Hepimiz mutlaka bir şekilde “Büyük Patlama” teorisini duymuşuzdur. Popüler kültürde de “Büyük Patlama” evrenin başlangıcı olduğu düşünülen o muhteşem fenomeni anlatmak için kullanılır. İşte BGST Yayınları Popüler Bilim dizisinden çıkan son kitap Evrenin Kökeni Üzerine, “Büyük Patlama” ile ilgili popüler kültüre yerleşen algıları sorgulayarak işe koyuluyor ve bizi evrenin gizemlerine doğru bir yolculuğa çıkartıyor. Kitap, geniş bir okuyucu kitlesi için fizik ve kozmolojideki son gelişmeleri yalın bir dille ve sürükleyici bir tarzda anlatıyor.
20. yüzyılın başında, gökbilimciler Edwin Hubble ve Milton Humason, gökadaların birbirlerinden uzaklaşmakta olduğunu keşfettiler ve bunun evrenin genişlemekte olduğunun bir kanıtı olduğunu söylediler. Evren giderek genişliyorsa, geçmişte tüm evren çok daha küçük bir hacme sıkışmış olmalıydı; bu da, muazzam derecede sıcak ve yoğun olması gerektiği anlamına geliyordu. Fizikçiler bu durumu “ilk tekillik” olarak adlandırdılar. 13,7 milyar yıl önce çok küçük bir hacme sıkışmış olan evren, ani bir genişlemeyle birbirinden uzaklaşmaya başladı. Bu özel durum, popüler kültürde evrenin “başlangıcı” olarak yorumlandı ve evrenin bir başlangıcı varsa ondan önce bir hiçlik olduğu ve bir “başlatan” olması gerektiği şeklinde yorumlandı. Evrenin Kökeni Üzerine, popüler kültürün bir parçası haline gelen ve evrenin yaratılışına ilişkin dini referansların da merkezine yerleşen evrenin kökeni tartışmasını masaya yatırarak sorguluyor.
Evrenin Kökeni Üzerine, modern fizikte evrenin genişlemesine ilişkin ortaya atılan teorilerin, farklı görüşler ileri sürseler de, popüler kültürden oldukça farklı bir çerçeve sunmakta olduklarını vurguluyor. Modern fiziğin iki önemli teorisini -kuantum teorisi ile genel görelilik teorisini- birleştirme iddiasındaki iki görece yeni teori -süper-sicim teorisi ile kuantum ilmek teorisi- “Büyük Patlama” öncesi “ilk tekillik” durumunu, öncesi olmayan bir durum olarak değil, evrenin evrimi sırasında içinden geçtiği özel bir durum olarak değerlendirir. Buna göre evrenin bir kökeni olup olmadığı sorusu bilimsel bir soru olarak anlamını yitirir.
Sorun şu ki, modern fizik teorileri şu aşamada tamamen matematiksel teorilerdir ve belli fenomenleri açıklıyor olsalar da, doğru olup olmadıklarını sınayacak bir deney ya da gözlem henüz kurgulanamamıştır. Bu teoriler, bilimsel olarak evrenin “kökensel” bir başlangıca sahip olup olmadığını gösterebilecek durumda değildir. Tek bildiğimiz, “evrenin yaşı” olarak anılan 13,7 milyar yılın evrenin ilk “yaratımından” itibaren değil, sadece kozmologların denklemlerinin erişebildiği en eski aşamadan itibaren hesap edildiğidir. Dolayısıyla evren çok daha yaşlı olabilir. Bu konuda fizik teorilerinin şu an için söyleyebileceği daha fazla bir şey yoktur.
Üstelik evrenin genişlemesinin hızlanmasıyla ilgili son astronomik gözlemler fizikçilerin işini daha da çetrefilli hale getirmektedir: Bu gözlemleri açıklayabilmek için “karanlık madde” ve “karanlık enerji” gibi kavramlar ortaya atılmıştır. Bilinen anlamda maddenin, yani yıldızları, galaksileri oluşturan ve kendisi de atomdan oluşan maddenin, aslında evrenin içeriğinin küçük bir kısmı olduğu, toplamın sadece yüzde 3-4’ünü temsil ettiği anlaşılmıştır. Evrenin Kökeni kitabı, fizikçilerin çözmesi beklenen bu büyük gizemi ortaya şu şekilde koyuyor: Fizikçilerden evrenin iki temel bileşeninin, yani bütünün yüzde 24’ünü oluşturan karanlık maddenin ve yüzde 72’sini oluşturan karanlık enerjinin doğasını aydınlatmaları bekleniyor.
Fizikçilerin önündeki bir diğer zorlu görev ise, kuantum fiziği ile genel göreliliğin birleştirilmesini gerçekleştirmek, diğer bir deyişle, her şeyin teorisini formüle etmek. Üstelik de kitabın belirttiği gibi, “Her şeyin teorisi olduğunu iddia eden gelecekteki bir teorinin ‘bilimsel’ olabilmesi için kısmen anlaşılır olması ve ölçümler, gözlemler veya deneylerle doğrulanabilir kritik öngörüler sunması gerekir. Aksi takdirde böyle bir teori ebedi varsayım rolünden kurtulamaz.” Nitekim, kuantum fiziği ile genel göreliliği birleştirdiğini iddia eden teoriler ne yazık ki henüz matematiksel bir çerçeveden çıkarak gerçek dünyada ölçümler ve gözlemlerle doğrulanabilir öngörüler sunamıyor.
Modern fizik, uzayın, zamanın ve maddenin bir dizi sabit ve değişmez fizik yasasından yola çıkarak evrenin kendi içinde ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Peki, o zaman evren gerçekten de fizik yasaları ile ortaya çıkmışsa, fizik yasaları evrenin oluşmasından önce var mıydı? Evrenin kökeni sorusunu fizik yasaları sayesinde bertaraf edebiliyoruz; ancak, bir “köken” ya da “yaratılış” ya da “aşkın akıl” olup olmadığı sorusu baki kalıyor.
Evrenin Kökeni Üzerine, bu soruları Batı felsefesi tarihi içine yerleştiriyor. Aslında “köken” sorunu daha temelde insanın doğasıyla ilgilidir ve insanın bugünü anlama çabasının beraberinde, geçmişi anlamlandırma ve geleceği de öngörebilme çabasını tetikler. Nitekim, tarih boyunca insan topluluklarının bir “tarih” ve “köken” anlatısı hep olmuştur. Ancak bu ihtiyaç insani olduğu kadar, bilimin alanının da dışındadır. “Evrenin kökeni sorusu […] sormadan duramadığımız ama aynı zamanda çözmek için kavramsal silahlar ve dilsel yetilere sahip olmadığımız sorudur.”
Evrenin Kökeni Üzerine, modern fiziğin ve kozmolojinin geldiği aşamayla ilgili geniş kapsamlı, anlaşılabilir bilgiler aktaran, aynı zamanda da bu gelişmelerin yol açtığı felsefi ve dinsel tartışmalar ile ilgili düşünsel anlamda kışkırtıcı sorular soran, okuması keyifli bir kitap.
Evrenin Kökeni Üzerine, Étienne Klein, Çev. Ahmet Nüvit Bingöl, BGST Yayınları, 2018, 149 s.