Evcilleşmiş Beyin
– Bruce Hood, 2014, İng. Çev. Aysun Arslan, Yapı Kredi Yayınları, 2016, 255 s.
Sanat ve felsefe dallarında ihtisas yapmış, gelişimsel bilişim sinirbilimi konusunda uzmanlaşmış bir deneysel psikolog olan bu kitabın yazarının ilginç bir saptaması ve ardından gelen büyük bir iddiası var. İnsan beyni, 20.000 yılı aşkın bir süredir hacminin bir tenis topu kadarını kaybetti: Tarihöncesinde yaşamış atalarımızın beyni bizim beynimizden büyüktü. Bu garip bir durum, çünkü evrimin büyük bölümünde insan beyni büyümüştü. Son aşamada gerçekleşen bu küçülme, bilim, eğitim ve teknolojinin ilerlemesiyle beynin de büyüyeceği varsayımına aykırı görünüyor: Zeki yaratıkların büyük beyinli olduğu düşüncesi yanlış olabilir. Öte yandan, büyük beyinli hayvanların sorun çözmede daha başarılı olduğunu biliyoruz. Nitekim insan beyni, gövde büyüklüğüne göre olması beklenenden yedi kat daha büyüktür ve günümüzün karmaşık yaşamıyla baş edebilme yeteneğimiz, gittikçe daha akıllılaştığımız varsayımını doğruluyor. Ama, beynimizdeki küçülme, daha büyük beynin daha fazla zekâ anlamına geldiği ve bizim tarihöncesi atalarımızdan daha akıllı olduğumuz görüşüne aykırı düşüyor. Bu durumda, insan zekâsının gelişimiyle ilgili varsayımlarımızın çoğu temelsiz demektir. Örneğin, Taş Çağı’nda yaşamış atalarımızın bizden daha geri olmalarının gerektiği. Onlar da bizim kadar akıllı olabilir. Çünkü, dünya konusundaki bilgimizin çoğu, kendi çabalarımızdan çok başkalarının deneyimlerinden kazanılmıştır. Yazara göre insan beyni evcilleştiğimiz için küçülmüş olabilir: “Evcilleştirme hayvanlarda küçük beyinlere yol açmakla kalmaz, aynı zamanda düşünme biçimlerini de değiştirir.”
Yeni Deniz Mecmuası
– Sayı 1, Kırmızı Kedi Yayınları, Mart 2016, 216 s.
Her yıl, ilkbahar-yaz-sonbahar-kış mevsimlerinde okurlarıyla buluşacak olan Yeni Deniz Mecmuası’nın 216 sayfalık ilk sayısı Yahya Kemal Beyatlı’nın “Deniz Türküsü” adlı şiiriyle açılırken, Cem Gürdeniz’in kaleme aldığı kapak konusu “Atlantik’te İlk Türk ve Cumhuriyet’in Deniz Gezgini: Mustafa İhsan Denizaşan”, tarihi fotoğraflar eşliğinde sunuluyor. Yeni Deniz Mecmuası’nın ilk sayısının Murat Koraltürk tarafından kaleme alınan “Dosya” konusu, “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Deniz Ulaşımının Sorunları ve Kömür Nakliyesi”. Emin Nedret İşli’nin hazırladığı “Albüm” sayfalarında ise “İstanbul’un Deniz Ulaşımında Pasolar”, örneklerle ele alnıyor.
Dergide yer alan diğer konu başlıkları ve yazarlar şöyle:
-Tek Gövdelilerden Çok Gövdelilere Rüzgârın Serüveni (Edhem Dirvana)
-Charles Darwin: Gemide Ayrıcalıklı Bir Yolcu (Ömer Bozkurt)
-Rahmi M. Koç Müzesi Denizcilik Koleksiyonu (Cem Gürdeniz)
-Doğu Akdeniz, Yeni Kuzey Denizi Olabilir mi? (Necdet Pamir)
-İstanbul Boğazı’nda Karantina Uygulamaları (Nuran Yıldırım)
-Türkiye ve Deniz Jeopolitiği (Cem Gürdeniz)
-Kadırgada Kürek Mahkûmu Olmak (Mustafa Aktar)
-Mümtaz Soysal’la Söyleşi (Deniz Irak)
-Deniz Ne Kadar Güzel, Hoş… (Gökhan Akçura)
-Calabria’lı Uluç Ali (Emrah Safa Gürkan)
-Türkiye’de Amatör Denizcilik (Özkan Gülkaynak)
-Gemici Bağları (Tufan Aydın)
-Türkiye’de Armatör Olmak ve 2015’te Küresel Deniz Taşımacılığı (Levent Akson)
-İstanbul’da Mavnalar ve Mavnacılık (Deniz Gök)
-Gilliatt’ın Ahtapotla Mücadelesi (Victor Hugo)
-Bir Lombozun Arkasından (Enis Batur)
–Ve Gemi Gidiyor’dan Can Alan Can Yeleklerine (İsmail Ertürk)
-Bu Geminin Sintinesiyiz Biz! (Tunca Arslan)
-Buz Okyanusunda Yürümek (Ömer Bozkurt)
-Deniz Fenerleri: Işığını Görenlere Umut Olurlar (Zeynep Şarlak)
-Dava Ağabeyim Kaptan Namık Assena (Refik Akdoğan)
Beynin Gölgeleri
– Saffet Murat Tura, Metis Kitap, 2016, 343 s.
Beyin kendi sırrını çözebilir mi? “Psikiyatrinin bütün teorik sorunları bu büyük kozmik sırla ilgilidir” diyor Saffet Murat Tura. Daha tıp öğrenciliği sırasında insan beyninin bazı nöral yapılarının zararsız elektriksel uyaranlarla uyarılmasının fenomenal deneyimlere yol açtığını öğrenmesiyle başlayan ve 40 yıla yayılan bir düşünsel serüvenin ürünü olarak önümüze koyuyor çalışmasını. Amacının psikiyatrinin bazı temel problemlerinden yola çıkarak insanın ontolojik yapısını araştırmak olduğunu söylüyor. Bilim ve felsefe arasında bir diyalog sağlama çabasında olan ve psikiyatri felsefesi olarak nitelenebilecek bu çalışmasında Tura, Madde ve Mana – Rasyonalitenin Kökeni kitabında başladığı araştırmayı derinleştiriyor. Fenomenoloji, epifenomenalizm, bilinç, öznellik gibi kavramlar çerçevesinde şekillenen tartışmanın başında yardımları için fizikçi, felsefeci ve yapay zekâ araştırmacılarına teşekkür etmesinin de kitabın disiplinlerarası boyutlarına dair bazı ipuçları verdiğini sanıyoruz.
Varoluş ve Tarihsellik
– İnsan Felsefesi Çalışmaları, Uluğ Nutku, 1998, Doğu Batı Yayınları, 2016, 238 s.
İyi söylenmiş bir söz ya da çerçevesi sağlam bir akıl yürütmeye dayalı olarak çizilmiş bir düşünce üzerinden felsefi tartışmaları yürütmek daha sürdürülebilir olduğu gibi, derinleşme ve aktarım açısından da daha doğru ve sağlam bir yoldur. İnsan felsefesi araştırmaları geniş bir alana yayılır. Farklı tutumlarla yola çıkılsa da bunların hepsi insan varlığını anlama amacında buluşurlar. Paleoantropoloji, moleküler biyoloji ve genetik, kültür tarihi bu amaca yönelen felsefeye yüzyıl öncesinden başlayarak özellikle de son yıllarda çok fazla bilimsel veri sağladılar, sağlamaya devam ediyorlar. İnsan felsefesi Batı dillerinde felsefi antropoloji ile eşanlamda kullanılır. Oysa yazara göre ortaya çıkışında ve gelişen problematikte önemli olan, temel olguların, temel varoluş koşullarının araştırılmasıdır. Fenomenolojinin açtığı yolda yürüyerek özlere ulaşma çabasıdır. Uluğ Nutku önsözden öğrendiğimize göre ilk baskısı 1998 yılında yapılmış olan kitabında, felsefi antropolojinin bu dar ama asıl anlamını farklı tartışma başlıklarında göstermeye çalışıyor.
Gıda Bağımsızlığı
– Uwe Hoering, 2013, İng. Çev. Sedef Yıldırım Östing, Yeni İnsan Yayınevi, 2016, 64 s.
Siyasetbilimci-gazeteci Hoering 1992 Rio zirvesinden bu yana ekolojik konularla da ilgileniyor ve son yıllarda dikkatini Asya ve Afrika’daki kırsal-tarımsal gelişmelere yoğunlaştırıyor. Aşağıdaki web adresinden İngilizcesine de ulaşabileceğiniz, aslında bir rapor olarak hazırlanmış bu kitaba göre, gıdanın uluslararası boyutta ticarileşmesi artık gıda güvenliğini tehdit ediyor. Özellikle gıda ithalatı başlı başına öncelikle çiftçiyi sonrasında tüketiciyi dört bir yanından çevirip sarmalıyor. Artık market raflarında ambalajlarında kaplanmış, içinde ne barındırdığı belirsiz, farklı kıtalardan dev gemilerle taşınmış ürünlerle karşı karşıyayız, çünkü gıda ithalatı bir tek mevzuya odaklanmış durumda; düşük maliyetler. Yazara göre ticaretin serbestliğiyle, yerel gıda üretiminin varoluşu birbirine taban tabana zıt. Kayıplarımız ve geri döndürülemez varlıklarımız içinse bir can simidi kaldı; o da şehirli tüketicilerin seçimleri ve tüketmekten ileri gelen güçleri. Aydınlatıcı bir broşür niteliğindeki bu küçümen kitapta, tarımsal üretim ve küresel gıda ticareti ilişkisine dair sorunlar özetleniyor, yasal çerçevesi anlatılıyor ve tarımsal üreticiler ile şehirli tüketici nüfus açısından hukuki anlamı ortaya konuyor.
Enver
– Murat Bardakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015, 784 s.
İstanbul’da mütevazı bir ahşap evde başlayıp hürriyet kahramanlığına ve imparatorluğun en güçlü adamlığına uzanan ama ardından idam mahkûmluğuna ve sürgünlere kadar giden, 1922’de uzak diyarların haritalarda bile yer almayan ücra bir tepesinde Rus süvarisinin namlusundan çıkan domdom kurşunu ile noktalanan 41 senelik macera dolu bir hayat… Enver Paşa Türkçü-Turancı mı, yoksa İslâmcı mıydı? İstiklâl Harbi yıllarında neler yapmıştı? Mustafa Kemal ile mektuplaşmaları… Sıkıntılar ve hayallerle dolu sürgün seneleri… Orta Asya’daki esareti ve uğradığı mağlubiyet… Hanımı, büyük aşkı Naciye Sultan’a hasret satırları… Bardakçı’nın, Paşa’nın ailesi tarafından 90 küsur sene boyunca muhafaza edilen ve şimdiye kadar yayımlanmamış özel evrakı ile sivil ve askerî arşiv belgelerine dayanarak kaleme aldığı Enver, bu önemli tarihsel kişiliği pek çok yönüyle ortaya koyarken, onun hakkında yanlış bilinen birçok konuyu da aydınlatıyor.
Ne Tanrı, Ne Efendi
– Auguste Blanqui: Tutsak-, Locatelli Kournwsky & Le Roy, 2014, Fr. Çev. Hasan Doğan, Mylos Kitap, 2016, 208 s.
“Bu topluma kin duymaya başladığımda 17 yaşındaydım…”
70 yaşını devirmiş olan Louis Auguste Blanqui kendisini hapiste ziyaret ederek hayatını kaleme almak isteyen gazeteci Aurélien Marcadet’ye hikâyesini anlatmaya bu kelimelerle başlıyor. Devrimci bir cumhuriyetçi ve alt edilemez bir özgürlük savunucusu olan Blanqui, yaşamı boyunca burjuvazinin ve monarşistlerin azılı bir düşmanıydı. Karl Marx onun için “işçi sınıfının gerçek önderlerinden biri” diyordu. Bu ödün vermez devrimci, ömrünün 43 yılını Fransız hapishanelerinde geçirdi. Bu yüzdendir ki o, adıyla değil, “tutsak” sıfatıyla anıldı.1877 yılında Blanqui ile cezaevinde haftada bir kez gerçekleşen görüşmelerde anlattıklarına dayanılarak yazılmış hayat hikâyesi. Bu kitap da bahsi geçen söyleşinin çizgilere aktarılmış bir hali.
Amerika’da Demokrasi
– Alexis de Tocqueville, 1835, Fr. Çev. Seçkin Sertdemir Özdemir, İletişim Yayınları, 2016, 784 s.
Alexis de Tocqueville, kitabı hakkında, “İtiraf edeyim ki, Amerika’da Amerika’dan daha fazlasını gördüm” der. Orada demokrasinin kendi imgesini, eğilimlerini, karakterini, önyargılarını ve tutkularını aradığını ilave eder. 19. yüzyılın ilk yarısında yayımlandığında çok ilgi çeken, sonra epey unutulan ve 1960’larda yeniden keşfedilen Tocqueville’in eserleri arasında Amerika’da Demokrasi ilk sırada yer alır. Sadece olağanüstü bir siyasal gözlemcinin eseri değildir bu kitap. Aynı zamanda başat bir siyaset felsefesi eseri ve sosyoloji klasiğidir. Modern demokrasinin kendine sürekli sorduğu soruları anlamaya, yanıtlamaya yardımcı olur. Tocqueville, koşulların eşitliği, özgürlük fikriyle din ve efendilerle hizmetkârları arasındaki ilişkiler, ademimerkeziyet ve merkeziyetçilik gibi konulara Amerika’da verilmiş yanıtları inceleyerek, demokrasi felsefesinin bugün hâlâ geçerli olan çerçevesini çiziyor. Demokrasinin kendi içinden yeşeren despotik eğilimleri ve bunlara karşı üretilen demokratik engelleri göstererek, hâlâ çözülememiş günümüz sorunlarına da kendi çağına bakarak bazı açıklamalar getiriyor.
Edebiyat ve Bilim
– Aldous Huxley, 1963, İng. Çev. Ünsal Özünlü, Epos Yayınları, 2016, 102 s.
Yaşadığı dönemlerdeki özgürlükçülüğü, hümanizmleri takip eden Huxley, özgürlükler anlayışı ve yaşamı ile modern sonrası edebiyatı ve sanatları derinden etkilemiştir. Huxley’e göre edebiyat ile bilim farklı kültürleri temsil eder. İşte Edebiyat ve Bilim, hem edebiyat ve beşeri bilimler ile bilim ve teknoloji ilişkisini, hem de bu iki kültür arasındaki çatışmanın tarihini incelemektedir. Bu deneme, aynı zamanda hümanistik değerlerle bilimsel süreçlerin uygun sentezlerle nasıl birlikte geliştirilebileceğine ilişkin öneriler sunuyor. Huxley araştırmasında “Edebiyatın ve bilimin işlevi nedir, psikoloji nedir, yazınsal dilin doğası nedir? Edebiyatın işlevi, psikolojisi ve dili, bilimin dili, işlevi ve psikolojisinden nasıl ayrılır? Edebiyatla bilim arasındaki bağıntı geçmişte nasıldı? Şimdi nasıldır? Bu bağıntı gelecekte nasıl olabilir? Sanatsal yönden konuşulursa, edebiyat insanının gelecek yüzyılların bilimine katkısı nasıl olmalıdır? gibi sorulara yanıt arıyor.
PKD Philip K. Dick’in Peşinde
– Anne R. Dick, 1995, İng. Çev. Münevver Demir, Alfa Yayınları, 2016, 335 s.
Philip K. Dick’i nasıl bilirsiniz? Yapıtları Bıçak Sırtı, Gerçeğe Çağrı, Azınlık Raporu gibi unutulmaz filmlere konu olan bilimkurgu yazarı olarak mı? İnsanın ve gerçekliğin doğasını anlatmak için bilimkurgu yazmayı seçen üretken bir dahi olarak mı?
Dick hayatı boyunca beş kez evlendi. Üçüncü eşi Anne R. Dick’le 1958-1964 arasında evli kaldı. Bu dönemde, Yüksek Şatodaki Adam, Mars’ta Zaman Kayması, Palmer Eldritch’in Üç Bilmecesi gibi en ünlü romanlarını yazdı.
Dick’in üçüncü eşinin bu şaşırtıcı biyografisi yalnızca bu dönemi anlatmak kalmıyor, bir muammanın portresini çiziyor. Görünüşte yakışıklı ve çekici bu zeki adam, gerçekte kimdi? İçindeki huzursuzlukla ve giderek artan bir paranoyayla mücadele eden, gerçeklikten giderek kopan sorunlu bir adam mı? Hayatına giren herkesi büyüleyen bir binbir surat mı?