Ender Helvacıoğlu
Türkiye’nin içinde bulunduğu çok boyutlu sosyo-ekonomik kriz ve toplumsal çelişkilerin derinliği ile siyaset sahnesindeki politik mücadelenin çerçevesi örtüşmüyor.
Muhalefet hâlâ sorunu bir “iktidar değişikliği” olarak görüyor ve sandığı işaret ediyor: AKP iktidarı yapılacak ilk seçimlerde devrilecektir ve “eski güzel günlere dönülecek”, “her şey çok güzel olacaktır”.
Muhalefetin ufku bu kadar. Peki, toplumun, henüz politik formülasyonlarını ve sözcüsünü bulamamış ama içten içe hissedilen ufku bu mudur? Bu iki ufuk çakışmıyor ve böyle giderse aralarındaki açı giderek büyüyecektir.
Bunu, muhalefetin Cumhur İttifakı bileşenleri arasındaki çatlaklara gereğinden fazla bel bağlamasından ve günün birinde Bahçeli’nin ülkeyi seçimlere götüreceğini sanmasından da anlayabiliyoruz. Bahçeli-Öcalan-Erdoğan üçlüsünün Kürt sorununu çözeceğine inanılmasından da… Derin sorunları kavrayamayan küçük politikalar bunlar.
***
Oysa gelinen noktada, Türkiye toplumunun harcı, Türkiye devletinin temelleri, kuruluş ilkeleri, toplumsal değerler, toplum sözleşmesi -bir politik söylem olarak değil, toplumsal bir olgu olarak– bulanıklaşmıştır ve tartışma konusudur artık. Sorun bu denli derindir.
Bir örnek vermek gerekirse, basit bir soru soralım ve düşünelim: Bugün, imkân bulsa, yurtdışına gitmek isteyen gençlerin (aslında sadece gençler de değil) oranı ne kadardır? İmkân bulanların hemen hepsinin gitmesinden veya gitmeye hazırlanmasından bu oran tahmin edilebilir (Kaldı ki, imkân bulunamaması ayrıca bir büyük sorundur). “Yurtdışına kapağı atmak”, bir biçimde imkânı olanlar arasında “tek umut” haline gelmiştir bugün.
İstediğiniz kadar “ulusu, devleti tartıştırmayız” deyin, bu örnekteki oran, toplum içinde -formüle edilmese de- bu kavramların yoğun olarak tartışıldığını gösterir. Daha doğrusu tartışılmadığını, artık ırgalanmadığını gösterir.
Yine aynı konuda bir soru daha soralım ve düşünelim: Yurtdışına kapağı atma imkânı bulamayan gençler (ki, büyük çoğunluktur) ne yapmaktadırlar? Bu düzenden, bu devletten ve bir gün işlerin düzeleceğinden, ebeveynlerinden daha iyi yaşayacaklarından umutları var mıdır, kalmış mıdır? Ülke içinde “düzen içi” bir gelecek veya devrimci bir çıkış göremeyen gençler hangi yolları denemek zorunda kalacaklardır? Bir bölümü şimdilik eski birikimleri (buna cumhuriyetin tükenmek üzere olan kazanımları da diyebiliriz) yiyorlar; peki, o da bittiğinde? Bu durumda nasıl bir toplum olacağımızı hissedebiliyor muyuz; bunun belirtilerini görebiliyor muyuz? Mattia Ahmet Minguzzi yavrumuzun ailesi hepimizden daha iyi hissediyor ve görüyor olmalı.
Sadece bu örnekler bile sorunun büyüklüğünü, derinliğini ve yapısallığını gösterir. Kürt sorunundan veya Türk sorunundan öte bir “Türkiye sorunu” yaşamaktayız bugün. Hangi milliyetten olursak olalım, bütün bir toplum olarak varlığımız tartışma konusudur ne yazık ki…
23 yıllık Siyasal İslam iktidarı bu noktaya gelinmesinin sorumlularından biri. Peki, mevcut muhalefetin bu derinlikteki sorunlara ilişkin bir yol haritası var mı?
***
Böyle bir yol haritası geliştirmek ve uygulamaya sokmak için devrimci ve sosyalist olmak gerekir. Ama en az 60 yıldır yurtseverleri, devrimcileri ve sosyalistleriyle savaşmış ve onları ezmeye, yok etmeye çalışmış bir ülkedir Türkiye.
68 kuşağının devrimci-yurtsever gençlik önderlerini fiziken yok etti bu devlet. Yetmedi, bu devrimciliği ve yurtseverliği yeşerten toprağı da yok etmeye çalıştı 12 Eylül faşist darbecileri. Ülkenin en donanımlı evlatlarını, yüzlerce aydınını faili meçhullere kurban verdi bu toplum. O dönemlerin gericileri, faşistleri iktidardadır bugün. Ve gelinen nokta ortadadır. Solu ve toplumsal örgütlülüğü ezilmiş bir ülkenin, varlığı tartışılan bir ülke olmak anlamına geldiğini somut olarak yaşıyoruz bugün. Böyle yapısal sorunlara, konuya devrimci bir tarzda yaklaşan, köklü ve devrimci seçenekler üreten odaklar çözüm getirebilir ancak. Fakat ne yazık ki, yeniden yaratmak zorundayız bu odağı, yeniden örmeliyiz bu devrimci çıkışı. Sadece emeğin hakkını almak için değil, ülkeyi de kurtarmak ve bir toplum olarak kalabilmek için…
***
Bir başka örnek üzerinden tartışalım. Bugün ülkemizde yaşanan derin yoksulluğa, gelir dağılımındaki adaletsizliğe ve işsizliğe nasıl çözüm getirilebilir? Asgari ücreti, emekli maaşlarını, memur maaşlarını birkaç kuruş artırmaya çalışarak mı? Yani dilenerek mi? Emekçiler ve emekliler bugün bu amaçla mücadele ediyorlar; küçümsediğim sanılmasın. Ama çözüm bu mu? Yoksa ülkedeki gelir dağılımına ve mülkiyet ilişkilerine radikal bir müdahaleyle mi çözülebilir bu sorun? Zenginden alıp yoksula vermek tek çözüm değil midir? Sadece emekçiye hakkını vermek için değil, ülkeyi ve toplumu da kurtarmak için…
Bir toplum (ulus) içinde zengin-yoksul, emek-sermaye çelişkisi makul düzeylerde tutulamaz ve giderek keskinleşirse, o toplum (ulus) toplum (ulus) olarak kalamaz. Toplum (ulus) yeniden inşa edilmek isteniyorsa bu çelişkiler yoksullar ve emek lehine çözülmek zorundadır. Bunu beceremeyen, emekçisi örgütlü olmayan ve siyaset sahnesinde güçlü bir biçimde temsil edilemeyen toplumlar (uluslar) dağılır.
***
Fazla uzatmayalım. “Ülke”, “ulus”, “devlet” ve “toplum” kavramları tartışma konusudur bugün. Mevcut siyaset sahnesini işgal edenler bu durumu görmeyebilir veya görmek istemeyebilirler, ama bu bir toplumsal olgudur. Demek ki, yeni bir ülke, yeni bir devlet, yeni bir ulus, yeni bir toplum, yeni bir cumhuriyet oluşturmak zorundayız. Sanırım bu yapısal derinliği, iktidar, muhalefete göre daha iyi kavrıyor. Kendi devletini, ulusunu, toplumunu (daha doğrusu ümmetini) ısrarla ve her yola başvurarak, toplumsal muhalefeti ezerek yaratmaya çalışıyor. Doğal olarak Türkiye’nin modernite birikimi ile kafa kafaya geliyor. Bu birikimi alt etmesi çok zor; ama toplumsal çatışmalara, çürümeye ve dağılmaya yol açabilir.
Toplumu, devleti ve ulusu tartışma konusu haline getiren çürümüş iktidarlar, muhalefet ederek yıkılmazlar. İktidar perspektifiyle, bir iktidar çıkışı örgütleyerek, alternatif bir iktidar odağı yaratarak (kısaca devrimci bir yöntemle) yıkılabilirler. Geçmişteki bütün toplumsal devrimleri, en başta da kendi cumhuriyet devrimimizi incelersek bu genel ilkeyi çıkarabiliriz.
Toplumsal, ulusal, yönetimsel çürüme ve dağılma, bir açıdan bakıldığında çöküş belirtisidir. Ama başka bir açıdan bakıldığında devrim belirtisi. 100 yıl önce, daha da vahim koşullarda Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bakış açısını biliyoruz. Sovyetler Birliği’ni ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni yaratanların bakış açısını da…
Türkiye, böyle bir iktidar hareketini yaratacak öncülerini çıkarabilecek toplumsal birikime sahiptir.
Öncelikle “Türkiye sorununu” nasıl çözeceğimizi belirlemeliyiz. “Kürt sorunu”, “Türk sorunu” gibi meseleler buna bağlı.







