Ender Helvacıoğlu
Yeni çıkan üç tane kitap önümde duruyor. Haluk Yurtsever’in “Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk” (Yordam Kitap), Kuntay Gücüm’ün “Marx’ın Makineleri” (Kaynak Yayınları) ve Erkin Özalp’ın “Devrim Nasıl Yapılır? / Dünyada Strateji Arayışları” (Yordam Kitap) adlı çalışmaları.
Ülkemiz sosyalist kesiminde kuram tartışmalarının dibe vurduğu bir dönemde üç değerli yazarın kuramsal çalışmalarının yayımlanması mutluluk ve heyecan verici. Üçünü de merakla okuyacağım.
Haluk Yurtsever’in kitabıyla başladım. Benim de kafamı kurcalayan sorunlarla ilgili olduğu için üzerinde düşünerek, gönderme yaptığı metinlere göz atarak, notlar alarak okumaya çalışıyorum. Bu nedenle yavaş gidiyor. Kitabın tümünü gözden geçirmeme karşın henüz “Devrim” ve “Özne” başlıklı ilk iki bölümü hakkıyla okuyabildim ve kitabın yarısına geldim bile sayılmaz. Okumayı tamamladığımda bu kitap hakkında geniş bir tanıtım yazmak ve tartışmak isterim. Fakat şimdiden bir noktaya (bence önemli bir eksikliğe) dikkat çekmek istiyorum.
Yurtsever’in çalışmasında Çin yok.
İlk iki bölümde Marksist devrim ve sosyalizm modelleri ve (genel olarak, sosyalist devrim sonrasında ve günümüzde) özne sorunu tartışılıyor; bu alanlarda yaşanan pratikler ve çıkarılan teorik sonuçlar ele alınıyor; ama Çin devriminden, Çin sosyalizm pratiğinden, başta Mao Zedung olmak üzere Çinli komünistlerin hem kendi hem de Sovyet deneyimlerinden yola çıkarak yaptıkları açılımlardan bir paragraf dahi olsun söz edilmiyor.
Yurtsever kitaba, “… son iki yüzyıla damga vuran en önemli iki dünya-tarihsel devrim, 1789 Fransız Devrimi ve 1917 Ekim Devrimi’dir” diye başlamış ve öylece devam etmiş. Özne sorununu ele alırken de Marx ve Engels’in 19. yüzyıl Avrupa’sındaki proletarya hareketlerinden çıkardıkları sonuçları ve Sovyet deneyinden çıkarılabilecek dersleri tartışmış; ama Çin pratiği yine yok.
İnsan ister istemez, Haluk Yurtsever Çin devrimini devrimden, Çin sosyalizm pratiğini de sosyalizmden saymıyor mu acaba diye düşünüyor, ama doğrusu yakıştıramıyor. Belki de Çin’in yakın tarihi konusunda yeterli bilgiye sahip değil (TKP kökenli birçok arkadaşta bu zaafı şaşırarak gözlemlemiştim), ama o zaman da bu, yapılan çalışmada -en hafif deyimle- tek ayak üzerinde yürümeyi baştan kabul etmek anlamına gelir. Dahası, Avrupa-merkezci bakış açısından sıyrılmak ve olabildiğince evrensel sonuçlara ulaşabilmek imkânsızlaşır.
Şöyle düşünelim: Marx ve Engels, sadece bir kentte gerçekleşmiş 70 günlük Paris Komünü pratiğinden, deyim yerindeyse sinekten yağ çıkararak, bir devrim ve sosyalizm modeli oluşturmaya çalışmışlar; ama Yurtsever, -Rusya dahil- tüm Avrupa’nın iki katı nüfusa sahip bir coğrafyada gerçekleşen devrimi ve yaşanan sosyalizm pratiğini (günümüzü de belirleyen bir niteliği olmasına karşın) yok sayıyor. Çok değil yüz yıl önce afyonla uyuşturulmuş ve kendi ülkesinde “Çinliler ve köpekler giremez” diye aşağılanan kıta boyutundaki bir toplumun muazzam başkaldırışı, devrimci dönüşümü ve nasıl olup da bugün dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelişi analiz unsuru olmayı hak etmiyor mu? Dünya nüfusunun beşte birinin devrimci dönüşümünden, dünyanın çehresini değiştiren bir modernite atılımından söz ediyoruz.
Üstelik Çin pratiği, gerek devrimin yolu ve niteliği, gerekse devrim sonrası sosyalizm anlayışı açısından Sovyet pratiğinin bir anti-tezi konumundadır. Bu, hangi anlayışa ve yola daha yakın oluşumuzdan bağımsız bir durumdur; bir olgudur. Olgu olduğu için de on yıllar boyu sosyalistlerin temel tartışmalarından birini teşkil etmiştir. Dolayısıyla, Çinli komünistlerin izlediği çizgiyi benimsemeyebilirsiniz ama yok sayamazsınız. Hele geçmişteki bunca tartışma varken ve iki pratiğin günümüzdeki konumları ortadayken…
Çin devrimi yola Sovyet modelini benimseyerek başlamış, büyük bir yenilgi yaşamış ve bundan dersler çıkararak Mao Zedung önderliğinde kendi özgün yolunu oluşturmuş, başarıya ulaşmıştır. Devrim meselesini ele alacaksak, bu başarılı anti-tezi çözümlemeye çalışmak zorundayız.
Sosyalizm modellerini ve özellikle özne sorununu ele alırsak da, Çin pratiği eşsiz bir laboratuvardır. Çinli komünistler, hem kendi ülkelerinin özgün koşullarını tahlil ederek hem de Sovyet pratiğini inceleyerek, eleştirerek, dersler çıkararak bir sosyalizm perspektifi geliştirdiler. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, özne sorununa, dışardan bilinç meselesine, öncü-kitle diyalektiğine, parti-halk ilişkisine, toplumsal dönüşümünün mekanizmaları konusuna, halk içindeki çelişmelerin nasıl ele alınması gerektiğine vb. Mao Zedung kadar kafa yormuş bir başka sosyalist lider ve kuramcı yoktur. Doğaldır, çünkü bu sorunlarla pratik içinde karşı karşıya kalmışlardır Mao ve Çinli komünistler. Yurtsever, Çin pratiğini inceleseydi, ele aldığı ve çözümlemeye çalıştığı konularda -masa başında değil bizzat pratikten çıkarılan- engin bir bilgi birikimi ile karşılaşacaktı ve eminim gelecek ufku açısından çok daha gerçekçi ve olgun sonuçlara ulaşabilecekti.
Bu kısa köşe yazısında Çin devrim ve sosyalizm pratiğini ve Marksist kurama katkılarını özetlememe olanak yok (belki daha geniş bir tanıtım ve tartışma yazısında bu konulara gireriz). Sadece değerli bir yazara, kitabında ele aldığı konulara ilişkin çok önemli bir birikimi yok saymasının yarattığı eksiklikler noktasında uyarıda bulunmak istedim.
Günümüz dünya politika sahnesini tahlil etmeye çalışan kişi nasıl Çin’i yok sayarak bunu yapamayacaksa, 200 yıllık sosyalizm pratiklerini ele alıp bir “komünist ufuk” oluşturmaya çalışan kişi de Çin devrim ve sosyalizm deneyimini yok sayarak bunu hakkıyla gerçekleştiremez. Çünkü o ufka bakabilmek için çıkılması gereken son basamak Çin pratiğidir. Çin ele alınmadan ne 20. yüzyıl anlaşılabilir, ne 21. yüzyıl, ne de sosyalizmin sorunları ve özne meselesi.