Avrupa tarihi genellikle Yunan Şehir devletleriyle başlatılır. Hatta Yunan Medeniyeti ilk uygarlaşma adımı olarak düşünülür. Öncesi pek önemsenmez. Daha sonra Roma’lılar çıkar tarih sahnesine. Daha köylüdür Roma’lılar. Daha savaşçıdır. Roma deyince Gladyatörler gelir akla ve Hristiyanlığın yayılması. Roma ile İmparatorluk dönemi başlamıştır. Kendi uygarlığını ve yönetim biçimini kurar. Bu arada kiliseler güçlenir, yönetime ortak olma ve özerk olma eğilimleri artar. Süreç içinde imparatorluk parçalanır. 395 yılında Doğu Roma ve Batı Roma olarak ayrılır. Kilisenin kendi iç çelişkileri de artar. Hristiyanlık düşman iki cepheye ayrılır. 476’da Batı Roma İmparatorluğu yıkılır, Doğu Roma 1400’lere dek varlığını sürdürür. Avrupa tarihi Batı Roma’nın yıkılışından sonra yok gibidir. Avrupa için karanlık dönem başlamıştır.
1400’lerde Rönesans’la başlayan dönem, Reformlarla Avrupa aydınlanmasına evrilir. Aydınlanma dönemi devrimler dönemidir. Bugünkü çağdaş yaşamın temelleri bu dönemin eseridir. Bu dönem Avrupa Tarihinin en görkemli dönemi olarak iyi bilinir. Üzerinde çokça konuşulan dönemdir. Oysa 400’lerden başlayıp 1400’lere dek neredeyse 1000 yıl süren dönem karanlıktır. Avrupa bu dönemi çok tartışmaz. Çünkü bu dönem Avrupa için ilkel bir boğazlaşma dönemidir. Kendi iç boğazlaşması yetmez. Avrupa Doğu’ya yönelir. Yüzlerce yıl süren haçlı seferleri yaşanır. Bu seferler de hem hristiyanlar hem de doğuda yaşayan halklar için yıkım – kırım dönemidir. Hedef Hıristiyan-Müslüman çatışması gibi görünse de gerçek hedef, zengin ve uygar doğuyu fethetme denetim altına alma isteğidir.
1000 yıllık karanlığın ardından yaşanan Rönesans Avrupa tariçilerince Avrupa’nın kendi iç dinamikleriyle açıklanır çoğunlukla. Emevilerle 600’lerde başlayan ve İspanya’ya kadar uzayıp 1200’lere dek süren görkemli İslam-Doğu uygarlığı yok sayılır. Oysa sanat, kültür ve genel olarak uygarlık, Endülüs’te, Sicilya’da hatta Afrika kıyılarında kurulan devletlerce Doğu uygarlığının görkemi Avrupa kıyılarına taşınmıştır. Rönesans büyük ölçüde bu uygarlıklardan etkilenmiştir. Haçlı seferlerinin etkileşimi de Rönesansın önemli kaynaklarından biridir.
Hal böyleyken 19. yüzyıldan itibaren uygarlık yolunda önemli adımlar atan ve kapitalist üretim ilişkilerine geçen Avrupa o tarihten itibaren “Avrupa-merkezli” anlayışla tarihi yazmış ve dünyaya kabul ettirmiştir. Aynı anlayışı, bilim ve kültür tarihi yazılırken de görmekteyiz. Öyle olunca da doğrudan ya da dolaylı olarak: Orta Asya’nın payına at üstündeki “barbar” Türkler – Moğollar, Mezopotamya’ya el kesen göz çıkaran Hammurabi Yasaları, Ortadoğu’ya işgalci İslam Bedevileri, Anadolu’nun payına ise Bizans medeniyetini yok eden Anadolu Türkleri düşmektedir.
İşte bu dönemi yazmış “Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları” kitabında Alp Hamuroğlu. Yani Orta Çağ döneminin görülmek istenmeyenlerini. Aslında Bilim ve Gelecek Kitaplığı yayınlarından çıkan bu kitap için bu isim yetersiz. O nedenle de yazar, kitabın ismine, “Hristiyanlık, İslamlık ve Avrupa” ön başlığını devamına da, “Endülüs, Sicilya, Haçlı Seferleri” başlığını eklemiş. Gerçekten de kitap Orta Doğu coğrafyasında art arda doğan Musevilik-Hıristiyanlık-İslamiyet ardıllığını tarihsel ve sosyolojik boyutlarıyla ele almış. Tarih boyunca da farklı din topluluklarının/devletlerinin etkileşimini incelemiş. Orta Doğu’da, Anadolu’da ve Avrupa’da uygarlıkların gelişiminde ve gerilemesinde din olgusunun etkilerini de çok iyi irdelemiş. Diğer yandan da Endülüs’te, Roma’da ve hatta Afrika’nın kuzeyinde kurulan devletleri, onların ticari ekonomik güçlerini ve bağlı olarak ortaya çıkan ileri sanat kültür birikimlerini tarihsel gelişmeye bağlı olarak ortaya koymuş.
Elbette Avrupa’ya karşı da Batı merkezli tarih anlayışı tahakkümünde bunları ortaya koymak kolay değil. İnandırıcılık ister… Sanırım bu nedenle çok farklı yelpazeden birçok kaynağa başvurmuş. Hamuroğlu’nun kitabında zengin bir kaynakça, çok yönlü göndermeler ve çok sağlam yorumlar var. Aslında mektepli bir tarihçi de değil Alp Hamuroğlu. Ama belli ki felsefi alt yapısı oldukça güçlü. Bu nedenle de yorumlar analizler yerli yerine oturuyor. Sistemin “algı” oluşturmak üzere ortaya koyduğu tarih bilincine, devrimci ve nesnel bir karşı çıkış “Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları”.
– Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları, Alp Hamuroğlu, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2016, 414 s.