EK, nam-ı diğer Eleştirel Kültür, 2011 yılında BirGün gazetesinin eki olarak doğdu ancak mali sebeplerden dolayı “ek” olarak ancak dört sayı ayakta kalabildi. Yine de pes etmedi ve çeşitli badireler atlatarak online bir dergi olarak bugüne kadar hayatta kalmayı başardı. Ülkede bir kültür yayınının “hayatta kalması” bile kendi başına takdiri hak etmekle birlikte EK’nın asıl önemi isminin hakkını vermesi.
Mali sebepleri bir yana bıraktığımızda, ana akım kültüre eleştirel yaklaşmanın, popüler olanın dışına çıkmanın, gündem olmayan uzun soluklu bakış açılarına yer vermenin kültürel tüketim hayatımızda pek esamesi okunmuyor. Kültür gardiyanlarımız gerçek anlamıyla eleştirel kültürü sur kapılarından içeri sokmaya niyetli değil hiçbir zaman. Statükonun inşası her daim kültür alanından başlıyor. Zaten gündem olmayanı gündeme getirmek “ne gerek var ki” itirazıyla karşılanıyor. Eleştirel yaklaşımın dışarıda bırakıldığı durumda popüler olan “kanonlaşıyor”, dokunulmazlık tahtına oturuveriyor. EK 2017 yılında tekrar kâğıda döndüğünde, ilk sayının konusu Gezi sonrası pırtlak gibi biten yeni dergi furyasıydı. “Kaybetmenin Cazibesi” başlığı altında, birbirine tıpatıp benzeyen, aynı isimlerin tüm dergilerde kalem koşturduğu, melankolik bir dille sarıp sarmalanmış ve karşılığında yüksek tirajlara ulaşan bu yeni akım yayıncılığa getirdiği eleştiri Gezi sonrası önümüze konan kültürün deşifresi niteliğindeydi aslında. EK’nın bugüne kadar yaşayabilmesinin kerameti biraz da kralın çıplak olduğunu istikrarlı bir şekilde söylemeye devam etmesinden kaynaklanıyor denebilir. EK’nın ikinci dönem basılı hayatı da ilk dönemi kadar kısa sürse de ekdergi.com, normal şartlar altında bahsedilmeyenleri merak eden geniş bir kitlenin radarında, takibinde kaldı her zaman…
Türkiye’nin son yıllardaki kültürel çölleşmesi karşısındaki inadın ifadesi olan Eleştirel Kültür —daha bilindik ismiyle EK Dergi— beş yıllık online birikimin ardından EK Almanak adıyla şimdi tekrar kâğıda döndü ve “Eleştiri, tam da şimdi!” diyerek EK Almanak’ın ilk sayısını yayımladı. Online yayınlanan arşivinden seçtikleriyle, şimdilik 6 ayda bir olmak üzere tekrar masaların, sehpaların üzerinde, kahve fincanlarının yanında yer alıyor.
Türler-ötesi bir kültür-sanat seçkisi sunan EK Almanak, klasik ve çağdaş resimden Amerikan ve Avrupa sinemasına, karikatürden modernizmin estetiğine, Nazilerin sanat politikalarından Soğuk Savaş dönemi Fransız entelektüel dünyasına, kapitalizmin ve sosyalizmin işlediği suçlardan Yunan tragedyalarına, dünya klasiklerinden Türk edebiyatına uzanan, altısı çeviri, on biri telif olmak üzere, toplam on yedi yazı ve iki söyleşiyi bir araya getiriyor. Bir diğer ifadeyle, EK Almanak’ın bu ilk cildi, Abrecht Dürer’den Theodore Gericault’ya, Gustave Dore’den Michel Foucault ve postmodernizmdeki komünizm karşıtlığına, Victoria dönemi emperyalizminin acımasızlıklarından modernist edebiyat ve estetiğinin tarihine, Tristan Tzara ve Andre Breton’dan Herman Melville’in Moby Dick’ine, Hollywood tarihinden Arrabal Jodorowsky ve Luis Bunuel sinemasına, Orhan Veli’nin poetikasından Umut Sarıkaya’nın karikatürist olarak portresine dek pek çok konuyu kapsamlı bir biçimde ele alıyor.
Online yayıncılığın zaaflarından biri de üretilen içeriğin çok hızlı bir şekilde dijital karanlığa savrulup unutulması ve “arama sonuçlarının” insafına kalması. Bu yüzden dijital arşivlerden yapılan seçkilerin derli toplu bir şekilde tekrar hatırlanması, kâğıt ve mürekkebin o eşsiz, antik ve güçlü nesnesine dönüşmesi önemli. Masamızın, sehpamızın, kütüphanemizin bir köşesinde EK Almanak’a bir yer açalım. Kur ve kâğıt krizine kafa tutalım.