Ana Sayfa Dergi Sayıları 230. Sayı Çakır

Çakır

168
0

“O, yalnızca vardı. Orda. Yaşamın içinde.”

 Her şey hoyratlaştığında duru öykülere olan ihtiyacımız artıyor. Her yeri endişe ve öfke bürüdüğünde… Endişe, yaşamın temel dürtüsü haline geldiğinde. Ellerimiz kaygıdan hissizleştiğinde, gözlerimiz yaşamın kendisini görmeyecek kadar körleştiğinde; sözcükler yetmediğinde, sesler bir tür kakofoniye, komik ıslıklara dönüştüğünde… Anılar bile rengini değiştirdiğinde. Kalbin kuyusunda sadece bulanık bir karanlık gördüğümüzde…

“Olanak: Sözcükler.

Olanaksız: Hangisi?

Olanak: Anılar.

Olanaksızlık: Sözcükler.”

İçimiz katılaştığında duru insanlara olan ihtiyacımız artıyor. Ellerimizi daha sık yıkar hale geldiğimizde… Sokak kedilerini sevmek aklımıza bile gelmediğinde; sevecen bir dokunuşun eksikliğini artık hissetmez olduğumuzda. Nasırlaştığında yüreklerimiz ve aklımız. Sevgisizlik yeni bir ten haline geldiğinde. Anılar derine itildiğinde, bellek sönük bir filmin kırık yankılarına dönüştüğünde. Derinliğimiz yoz bir hoyratlığa teslim olup kendini yüzeye hapsettiğinde, kötücül ahmaklığın yüzeyinde bir su kabarcığına döndüğünde. Her şey o sıradan kötülüğün ve ahmaklığın ürkütücü gücüne özenecek kadar sündüğünde, küçüldüğünde.
O halde belki şimdi Ferit Edgü’yü, “Çakır’ın Öyküsü”nü yeniden okumanın zamanıdır. Çakır’ı yeniden tanımanın, sevmenin zamanıdır. Belki böylelikle hatırlarız nasır tutmuş bir inceliğin derinliğini, böylelikle hatırlarız yaşamın kambur sevincini.

“Kamburdu.

Anasız babasız bir kambur. Bunca acıyı, yoksulluğu, yoksunluğu, yalnızlığı yaşayan sanki o değildi. Kendince bir yaşam kurmasını becermiş ender kişilerdendi. Bunu, bugün, yarım yüzyıl sonra söylüyorum.”

Benliğin, insan olmanın sıkça unutulan yüzü gibidir Çakır; kendince yaşayan, yaşama, dirime dokunan kırık bir insan. Her kırığından ışık yayılan aydınlık bir insan.

Hayır yaşama boyun eğmiş, yazgısına katlanmış biri değildi. Neye boyun eğecekti ki? Boyun eğmek, bir başka yaşamın varlığını kabul etmek demekti. O ise, ahırdaki atlarıyla, bahçesine ektiği salata-soğanla özdeş, akşamları, babamla diz dize aynı yemekleri yer, aynı rakıyı yudumlarken, hiçbir şeye, hiç kimseye boyun eğmiyordu.”

Yaşama emeği ve katıksız benliğiyle dokunan biri Çakır; neye, kime boyun eğsin ki? Terk edilmişliğini, azlardan az oluşunu üreterek, ürettiğini, elinin erdiğini severek aşmış biri. Belki de bir olarak, bütünleşerek sevmek dediğimizi de aşmış biri.

“Çakır ve kuşamsız, çıplak bir tay.

Çakır’ın sağ elinde, her zaman boynuna bağladığı türden büyükçe bir mendil var.

Tayın terini siliyor. Taya, bir sevgiliye ya da küçük bir çocuğa bakar gibi bakıyor.”

Böyle severek, sevgiyle yeni bir dil örerek, insanı hoyratlığa iten o haşin ve egemen lisana direniyor Çakır.

 “Başkalarının sarayı, köşkü, yalısı, evi, yuvası varsa, benim ve atlarımın da bir ahırı var, diyor sanki. Saraylara, köşklere, yalılara, evlere ve bunların sahiplerine meydan okur bir tavrı var bu fotoğrafta.”

Etrafımızda az da olsa vardır Çakır gibi insanlar. Genellikle görmeyiz onları. Dilsizdir onlar. Kamburdur. Kördür. Görünmezdir. Bir ağacı, bir hayvanı, bir akarsuyu, bir çocuğu, bir umudu, evet, bir olasılığı savunurken şöyle bir çarparlar gözümüze. Sonra başımızı çeviririz yine günü kaplayan tükenişimize, yaşam dediğimiz o dipsiz endişeye. Naif savaşları içinde kırık bırakırız onları. Öyküleri mi? Ya anlatılmamıştır ya akla düşmeden unutulmuştur. Baskın kirliliğin altında kalmıştır anıları, masalları ve öyküleri. Biri gün yüzüne çıkarmadıkça…

 “Çakır, ölüm döşeğinde. Gözleri yarı açık.

Sanki ölürken aklına bir şeyler gelmiş (örneğin bana anlatacağı bir masal).

Gülümsüyor.

Bana mı?

Anlatacağı masala mı?

Yoksa, birazdan ardında bırakacağı yaşama mı?

Yoksa, soluğunu ensesinde duyduğu ölüme mi?

Ölüme olmalı.

Ölüme: ‘Benimki gibi bir yaşam üzerinde senin ne hakkın olabilir ki?’”

Oysa yaşamı kıymetlendiren, derinleştiren tam da onların öyküleridir.

Edgü’nün satırlarında aydınlık ve buruk bir anlatıyla kuşatılan Çakır gibi. Çünkü Çakır’ı çıkarsak yaşamımızdan, Çakır’ın at kokan elleri işlemese toprağı, tutmasa rakı kadehini; Çakır’ın masalları kalbin kuyusunu derinleştirmese, dokunmasa bir çocuğun anılarına, Çakır insana ait bir umudu fısıldamasa suya, toprağa ve onu unutanlara… Çakır olmasa… Her şey hoyrat… İçimiz kaskatı… Kalp endişe ve korkudan ibaret bir yumak. Umut ölü.

“Çakır’ın atı.

Ölüm döşeğindeki Çakır’ın başucunda

Atın başı öne eğik.

Çakır’ın ölüsünü koklar gibi.

Atın gözlerinde, günümüzde çok az insanda görülen yaşanmış bir hüzün.

Sanki ağlıyor.

Ya da birazdan ağlayacak.”

Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.

 Ferit Edgü, Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı, Sel Yayınları, 2013, 108 s.