Doğu Perinçek, 29-30 Mayıs tarihli Aydınlık gazetesindeki köşesinde Bilim ve Gelecek’te Kürt sorunu ile ilgili çıkan bazı yazıları eleştirmiş. Bu yazılardan ikisi benim imzamı taşıdığı için kısaca yanıt vermek istiyorum.
Perinçek’in ilk günkü yazısında bazı dokundurmalar dışında fazla bir fikir tartışması yok; asıl eleştiriler 30 Mayıs tarihli ikinci köşe yazısında.
Perinçek şu soruyu ortaya atarak başlıyor yazısına: “Türk milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliği eşit midir? Bu soruyu Türk milleti ile Kürt milleti bugün toplumsal pratikte eşit midir diye de sorabilirsiniz.” Perinçek, “gürültü çıkarmamızı” baştan engellemek için “İdeoloji, Hukuk veya Ahlâk düzleminde eşitlikten söz etmediğini” de eklemiş. Gerçi “Tarihsel” düzlemde yazdıklarında “gürültü çıkaracak” epey nokta var ama bunu sonraya bırakalım; tartışmamızı onun önerdiği düzlemde, yani toplumsal pratik, daha doğrusu politika düzleminde sürdürelim.
Birincisi insanlar toplumsal pratiğe benimsedikleri ideolojileriyle girerler; ideolojileri ışığında politika yaparlar. Dolayısıyla İdeoloji düzlemiyle Politika düzlemini birbirinden ayırmaya olanak yok. Bu iki düzlemi birbirinden ayırdıklarını söyleyenler de aslında ideolojik tavır almaktadırlar ve onların ideolojilerine de “pragmatizm” denir. Perinçek’teki pragmatizm konusuna geliriz biraz sonra.
İnsanların verdikleri yanıtlardan önce sordukları sorular, sorularını formüle ediş biçimleri ideolojilerini ele verir. Perinçek Kürt sorununu ele alırken sorunsalı şöyle koyuyor: “Türk milleti (Türk milliyetçiliği) ile Kürt milleti (Kürt milliyetçiliği) toplumsal pratikte eşit midir?” Tarihi sınıf mücadeleleri tarihi olarak gören ve her toplumsal koşulda sınıf analizi yaparak politikalarını oluşturmaya çalışan bir bilimsel sosyalist (Marksist) sorunsalı böyle formüle etmez. Ne Kürt sorunu Türk milletiyle Kürt milleti arasındaki bir sorundur, ne 2. Dünya savaşının doğu cephesi Alman milletiyle Rus milleti arasındaki bir savaştır, ne de ABD’nin Irak işgali Amerikan milleti ile Irak milleti arasındaki bir savaştır. Ancak tarihi milletler ve onların devletleri arasındaki çatışmaların tarihi olarak gören, yani tarihe milliyetçi ideolojinin perspektifiyle yaklaşanlar toplumsal pratiğe ilişkin sorunları bu biçimde formüle ederler. Perinçek de bir bilimsel sosyalist olarak değil, bir “milliyetçi (Türk milliyetçisi)” olarak sorunlara yaklaşıyor.
Milletler, halklar, hatta bu millet ve halkın çoğunluğunu oluşturan emekçi kitleler, bazı dönemlerde gericilerin, faşistlerin, emperyalistlerin peşine takılabilirler. Zaten hakim sınıflar egemenliklerini sadece zor yoluyla değil, hatta esas olarak bu ideolojik hegemonyaları sayesinde sürdürürler. Ama bu durum, o milletlerin ve halkların “gerici halk”, “faşist millet”, “emperyalist millet” olarak tanımlanmasını getirmez. Evet, milliyetçiler böyle tanımlar yapabilirler. Ama sosyalistler bir sınıf analizi yaparak, halkları, emekçi kitleleri, hatta bir avuç işbirlikçi dışında bütün milleti faşizmin ve emperyalizmin ideolojik hegemonyasından kurtarmak ve saflarına kazanmak için mücadele ederler. Onların değişebileceklerini, gerçek sınıfsal çıkarlarını zamanla kavrayacaklarını bilirler. Sosyalistler halka, Marie Curie’nin bir ton çamura yaklaştığı gibi yaklaşırlar; o bir ton çamur içindeki bir gram radyumu görürler ve o tonlarca çamuru bir gram radyuma dönüştürürler. Devrimcilik budur. Sınıf mücadelesi ve onun bir cephesi olarak ideolojik mücadele dediğimiz de budur.
Milliyetçilik, tıpkı takım taraftarlığı gibidir; kendisini abartır, karşısındakini ise küçültür. Dolayısıyla iki durumda da toplumsal gerçeklerden kopar. Sadece gerçeklerden kopsa sorun değil, ama gerçek sandığı şeyin peşinde tehlikeli pratiklerde de bulunur.
Örneğin, tıpkı FB formalı genci bıçaklayan GS’li veya GS’lileri Kadıköy’e almayan FB’liler gibi, “Samsun’a ancak Atatürk çıkar, siz çıkamazsınız” der (D. Perinçek, Aydınlık, 22 Şubat). Mücadele bu biçimde yapıldığında kendi taraftarları da Diyarbakır’a, Hakkari’ye giremez! Oralarda gazete okuyamaz, satamaz hale gelirler.
Örneğin, “ABD ve AB emperyalizmine karşı ayağa kalkan millet, Türk milletidir” diye yazar (D. Perinçek, Aydınlık, 30 Mayıs). Ama milletin -hakim ideolojinin etkisi altında- yüzde 50’sinin ABD taşeronu gerici AKP’ye, geri kalanının da kendi partisine değil MHP ve CHP’ye oy verdiği gerçeğinin üzerinden atlayıverir.
Örneğin, tıpkı GS’nin veya FB’nin “şanlı tarihi”nden söz eder gibi, “Türk Milliyetçiliğinin tarihi, emperyalizme karşı savaş tarihidir” diye yazacak kadar tarihi gerçekleri saptırır (D. Perinçek, Aydınlık, 17 Nisan). Unutuverir: (yakın dönemden başlayalım) Soğuk Savaş yıllarında Türkiye’de Sovyetler Birliği’ne karşı Amerikan örgütlenmesini (kontrgerilla) kimler gerçekleştirdi? MHP ve Ülkü Ocakları neydi? “Kanlı Pazar”larda devrimcileri kimler bıçakladı? Deniz’leri kim astı? Mahir’leri kim katletti? Demirel’in MC’leri neydi? 1 Mayıs 1977 katliamını kim yaptı? 70’lerde yüzlerce devrimciyi kim öldürdü? Onlarca aydınımıza kim suikast düzenledi? Nihal Atsız’lar, Alpaslan Türkeş’ler kimdi? Çorum, Kahramanmaraş katliamlarını kim yaptı? Ağca’lar, Çatlı’lar, Yazıcıoğlu’lar kimdi? 12 Eylül faşist darbesini yapan ABD’nin “our boys”ları kimlerdi? Türk-İslam Sentezi hangi ideolojinin uygulamasıydı? Evren’ler, Özal’lar, Çiller’ler, Ağar’lar, Güreş’ler kimdi? 90’lı yıllarda binlerce faili meçhulü kimler gerçekleştirdi? Eken’ler, Eymür’ler, Yeşil’ler kimdi? Toplu mezarlar kimin marifetiydi? Kürt köylerini kimler yaktı? Mumcu’ları, Dink’leri kimler öldürdü? Vb, vb, vb, vb…
Bütün bunlar Türk milliyetçiliği adı altında yapılmadı mı? Yoksa bütün bunlar emperyalizme karşı savaşın gerekleriydi de biz mi yanlış saftaydık? Bunlar Türk milliyetçisi değillerse, emperyalizme karşı savaşan Türk milliyetçileri kimlerdi? O günden bugüne emperyalizme ve faşizme karşı savaşan Türkiyeli sosyalistler, devrimciler ve yurtseverler kendilerini hiçbir zaman “Türk milliyetçisi” olarak nitelemediler. Kimse günün politikaları uğruna tarihi gerçeklerin üstünü örtmeye kalkmasın. Türk milliyetçiliğinin son 70 yıllık tarihi, belki de Kürt milliyetçiliğinin yüz katı kadar, emperyalizm işbirlikçiliğinin, kontrgerillacılığın, faşist zorbalığın ve katliamcılığın, halk ve emek düşmanlığının, başka milliyetlere karşı zor kullanmanın tarihidir.
Örneğin, “gerici-milliyetçi-işbirlikçi Taşnak Partisi”nden değil de “işbirlikçi Ermeniler”den söz eder ve yaşanan kitle kırımının üstünü örtmeye çalışır.
Örneğin, “Kürt feodalizminden, gerici Kürt ağalarından ve şeyhlerinden” değil de “Cumhuriyet düşmanı Dersimlilerden” söz ederek, Dersimli 30 bin yoksulun katledilişini aklamaya çalışır. (Bu arada, karşı taraf da zıt bir milliyetçilikle feodal ağalara, şeyhlere sahip çıkıyor)
İşte toplumsal olgulara/süreçlere, çatışmalara milliyetçilik gözlüğüyle yaklaşıldığında bütün bunlar yapılır ve savunulur. Ben ve Bilim ve Gelecek’te yazan diğer arkadaşlarım tarihi ve güncel sorunlara milliyetçilik gözlüğüyle bakmıyoruz. Ne Türk milleti ile bir derdimiz olabilir ne de Kürt milletiyle. Derdimiz emperyalizmle ve milliyeti ne olursa olsun işbirlikçilerle ve gericilerle…
***
Sayın Perinçek, toplumsal pratik (politika) düzleminden çıkıp tarihsel düzleme geçtiğinde de “Türk milletinin büyük imparatorluklardan gelen bağımsızlık mirası”ndan söz ediyor. Daha önce de “Türklerin devlet kurma yeteneği”nden ve “3 bin yıllık Orta Asya Uygarlığı”ndan söz etmişti. Bunlar da tarihsel gerçeklerle uyuşmuyor. Türkler, bazı diğer halklara göre oldukça geç tarihlerde devletleştiler. “Türk” adıyla kurulan ilk devlet (Göktürk Devleti), MS 500-600 civarına denk düşer. O da daha çok bir “kabile federasyonu” düzeyindedir ve yaşamı fazla sürmemiştir. Türkler ancak batıya göçlerinden sonra, doğal olarak, karşılaştıkları kadim uygarlıkların (Fars, Arap, Bizans vb) devlet geleneklerini ve başta dinleri olmak üzere kültürel geleneklerini sahiplendiler; Selçuklu, Osmanlı gibi imparatorlukların kuruluşuna önderlik ettiler. Bu “gecikme” tarihsel bir olgudur, ayıp bir şey değildir; bir milleti ne küçültür ne de büyütür. Örneğin orta ve kuzey Avrupa halkları çok daha geç tarihlerde devletleşebilmişlerdir. Öte yandan “milletlerin yetenekleri”nden söz etmek, milliyetçilikten de daha geri bir anlayışa işarettir; bu tür yaklaşımları ancak örneğin Gumilev gibi mistikler ve etnikçilerde görebiliriz. Uyarımızı yapalım ve daha fazla ilerletmeyelim, kötü noktalara varırız ve haksızlık yapmış da oluruz.
***
Değerli Doğu Ağabey yazısını şöyle noktalamış: “Emperyalizme karşı bugün esas olarak Türk Milleti mevzisinde savaşılır. Devrim, Türk Milletiyle olur.” Bunu kavramazsanız “Erdoğan’ın, Gülen’in, Apo’nun safına düşersiniz” diye de uyarmış.
Bu çok tehlikeli bir yaklaşım ve devrimi olanaksızlaştırıyor. Çok daha zor koşullarda, Mustafa Kemal bile, kurtuluşun denklemini “Türklerle Kürtlerin birliği”, “Türklerle Kürtlerin ortak vatanı” biçiminde kurmuştu. Bu politikayı ısrarla uygulamasaydı Sevr’den öteye geçilemeyeceğinin farkındaydı. Türk ve Kürt kökenli vatandaşların çok daha iç içe geçtiği ve ortak vatanı paylaştığı günümüz koşullarında ise Perinçek’in “Devrim, Türk Milletiyle olur” denklemi, devrimi imkânsızlaştırmanın yanı sıra tehlikeli noktalara da varabilir. Mevziyi iyice daraltmış olmanın yanı sıra, mevziler iç içe olduğundan ve karşılıklı konuşlanma tehlikesi bulunduğundan bölücü bir rol oynayabilir, hatta kanlı bir iç savaş tehlikesi barındırır.
Başka çaremiz yok: Başta Türk ve Kürt kökenli vatandaşlarımız olmak üzere çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının emperyalizme ve gericiliğe karşı ortak mücadelesi formülünde ısrar etmek zorundayız. Bunu da ancak eşitlik, özgürlük ve karşılıklı haklara saygı temelinde başarabiliriz. “Ben Kürdüm” diyene, inkâr politikasının bir başka biçimi olan “yok efendim, sen Kürt kökenli Türksün” diye dayatarak, “ya sev ya terk et” formülünün bir başka versiyonu biçiminde “ya bunu kabul edersin ya da karşı saftasın” diyerek başarılabilecek bir devrim yoktur; hele bu saatten sonra… Günümüz sosyolojisi ve toplumsal gerçekleri göz önüne alınırsa, Kürtler “Türk Milletinin şerefli bir mensubu” olarak değil; çeşitli milliyetlerden Türkiyeli emekçiler, bu coğrafyanın şerefli yurttaşları olarak, ortak mücadeleyle “bağımsız, özgür, başı dik, gönençli bir geleceğe” ulaşabilirler.
Emin olun başka bir yol yok! Türk milliyetçiliği ile kısa vadede bazı güçler biriktirilebilir; bu sizi yanıltmasın. Bu da bizim İşçi Partili arkadaşlara ve özellikle de o saflardaki genç devrimcilere bir uyarımız olarak kabul edilsin.
***
Kısaca şu pragmatizm konusuna değinelim. İlginçtir, bu yazıda ve daha önce bu konudaki makalelerimde yazdıklarım, 80’li-90’lı yıllarda İP’de geliştirdiğimiz ve özellikle Perinçek’in çalışmalarından çıkardığımız sonuçlar. Hele hele Perinçek’in eleştirdiği BG’nin “Türk-Kürt sorunu” dosyası neredeyse Sayın Perinçek’in “Kemalist Devrim-4 Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası” adlı kitabından derlendi.
Orada yazdıklarımız esas olarak kuramsal konular, sosyolojik ve tarihsel olgular. Bunlar izlenen politikalardaki değişimlere göre değişmezler. Doğu Perinçek’in “Bugün emperyalizme karşı esas olarak Türk Milleti mevzisinde savaşılır” önermesi bir politikadır. Doğrudur, yanlıştır; tartışılır, biz de onu yapıyoruz… Ama böyle bir politika izleniyor diye, Kürtlerin millet olmaktan çıkarılması, Türk milletinde olmadık yetenekler keşfedilmesi, Türk milliyetçiliğine ilişkin tarihsel gerçeklerin göz ardı edilmesi gerekmiyor. Bu, iki düzlemin birbirine karıştırılması, bildik deyimle politikanın teoriyi yemesi demektir. Ne kadar balık hafızalı olursa olsun halkımız da bunu fark eder ve ciddi bir güven sorunu ortaya çıkar.
Örneğin, Sayın Perinçek 90’lı yıllarda kaleme aldığı “Aydın ve Kültür” adlı kitabında şunları yazmış:
“Burada, devleti olmayan halkların, örneğin Kürtlerin bir ulus olup olmadıkları sorulabilir. Osmanlı devletinin hâkim olduğu topraklarda Türkler, Araplar ve Kürtler en geç uluslaşan topluluklardı. Kürtlerin bir devletinin olmaması, bu süreci daha da geciktirdi. Fakat bu, Kürtlerin şimdi bir ulus olmadıkları anlamına gelmez. Uluslaşma da bir insanın hayatı gibidir. Doğuyor, sonra çocukluk, gençlik ve yaşlılık çağlarından geçiyor. Bu sürece adımını attığı andan başlayarak, o topluluğu bir ulus olarak tanımlamak gerekir.” (Aydın ve Kültür, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Nisan 1996, s.66)
“Kısacası ulusu, dünyanın her yerinde burjuvazi, özellikle de burjuva devleti yaratmıştır… Burjuvazinin milleti yaratmakta kullandığı örgüt, devlettir; ideoloji ise, Milliyetçilik.” (s.65)
“Sınıf gerçeğini toplumun zihninden silmek için, topluma ‘ulusal kültür’ büyüsü yapılır.” (s.70)
“Ulus, bu açıdan Allah’a benzer. Eski sınıflı toplumun efendisi, nasıl kendi sınıf hâkimiyetini koruması için gökyüzündeki efendiyi (Rab) yaratmışsa, burjuvazi de kendi hâkimiyet sistemini sürdürmek için ulusu yaratmıştır… Görüldüğü gibi, Milliyetçilik, dinle aynı işlevi görür.” (s.70)
“Ulusal kültür, dünyanın her yerinde burjuvazinin kültürüdür… Burjuvazi ile emekçileri birleştiren ortak bir ‘ulusal kültür’ yoktur.” (s.71)
“’Ulusal kültür’ ve ‘ulusal kimlik’ aslında farklı kimliği olan sınıfları bir arada göstermek yanında, aynı kimlikten olan emekçileri de böler.” (s.73)
“Dünya emekçilerini bölmek için, onları kendi burjuvazileriyle birleştirmek gerekiyor. Burada kullanılan yapıştırıcı ‘ulusal kimlik’tir. Ulusal kimlikçi diyor ki, ‘biz hepimiz aynı kayıktayız, bu kayık batarsa hepimiz batarız, yüzerse birlikte yüzeriz’. Sonuçta şu olmaktadır: Ayağınızda delik pabuç var, ama kafanızın içinde büyük sermayenin beyni. Korkunç bir yabancılaşmadır bu. ‘Ulusal kültür’ ve ‘ulusal kimlik’, emekçinin kendine yabancılaşmasıdır; kendi emeğine ve kendi sınıf kardeşlerine yabancılaşmasıdır. ‘Ulusal kültür’ ve ‘ulusal kimlik’, emekçiyi, kendisi olmaktan çıkarmakta, başka sınıfa ait kılmaktadır. Türk kimliğindeki ve Kürt kimliğindeki aidiyet, Türk’e ve Kürt’e ait olmak değildir; Türk burjuvazisine, Kürt burjuvazisine ve bunlar üzerinden dünya burjuvazisine ait olmaktır.” (s.79)
Türk milliyetçiliğine veya Kürt hareketine ilişkin politikalar değişebilir. Somut koşullara göre yakınlaşırsınız, uzaklaşırsınız, ittifak yaparsınız, düşman olursunuz; bunlar politika yapmanın gereği. Ama yukarda yazılanlar politika değil, bilimsel, tarihsel, sosyolojik saptamalardır; politikalara göre değişmezler. Ya bunlar doğrudur ya da şimdi söyledikleriniz.
Mao Zedung, Japon işgaline karşı Guomindang ile ittifak yaparken milliyetçi olmadı. Hatta tam tersine, o dönemde yazdıklarından anlaşılacağı üzere, sosyalist teoride sağlamlaşmaya daha da fazla önem verdi.
Bugün uçmamız gerekiyor diye, yerçekimi yasasını reddetmek zorunda değiliz. Yerçekimi yasasını dikkate alarak uçmanın bir yolunu bulmamız gerekir. Yoksa kafa üstü çakılmak kaçınılmazdır.
Pragmatizmin teoriyi bile yiyen biçimi, güven bunalımı yaratır ve kesinlikle güç kazandırmaz. Sayın Perinçek “Ender 20 yıl öncesinde kalmış, toplumsal pratiğe bakmıyor” diyor. Evet, bu konularda 20 yıl önce ne savunuyorsam, bugün de aynını savunuyorum. Politikalar ise tabii ki değişmiştir.
***
Son olarak birkaç not:
Bilim ve Gelecek benim özel mülküm değil. Bunu dergiyi ve beni bir parça tanıyan herkes bilir. Derginin -görev olarak hiç önem vermediğimiz, künyede en sona koyduğumuz- resmi sahipliğini 7 yıl başka arkadaşlar yaptı, 3 yıldır da ben yapıyorum. Bilim ve Gelecek bir kişinin özel mülkü olsaydı, değil 10 yıl, 3 ay bile yaşayamazdı. Bizim yaşamamızın garantisi patronsuz olmamızdır.
Doğu Ağabey “partili mücadelenin gerekliliği” konusunda ise sonuna kadar haklı. 17 yaşımdan 44 yaşıma kadar partili mücadele veren bir kişi olarak bunu iyi bilirim. Tıpkı şu andaki örgütsüz konumumun bana kaybettirdiklerini bildiğim gibi. Şimdiye kadar ne öğrendiysem, ne biriktirdiysem bunu örgütlü/partili mücadele içinde kazandım. Partisiz mücadele sadece laf etmek demektir. İnsan eşinden, dostundan ayrılır, olabilir; ama partisinden ayrılmak zorunda kalmak daha da acıdır, bunu da iyi biliyorum. Ama size yıllarca emek veren partinin, tüzüğünün ve programının değiştiğini gördüğünüzde ve mücadeleniz sonuçsuz kaldığında yapacak bir şeyiniz kalmıyor, istifa ediyorsunuz. Fakat bu zaaflı (partisiz) konumu en kısa zamanda değiştirmek de boynumun borcu. Öldüğümde tabutuma sarılacak bir parti bayrağım bile yoksa yuh olsun bana, yuh olsun benim komünistliğime…
Son bir not: AKP-Cemaat marifetiyle yürürlüğe sokulan Amerikan operasyonu sonucu Silivri zindanlarına atılan, ama orada yiğitçe mücadele veren devrimci-yurtsever arkadaşlarıma selam olsun. Tartışırız, birbirimize haksızlık da yapabiliriz, anlaşırız, anlaşamayız; ama bu büyük gerçek değişmez.