Ana Sayfa Bilim Gündemi İlerliyor muyuz?  

İlerliyor muyuz?  

264
Babil Kulesinin İnşası, Marten van Valckenborch (1535-1612); © Towneley Hall Art Gallery ve Museum, Burnley, Lancashire; Dutch.

Ender Helvacıoğlu

İnsanın kültürel (toplumsal) evriminin tarım devrimi ve özellikle uygarlık ile birlikte baş döndürücü bir hızla ilerlediği bilinir. “Orta ve yukarı pleistosen dönemleri boyunca yaşayan yirmi bin kuşak süresince insan kültürünün son derece ağır geliştiği, tarımın başladığı ve zamanımızdan on binyıl öncesinden bugüne gelip geçen üç yüz kuşak içinde ise gelişmenin şaşırtıcı bir hıza ulaştığı” belirtilir (C. S. Coon, “The History of Man”, Aktaran A. Şenel, “İlkel Topluluktan Uygar Topluma”, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1982, s.33-34).

Yani insanlığın ele aldığımız 500 binyıllık tarihinin son on binyılında, önceki 490 binyılı kat kat aşan hızda bir ilerleme yaşanmıştır.

Süreç olarak sadece uygarlık dönemini ele alırsak da benzer bir durumla karşılaşırız: Yaklaşık 6000 yıllık tarım ağırlıklı dönemde kültürel (toplumsal) evrimin oldukça ağır ilerlediği, endüstri devrimi ile birlikte (son 250 yıl) ilerlemenin şaşırtıcı biçimde hızlandığı söylenebilir. Yani 6000 yıllık uygarlık döneminin son 250 yılında, önceki yılları katlayan hızda bir ilerleme yaşanmıştır.

Aynı şekilde sadece endüstri dönemini ele alırsak, 250 yıllık bu dönemin genetik ve bilişim devrimlerinin yaşandığı son 25 yılı için benzer bir ilişki kurulabilir.

Kısacası, kültürel (toplumsal) evrimin ivmesi giderek artmaktadır. Giderek artan bir ivmeyle ilerliyor insanlık.

Acaba?

Düşünmek ve kavrayışımızı geliştirmek için bazı sorular ortaya atabiliriz:

– Kültürel evrimin bir ölçütü var mıdır, varsa ne(ler)dir? Neye göre ilerlemiş sayılıyoruz? Bir ölçüt ararken, insan-doğa ilişkisini mi esas alacağız, insan-insan ilişkisini mi, yoksa iç içe geçmiş biçimde ikisini birden mi? Veya başka ölçüt zeminleri ortaya atılabilir mi?

– İnsanın giderek daha fazla doğadan bağımsızlaşmasının, kendi doğasının ve doğal çevresinin sınırlılıklarını giderek aşmasının ilerlemenin temel ölçütü olarak kabul edilmesi yaygın bir görüş. “Doğaya karşı mücadele”, “doğaya karşı zafer”, “doğaya egemen olma” gibi kavramlar bu ölçütün tanımları. Yukarıda sözünü ettiğimiz sıçramalar (toplayıcılık ve avcılıktan tarıma geçiş, tarımdan endüstriye geçiş, genetik ve bilişim devrimleri) bu ölçüte (doğadan bağımsızlaşma) göre saptanıyor. Bu doğru (insan yararına) bir yaklaşım mı?

– İlerleme kavramı sınıflar-üstü bir kavram mı? “İlerliyoruz” derken, bunu bütün sınıflar ve bütün toplumlar adına mı söylüyoruz? Bu kavramın uygarlık (yani sınıflılık) ile birlikte ortaya çıktığı biliniyor. Farklı sınıfların ve farklı toplumların farklı ilerleme ölçütleri ve yaklaşımları yok mu? Ölçütler de sınıfsal değil mi? Sınıflar-üstü ve nesnel bir ilerleme ölçütü bulamaz mıyız? Eğer bulursak, egemen ilerleme hattı yaklaşımı tepetaklak olur mu? İnsan (egemenler değil, toplumun bütünü açısından) ne kadar uygarlaştı, modernleşti, kapitalize oldu, sosyalize oldu?

– Sözü edilen “ilerleme” nereye doğru? İlerlemenin giderek artan ivmesi insanlığı kurtuluşa mı götürmektedir, yoksa yok oluşa mı? Bu hızla ilerlemeye devam ettiğimizde nereye varacağız? Kültürel evrim biyolojik evrimden bu denli farklılaşırsa (ve çelişirse) sonuç ne olur? Kültürel evrim biyolojik evrimi belirleyebilir mi? Diyelim ki belirleyebildi, ya fiziksel evrim? İnsanoğlu biyolojinin ve fiziğin ötesine çıkabilir mi? Fizik ötesi? Doğaüstü? Metafizik?

***

Bu bir köşe yazısı. Elbette böylesi “ahret sorularına” burada yanıt bulamayız; sadece tartışılsın diye yazıyoruz. Ama yanıt bulma çabamızda ille de felsefe yapmamız gerekmiyor. Daha pratik bir yoldan gidebiliriz.

Bu soruları Gazze’de, Refah Kapısı bölgesinde sıkışmış ve tepesine ileri teknoloji ürünü bombalar yağan yüzbinlerce insana sorabiliriz örneğin: İlerliyor muyuz?

Bu öneriyi slogancı bulanlar, hamaset yapmak olarak niteleyenler olabilir. Emin olun, değildir. Egemenlerin (“ilerilerin”) oturduğu yüksek katlardan görülemeyecek, anlaşılamayacak bir gerçeğin ifade edilmesidir. Ayaktakımının gerçeğidir. Tarihsel/sosyal, bütün devrimleri bu gerçek yapar. Aristokrat kafalılar, çürümüş burjuva kafalılar bu nedenle devrimlere düşmandırlar ve gerileme olarak nitelerler.

İnsanlık ezilenlerin, emekçilerin yıkıcılığıyla ilerler (bilimsel-teknolojik gelişmelerin ardındaki dinamik de budur). Burada yine “ilerleme” sözcüğünü kullandım ne yazık ki. Çünkü ezilenler tarih boyu yıkıcılıklarını kurtuluşçulukla, kendileri için bir yapıcılıkla tamamlayamamışlardır henüz ve yıkıcılıklarına el konulmuştur; sosyalist devrimler de dahil… Modernitenin de sosyalizmin de henüz çözemediği bir sorundur bu. Neyse, daha yolun başındayız; gün gelir çözeriz bu sorunu da.

Ama başka bir mesele daha var. İnsanın (devrimin) çözemediği sorunları doğa (evrim) çözer. Sadece insan için değil her canlı türü için geçerlidir bu kural. Ve hiçbir canlı türü (insan dahil) doğanın ne yıkıcılığıyla ne de yapıcılığıyla baş edebilir.

BİTİRMEDEN SON BİR NOT: Bu genel yazıyı biraz yerelleştirelim. Seçimlerden sonra ortalığı kaplayan “normalleşme”, “yumuşama” söylemlerinin, alt katlarda “anormalleşmeyi”, “radikalliği”, yani yıkıcılığı artırdığının acaba farkında mıdır üst kattakiler? Farkında olmadıkları veya umursamadıkları anlaşılıyor. Hadi hayırlısı…

Önceki İçerikYeniden vatan olmanın Türk-Kürt denklemi
Sonraki İçerikHep birlikte esneyelim