Dünyaca ünlü Marksist bilim insanlarından biri olan David Harvey’in 2012 yılında yayınladığı son kitabı, Asi Şehirler, hızla Türkçe’ye çevrilip Metis Yayınları tarafından Nisan ayı içerisinde yayınlandı. Aslında bu yazının, Bilim ve Gelecek dergisinin Mayıs sayısında yayınlanması planlanmıştı. Ancak gerek ülkenin siyasal gündeminin yoğunluğu gerekse kişisel gündemlerim nedeniyle bu kitap tanıtımını biraz ötelemek zorunda kaldık. Ancak içinde bulunduğumuz günlerde bu kitabın tanıtılması ve okunması neredeyse bir zorunluluk halini almış gözüküyor.
Neden mi? Mayıs sonunda başlayan ve şiddeti azalmakla birlikte hala devam eden bir toplumsal hareket dalgasını deneyimliyoruz. Bu hareketin hakkıyla anlaşılabilmesi için Harvey’in kitabı bulunmaz bir kaynak niteliği taşıyor. İlk olarak kitabın genel bir teorik değerlendirmenin yanı sıra Harvey, son yıllarda Tunus ve Mısır’la başlayıp Ortadoğu ülkelerine, ABD’ye ve Avrupa’ya yayılan isyan dalgasını inceliyor kitapta. Özellikle ABD’deki eylemlerle birlikte “işgal et” (occupy) dalgası olarak bilinen ve Türkiye’deki hareketle önemli paralellikler sergileyen bu dalgaya ilişkin Harvey’in değerlendirmeleri son derece dikkat çekici.
Öncelikle Harvey’le ilk olarak tanışacak okur için birkaç küçük not: İlk uzmanlık alanı coğrafya olan Harvey’in, 20. Yüzyılın en önemli mekan-politik kuramcıları arasında yer almasını sağlayan, Marksist bir mekan teorisi geliştirmesi olmuştur. Ekonomi-politik alanında Marksist kuramcı bolluğu ve tartışmaların çeşitliliği düşünüldüğünde mekan politikası yaklaşımında oldukça büyük bir kısırlık vardır. Sayabileceğimiz birkaç özel örnek dışında mekanı anlama, onun toplumsal-ekonomik süreçlerle bağıntısını kurma, kent mekanının üretimi ve dönüşümü süreçlerini bu çerçeveden analiz etme gibi uğraşlar Marksist kuramcıların pek fazla ilgilenmediği alanlar olarak duruyor. Harvey, bu alandaki 40 yıllık deneyimi ve hala üretken olmasıyla öne çıkıyor. Özellikle 1982 tarihli Sermayenin Sınırları başlığını taşıyan kitabı, mekanı bir tür kimlik öğesi olarak algılayan ve mistik-metafizik tezlerle ortaya çıkan postmarksist ve postmodern teorilerin tamamen dışında, materyalist bir mekan politikasının manifestosu olarak öne çıkıyor. Sermayenin Sınırları’nda ortaya konan, kent mekanını yalnızca kapitalist üretim süreçlerinin cereyan ettiği bir sahne olarak görmenin dışında aynı zamanda bu süreçleri belirleyen dinamik bir öğe olarak ele alan yaklaşım, özellikle neoliberalizm döneminde kapitalizmin işleyişini anlama ve anlamlandırmada kilit özelliği taşıyor.
Kapitalizmin döngüsel krizlerinin her birinin sonucunda kent mekanında bir dönüşüm dalgası ortaya çıkar. Kent mekanının yeniden üretimi, hem sermaye birikimi için bulunmaz bir kaynak özelliği taşıyor hem de sürekli olarak yeni krizlerin yaratılmasına neden oluyor. Türkiye’deki 2001 krizinin ardından kentsel dönüşüm sürecinin sermaye birikimine katkısı ve benzer bir süreci daha erken tarihlerden itibaren deneyimleyen ABD’de 2008’de mortgage krizinin patlak vermesi iyi birer örnek oluşturuyor.
Yalnızca kapitalizmin işleyişi bakımından değil; aynı zamanda sınıf mücadelesi bakımından da kent mekanı büyük bir öenm taşır. Kent, hem sınıf mücadelesinin cereyan ettiği mekandır; hem de zaman zaman sınıf mücadelesi kent mekanı için verilen bir mücadele olarak ortaya çıkar. Son yıllarda gecekondu mahallelerindeki kentsel dönüşüm karşıtı hareketler, Mayıs sonunda başlayan ve Haziran ayı boyunca devam eden, ülke çapında kent merkezlerindeki kamusal alanları direniş mekanlarına dönüştüren hareket örnek olarak gösterilebilir.
David Harvey, Asi Şehirler kitabında işte kent mekanını bu bakımlardan inceliyor. Birinci kısımda kapitalist üretim süreçlerini ve sistemin krizlerinin kent mekanıyla ilişkilerini ele alan Harvey, ikinci kısımda ise antikapitalist mücadele için kenti yeniden sahiplenme üzerine gözlemlerini aktarıyor. Kitabın ilk kısmı, Sermayenin Sınırları’nda ortaya konan manifestonun biraz güncellenmiş halinden oluşuyor. İkinci kısım ise son yıllarda ortaya çıkan ve Harvey’in deyimiyle “bulaşıcı bir hastalık gibi kentsel şebekeler üzerinden yayılan” kent merkezlerini işgal etme hareketini inceliyor. Özellikle emperyalist kapitalizmin can damarını oluşturan ABD-İngiltere örnekleri üzerine olan bölümler çok önemli. Yerleşik medya düzeninin kapitalizmin asla sarsılmayacağına yönelik yerleştirdiği algının aksine bir devrimci seçeneğin ne kadar güncel olduğunu bütün çarpıcılığıyla ortaya koyuyor.