Resmi yemin töreninden birkaç gün 20 bin kızılderilinin katıldığı ve İnka geleneklerine göre düzenlenen “taç giyme” törenine Güneş Rahibi olarak katılan Morales, Bolivya’nın yerli halkı tarafından İspanyolların gelişinden 500 yıl sonra ilk “resmi” lider olarak kutsandı. Ama Morales aynı zamanda bir sendikacı ve sınıf politikası yapan bir parti lideri. Latin Amerika’daki gelişmeleri iyi anlamalıyız.
Bu sayfalarda mümkün olduğunca Latin Amerika’daki değişim rüzgarlarını koklamaya çalışıyoruz. Latin Amerika ülkelerinin birer ikişer neo-liberalizm karşıtı politikaların safına geçişinin en geniş manalarıyla nasıl değerlendirebileceğine dair sorular atıyoruz ortaya. Ancak şu da bir gerçek ki Bolivya’nın Evo Morales liderliğini seçmesi, Arjantin, Şili ve hatta Brezilya’daki seçim sonuçlarından çok daha büyük yankı uyandırdı, Latin Amerika rüzgarını yeniden gündeme taşıdı. Evo Morales’in resmi olarak göreve başlamadan önce çıktığı kısa dünya turunda giydiği kazak bile bir tür moda haline geldi. Elbette bizim derdimiz Morales’in giydiği kazağın cinsi değil ama “ben halktan biriyim o yüzden onlardan biri gibi giyiniyorum” demesinin de yüzyılların birikiminden süzülüp gelen, semboller ve raconlarla örülü uluslararası politika sahnesinde önemli bir gösterge olduğunun hakkını vermek gerekir. Politika tarihindeki tüm önemli şahsiyetler kendileriyle özdeşleşmiş kıyafetleriyle belirir ne de olsa gözümüzün önünde. Morales’in kazağının en “sivil” kıyafetlerden biri olduğunun da altını çizmek gerekir.
Geçmişi mücadeleyle dolu
Evo Morales’in uluslararası arenada ilk parlayışı 2002 başkanlık seçimlerinde sürpriz bir şekilde ikinciliği elde etmesiyle oldu. Morales, lama sığırtmaçlığı ve koka çiftçiliği yapmış bir Aymara Kızılderilisi. Partisi MAS (Sosyalizme Doğru Hareketi diye çevrilebilir), politik gücünü Bolivya’nın orta kesimlerinde yoğun olarak yaşayan koka üreticilerinden alıyor. ABD’nin, kokain üretiminin önünü kesebilmek için Latin Amerika’ya ve özellikle Bolivya’ya dayattığı koka ekiminin yasaklanması fikrine karşı koka ve kokainin iki ayrı şey olduğunu ve çiftçilerin, And kültürünün bir parçası olan kokayı yetiştirmesinin doğal bir hak olduğunu söyleyen Morales, elbette uzun zamandır ABD’nin kara listesinde yer alıyor. Morales verdiği mücadeleyle bir anlamda Bolivya yerli halkının temsilcisi olmakta gecikmedi. Ama burada bir noktayı daha ekleyerek devam etmek gerekiyor, aksi halde Morales’i etnik bir kimliğin politika sahnesindeki temsilcisi olarak değerlendirip önemli noktaları ıska geçebiliriz. Evo Morales aynı zamanda bir sendikacı. Yerli halkın haklarıyla Bolivya halkının haklarını tek bir parti politikasında birleştirmeyi başarmış bir kişilik. Latin Amerika’nın ikinci büyük doğalgaz rezervine sahip olmakla birlikte Latin Amerika’nın en yoksul ülkesi olan Bolivya’da, enerji sektöründeki sendikaları arkasına alarak bir sınıf mücadelesi yürütüyor aynı zamanda. MAS’ın dünya coğrafyasının belli bir noktasındaki farkı, belki de Marks’ın “kendi kendilerini temsil edemezler, o yüzden temsil edilmeleri gerekir” dediği yerli köylü halka doğrudan temsiliyet alanı açmış olması. 2003 yılında Evo Morales önderliğinde yürütülen ve şiddetli çatışmalarla geçen gösteriler zincirinin talebi enerji sektörünün millileştirilmesiydi. Morales bu kampanya sırasında da boyun eğmez kişiliğiyle ön plana çıktı. Başkan Gonzalo Sanchez de Lozada’nın kayıtsız şartsız istifasını istedi ve kazandı. Ayaklanmaları ise beyaz azınlık elitine karşı yerli halkın isyanı olarak tanımlıyordu.
2003 Ekim’inden son seçimlere gelinceye kadar MAS, yerli halk ve işçi sınıfının yanı sıra orta sınıfa da sızmayı başardı. Politik kariyeri sırasında ABD’nin kendisine taktığı her yafta ve Morales’i yeğleyen Bolivya’ya karşı savurduğu her tehdit, Morales’in popülaritesini biraz daha artırdı. Ve nihayet Morales’in son seçimlerdeki zaferi geldi.
Bolivya’nın 500 yıl sonra ilk “resmi” lideri
Morales yemin töreninde yaptığı konuşmada birkaç noktaya değiniyor: Neo-liberalizmin Bolivya için işlemediği ve doğal kaynakların Bolivya halkına ait olması gerektiği… 500 yıllık yerli halk direnişinin nihayet iktidarı aldığı ve haklarını savunmak için ayağa kalktığı… Uyuşturucuyla mücadelenin bir ulus üzerinde tehdit ve baskı unsuru olarak kullanılamayacağı… Konuşmasında ılımlı bir söylemin ağırlıkta olduğu söylenebilir. Henüz ilk gününü yaşayan bir iktidar için bunu şimdilik taktik gereği diye yorumlamak mümkün. Ama yemin töreni sırasında meclis dışında kendisini destekleyen on binlerce yerli ve işçi kitlesinin önemini ve beklentisini de hesaba katmak gerekiyor. Dahası resmi yemin töreninden birkaç gün önce düzenlenen kızılderili seremonisinin sembolik değeri üzerinde de durmak gerekiyor. 20 bin kızılderilinin katıldığı ve İnka geleneklerine göre düzenlenen bu “taç giyme” törenine Güneş Rahibi olarak katılan Morales, Bolivya’nın yerli halkı tarafından İspanyolların gelişinden 500 yıl sonra ilk “resmi” lider olarak kutsandı. Uluslararası arenanın önde gelenleri ve yorumcuları ne düşünüyor olursa olsun, dünyanın bu bölgesindeki bir halk, 500 yıl sonra, Evo Morales’in liderliğinde uluslararası arenaya çıktığına inanıyor. Kalbi solda atan herkesin bu noktada durup saygıda kusur etmemesi gerektiğine inanıyorum.
Latin Amerika’daki gelişmeleri doğru değerlendirebilmek…
Morales, Chavez’e yaptığı ziyarette Fidel’le birlikte üçünün bir “Hayır Ekseni” kurduğunu ve gerçek “Şer Ekseninin” ABD olduğunu cümle alemin bildiğini açıkladı. Gerçekten de Morales’in başkan seçilmesiyle birlikte Latin Amerika’daki gidişata dair yorumlar birden gündeme oturdu. Özellikle sağ kesimden gelen değerlendirmeler ilginç bir manzara sunuyor: Laten Amerika’da bugün sol olarak değerlendirilen isimlerin birçoğu (ki buna Chavez, Kirchner ve Morales de dahil ediliyor) aslında solcu değil popülisttir. Politika sahnesinde Fidel Castro gibi Marksist liderler, kabullenilmiş ve tahmin edilebilir nitelikte liderlerdir. Popülist kimlikleri dolayısıyla diğerleri ise Latin Amerika ve dünya için serseri mayın gibidir ve zararlıdır!
Uluslararası sağın bu yorumu gerçekten dikkat çekici. Soğuk Savaş’ın sınırları ve safları belli savaş düzeninin dışına çıkılmasını bir tehdit olarak algılayan bu bakış açısı, uluslararası solun Latin Amerika’ya yaklaşımıyla da belli noktalarda örtüşüyor ne yazık ki. Sol söylem özellikle Chavez’in şahsında, tek ülke, tek ulus etrafında verilen sol mücadelenin yetersiz olduğunu ve aslolanın uluslararası liberal ekonomiye karşı çareler geliştirmek olduğunu ima ediyor. Biraz edebileştirirsek şöyle de diyebiliriz: Sağ, Latin Amerikalı liderlerin sanıldığı gibi Mesih olmadığını söylerken, sol, Mesih olmayan liderin liderden sayılmayacağını söylüyor. Sol, bütün bu liderlere, uluslararası ekonominin matriksini çözmelerini ve ondan sonra gelmelerini söylüyor neredeyse. Oysa Latin Amerika’daki gelişmeleri yakından takip edersek, bazı hamlelerin uluslararası ekonomik değerlerin yüreğine kama sokacak kadar akıllıca planlandığını ve genel geçer ekonomik kuralların nasıl sol bir niyet için tersine çevrilebildiğinin kanıtlarını bulabilmek mümkün: Arjantin’in IMF’ye olan borçlarını erken ödeme kararı almasından sonra Venezüella’nın Arjantin’den normalin iki katı devlet tahvili satın alarak verdiği destek; Brezilya’nın ABD ilaç firmasıyla girdiği mücadelede jenerik ilaç kavramını “ulusal bir hak” olarak gündeme getirmesi; yine Brezilya’nın, ABD’nin pamuğa uyguladığı devlet desteğinin yasadışı olduğuna dair bir kararı uluslararası kurumlardan geçirebilmesi; Venezüela’nın döviz rezervi fazlasını sosyal projelere aktarmak için bulduğu formül vesaire vesaire… Bütün bunlar küçük haberler olarak harcanıp giderken, Latin Amerikalı liderlerin kendi halklarının dışında kimse tarafından yeteri kadar ciddiye alınmaması ironik bir durumdan daha fazlasını işaret etmiyor mu sizce?