1970’li yıllarda Bangladeş’te halkın büyük bölümü içme suyuna ulaşamadığı ve ulaşanlar da temiz su içemediği için başta çocuklar olmak üzere mide ve bağırsak hastalıklarına yakalanmaya başladı. Ülke halkı her türlü ihtiyacı için gereken suyu nehir ve göllerden elde etmekteydi ve bunun sonucu olarak çocuk ölümleri gündelik hayatın bir parçası haline gelmişti. Hastalıklar ciddi biçimde artış göstermeye başladığında Birleşmiş Milletler (BM) ve Dünya Bankası, Unicef imzalı ortak bir proje başlatma kararı aldılar. BM’nin “çocuk yardımı” başlığı ile katıldığı proje, ülke genelinde 86 bin köye su kuyusu açılması planını içeriyordu ve maliyeti de 290 milyon $ olarak hesaplanmıştı. Paranın tamamı finanse edilemese de, eldeki imkânlar dâhilinde kuyuların açılmasına derhal başlandı. Artık Bangladeşli çocuklar temiz su içerek büyüyecek ve hasta olmayacaklardı, BM ve Dünya Bankası sayesinde elbette.
Kuyular derhal açılmaya başlandı fakat birer halk kahramanı olan BM ve Dünya Bankası küçük bir ayrıntıyı atlamışlardı. Kuyular açılırken su ile yer arasındaki katmanlara yapılması gereken testler yapılmadığı gibi 100-200 m arası bir mesafeden çıkartılması gereken su yine maliyet hesapları nedeniyle, çıktığı en kısa mesafede bırakıldı.
Dünya Su Günü’nde (22 Mart), İngiliz Independent gazetesi “Batı, Bangladeş’i nasıl zehirledi?” haberiyle çıktı. Çünkü BM, Bangladeş’te yaklaşık 20 milyon kişinin arsenik zehirlenmesi nedeniyle ölüm riskiyle karşı karşıya olduğunu açıklamıştı. Çocuk ölümlerini durdurmak ve halka su götürmek için başlatılan proje, Bangladeş halkını yok olmakla karşı karşıya bıraktı. Bangladeş Hükümetinin verdiği bilgilere göre şu anda 38 bin kişi arsenik zehirlenmesi ve buna bağlı hastalıklar sebebiyle tedavi görmekte ve 10 milyon kişi (halkın %13’ü) hâlâ arsenikli su tüketmekte. Ancak bu, ülkenin en milliyetçi ve muhafazakâr kesimi tarafından verilen rakamlara rağmen en az 20 milyon Bangladeşlinin bu suyu tüketmeye devam ettiği düşünülüyor. BM’nin ve Bangladeş Hükümeti’nin verdiği bu rakamlar karşısında, Dünya Sağlık Örgütü, yaptığı araştırmalar sonucunda 35-77 milyon arasında insanın kronik olarak zehirlenmiş olduğuna inandığını açıkladı.
Arsenikli su tüketildiğinde, hiçbir tat değişikliği, koku ya da başka bir rahatsızlık hissedilmiyor fakat bu su tüketilmeye devam edildiğinde 20 sene içerisinde, ciltte lekeler, kronik yorgunluk, iç organlarda hızlı ve peşi sıra bozulmalar, hızla kansere yakalanma (genellikle akciğer ve cilt kanseri) gibi hastalıklar ortaya çıkmaya başlıyor.
Kuyuların bir kısmı kapatılmış olsa da, halkın en yoksul kesimleri, yani büyük çoğunluğu hâlâ zehirli suları içmeye devam ediyor. Hükümet, sadece en tehlikeli, arsenik düzeyi en yüksek olan kuyuların etrafını kırmızı renge boyamakla yetiniyor. Ortaçağ savaşlarının “dâhiyane” savaş stratejisi, Bangladeş’te hayatın bir parçası haline gelmiş durumda.
Bangladeş dünyanın en yoksul ülkelerinden birisi olmakla birlikte kapitalist devlerin ucuz işgücü, ucuz enerji, ucuz maliyet, çevre sorunlarına karşı sorumlu olmadan çalışma gibi birçok imkân nedeniyle tercih ettiği bir ülke. Kapitalist şirketlerin faaliyetleri sonucu ortaya çıkan kirlilik akıl almaz boyutlara ulaşmış durumda, Bangladeş’in başkenti Dhaka’daki Buriganga Nehri’nin körfezine günde 4 bin ton çöp ve atık salınmakta. Nehrin bu kısmında suyun rengi, kanı andırır şekilde kırmızıya dönüşmüş durumda. Hindistan’ın kuzey topraklarından başlayarak, Bangladeş’ten geçen ve buradan da Pakistan’a uzanan Ganj Nehri’ne her gün 300 milyon varil atık salınmaktadır. 2 bin yıllık bir inanç sisteminin temizlik simgesi olan Ganj, bu anlamını yitireli çok oldu. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yürütülen çalışmalar, her gün hacı olmak için nehirde yıkanılan bölgelerde bakteri sayısının kabul edilenin 10 bin katı olduğunu gösterdi. Nehir çevresinde yaşayan 350 milyon insanın büyük çoğunluğu kolera, hepatit, dizanteri, tifüs gibi hastalıklardan kronik olarak muzdarip. Bölgedeki küçük üreticiler için 300 milyon € kredi sağlanmışsa da, Hint Çevre Bakanlığı en az 1,5 milyar € daha gerektiğini belirtiyor. Bangladeş Daily Star gazetesi redaktörlerinden Seit Jahrzehnten, yaşanan tüm sorunların nedeninin kapitalizm olduğunu söylerken haklı. Fakat ülke içerisinde buna karşı yürütülen mücadele o kadar zayıf ki, seslerinin duyulması mümkün olmuyor ve bu insanlık dramı karşısında mücadele yine onu yaratan “Batı”da yükseliyor.
Elbette böyle vahşi bir saldırı karşısında kirlenen sadece su değil. Yılda birkaç mahsul almaya elverişli olan ve bölgenin genelinde yoğun olarak yetiştirilen pirinç, buradaki arsenikli sular yüzünden arsenik içerikli olarak ortaya çıkıyor. Buna çoğunluğu Avrupa’dan sağlanan fakat Avrupa’da atık madde statüsünde yer alan, arsenik içeren kimyasal gübre de dahil olunca, fatura daha da kabarıyor.
Avrupa’nın çok okunan muhafazakâr gazetelerinden Süddeutsche Zeitung dünya üzerinde arsenikli su sorunuyla karşı karşıya olan 36 ülke (5 kıtada) olduğunu duyursa da, yürütülen son bilimsel çalışmalar sadece Asya’da 70 ülke olmak üzere, threecont (3 kıta) ülkelerinde en az 140 milyon insanın arsenikli su tükettiğini ortaya koymakta. Bu insanların büyük çoğunluğu, yoğun biçimde pirinç üretilen ve bu yüzden de suya çok ihtiyaç duyulan güney ve doğu Asya ülkelerinde yaşamaktalar. Suyoluyla katı gıdalara bulaşan arsenik bu şekilde tüketilmeye devam ediliyor.
Arsenik kaynaklı cilt kanserine yakalanan insanların tenleri kalın bir zımpara kâğıdı görüntüsü kazandığı gibi bu insanlar gündelik hayattan da dışlanıyorlar. Öte yandan Tayvan’da ortaya çıkan “Kara Ayak Hastalığı”na yakalanan insanların bacaklarından birinde kan dolaşımı duruyor ve bacak çürümeye başlıyor. Ölümden kurtulmanın tek yolu bacağın kesilmesi ve evet bu hastalık da arseniğe bağlı olarak ortaya çıkıyor. Doktorların üzerinde anlaştığı bir başka konu ise, arsenik zehirlenmesi ve buna bağlı hastalıklardan kaynaklanan ölümlerinin, normalden çok daha fazla acılı ölümler olduğu yönünde.
Bütün bunların yanı sıra, maden işletmecileri, maliyet hesapları yüzünden artık daha aşağılara inmekten vazgeçtikleri madenlerde, madenle yüzey arasındaki katmanları kendileri için temizleyecek bakteriler geliştiriyorlar. Jeremy Lifkin’in The Biotech Century adlı çalışmasında verdiği bilgiler, bu bakterilerin zaman içerisinde nasıl mutasyonlara uğrayacağı ve hangi yeni hastalıklara sebep olacağı bilinmediğinden ciddi bir tartışma konusu olduğu yönünde.
Hindistan’da faaliyet yürüten Indian Institute of Chemical Biology, su sıçanlarını denek olarak kullandığı bir araştırmanın sonucunda arsenikli su içmekle yüz yüze kalan insanların sarımsak yemelerini önermekle yetindi. Diğer yandan ABD’deki National Academy of Engineers 2007 yılında, büyük ödülü olan 1 milyon $’ı arsenikli su için filtre geliştiren iki kişiye, Bangladeşli bir doktor olan Münir ve Virginia Üniversitesi öğretim görevlilerinden Hussame’ye verdi. İkilinin geliştirdiği filtrelerden Bangladeş’e 55 bin tanesi kârsız olarak yerleştirildi fakat yapılan işin bütün maliyeti tahsil edildi ve bu işi Barış İçin Temiz Su Enstitüsü üstlenmiş durumda. Filtreler hiç kâr edilmeden satılıyor olsa da, üretim maliyetlerinin tahsil edilmesi isteniyor ve bu da bir “sono” filtresinin bir ev için 30€ bir okul içinse 43€ fiyatla satılması anlamına geliyor. Ülkedeki gelir düzeyi hesaba katıldığında, 35-77 milyon arasında kronik olarak zehirlenmiş insan sayısına rağmen sadece 55 bin filtre yerleştirilmiş olmasının, sorunun çözümüne katkı sunmaktan çok uzak olduğu ortada.
Çernobil faciasını araştıran ekipte yer alan, Harvard Üniversitesi profesörlerinden Richard Wilson “Çernobil faciası, Bangladeş’teki arsenikli su sorununun yanında pazar pikniği gibi kalır” derken ona kulak vermeliyiz. Dünyadaki toplam suyun %97’si tuzlu, geriye kalan tatlı suyun %2’si kutuplarda donmuş durumda bulunmakta ve hareket eden su miktarı sadece 1 milyon 80 bin km3. İnsanlığın tümünü, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilecek bu sorun kısa süre içerisinde çözülebilecek gibi görünmüyor. Kapitalizmin tasfiyesi gerçekleşmedikçe, artık sadece özgür değil, sağlıklı bir yaşam da mümkün olmayacak.
Fotoaltları
2) 2 bin yıllık bir inanç sisteminin temizlik simgesi olan Ganj Nehri’ne her gün 300 milyon varil atık salınmaktadır.