Latince “cogito ergo sum”la bunu şöyle anlatıyor. “Düşünüyorum öyleyse varım.” Kesin bir yargıya varabilmek düşünce kapasitemizin sonucu mudur? Bu bağlamda düşünenler kimlerdir?

Filozoflar, Descartes’ın öğrencileri ve itirazcıları yüzyıllarca bu soruyu cevaplamaya çalıştılar. Aynı zamanda bilim de bu bilmeceyi kendine mal etti. Peki, sonuç ne oldu? Bu soruya bir yanıt bulunamasa da bilim; birey ve bilinci arasında bir bağ dokuyup olguların dayanakları olduğunu kabul etti. Bu dayanaksa bilinçti. Bilim insanları için her tanım yeni bir soruyu da beraberinde getirir. Bilincin ardındaki sır neydi? 19.yüzyıl psikologlarına göre yanıt bilinci en iyi bilenlerin yani insanların yanında aranmalıdır. O halde psikologlar içebakışa güveneceklerdir. Ancak psikolojinin tutarsız bilgiler verebilecek bir şeyle bireylerin psişik yaşamlarını anlatmaya çalışması bilimsel yönteme bütünüyle aykırıdır ve bu çaba bilim insanını tatmin etmez. Zira bilim, bilinç üzerine tutarlı ve doğru bir teori oluşturabilmek için objektif fenomenlerin peşindedir. Öyleyse bu konuyu çözüme kavuşturabilmek için soruya farklı bir yöntemle yaklaşmak gerekir.

Sinir ağı
Ve bu yöntem 1960’larda belirmeye başladı. Fikir nedir? Bilincin oluşumunun başlangıcındaki zihinsel seyrin ne olduğunu anlamaktır. Bu alanda gelişme sağlayabilecek bir diğer şeyse sinirsel görüntü fonksiyonlarını ortaya çıkarmaktır. Peki ama bu fonksiyonların gerçekleşme anı nasıl yakalanabilir? Bu deneylenebilir mi? Bugün artık beyinde bir uyarının ardından neler olduğunu görmek mümkün. Bu konuda 1998’den beri yapılan deneyler sonucunda “evrensel algı çalışma alanı” diyebileceğimiz bir algı oluşumu modeli ortaya çıktı. Bu modele göre sinir ağımız birbirinden farklı iki düzene sahip. Bunlardan ilki beyindeki küçük dolaşımlar. Bunlar zihinde bilinçsiz anlarda oluşan görüntüleri zihne işlemekte uzmanlaşmışlardır. Diğeri ise yaptığımız şeyleri ve tecrübelerimizi her bir an boyunca zihnimize işleyen ikinci bir düzendir. Bu masif çoklu etkileşim sayesinde çok sayıda işleyici birbirleriyle etkileşime geçerler. Ancak ikincisi her zaman işlemez. Çünkü her işleyici kendi bilgisini algıda daha belirgin bir yere yerleştirmek için diğerleriyle yarış halindedir. Zihinde bir bilginin yer edebilmesi için birçok faktör önem taşır. Eski bilgiler, bunların bizde yaptığı çağrışımlar, çalışmalarımız, ilişkilerimiz…

Peki, verilen bu modellerle bilincin nasıl oluştuğu açıklanabilir mi? Nörobiyologların çalışmaları belki de ileride bizleri bu konuda aydınlatabilecek.

Bir küme etkileşim
Bu sorular bir yana bilinç çalışmalarında merak edilen bir diğer şey de şudur; sinirsel etkinlikler nasıl kişisel tecrübelerimize eşlik ederler? Avusturyalı filozof Franck Jackson bununla ilgili şöyle bir düşünce ileri sürer: “Marie isminde hiçbir rengin olmadığı bir dünyada yaşayan ve işi renklerin mekanizmalarını anlamak olan bir nörobiyolog düşünün. Marie hiçbir zaman kırmızı rengini görme deneyimini yaşamayacak ancak bir miktar detayla beraber kırmızı renginin temel özelliklerini bilecek. Bu şartlar altında Marie, ilk defa kırmızı bir gül gördüğünde yeni bir şey öğrenmemiş mi olacak?”

Amerikalı filozof Thomas Nagel’se bu konuyla ilgili düşüncelerini şöyle belirtmiştir: “Bilincin, maddesel temeliyle olan zorunlu ilişkisini görmek için, bilincimizin öznelliğinden kaçamayız! Öznelliğimize yönelik açılım adına bir zorunluluktan söz etsek bile öznellikle nörofizyolojik görüngüler arasında bir zorunluluk olamaz. Zaten öznelliğin içindeyiz.”

Not: Bu yazı Bilim ve Gelecek dergisinin 56. Sayısında yayımlanan “Bilimdeki en büyük 10 bilmece” başlıklı çalışmadan alınmıştır.
Yazının tamamı için:https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2008/10/01/bilimdeki-en-buyuk-10-bilmece/?preview_id=51481&preview_nonce=c33f44c6bc&post_format=standard&_thumbnail_id=51482&preview=true