Ana Sayfa Bilim Öyküleri Uygarlık akışı: Mucizeler mi, giderek genişleyen sentezler mi?

Uygarlık akışı: Mucizeler mi, giderek genişleyen sentezler mi?

2279

Uygarlık tarihi, giderek bütünleşmenin, daha üst düzeylerde sentezlere ulaşmanın tarihidir; taş üstüne taş koyarak gelişir. Uygarlık akışı bu şekilde kavrandığında hem mucizelere ihtiyaç kalmaz, hem de köşe taşı niteliğindeki sentezlenme dönemlerine gerçek değerleri verilebilir.

İlk büyük sentez, Antik Yunan uygarlığı ve özellikle Helenistik dönemdir. Ama onun ardındaki Mezopotamya-Mısır birikimi es geçilirse ortada sadece bir “mucize” kalır.  İkinci büyük sentez, Ortaçağ Doğu uygarlığıdır (İslam uygarlığı da denebilir). Onun da ardında Antik Yunan, Roma, Bizans ve antik Çin ve Hint vardır. Zaten o nedenle büyük sentezdir. Bunun ardından gelen üçüncü büyük sentez Batı uygarlığıdır (Modernite’nin başlangıcı, ilkel Modernite). Kapsayıcılığı önceki sentezlerin (özellikle Ortaçağ Doğu mirasının) üzerinde yükselmesinden gelir. Elbette bütün bu düşünsel atılımlar, büyük toplumsal mücadeleler, yüzyıllara yayılan sınıf mücadeleleri zemininde yeşerirler.

Antik Yunanlı büyük düşünürler, Mezopotamya’nın, Mısır’ın kadim merkezlerini gezdiklerini, oralardan öğrendiklerini Ege kıyılarına taşıdıklarını teslim ederler.

“Grek mucizesi” mi?
“Grek mucizesi” kavramı, çok sonraları, Batı sömürgeciliği döneminin ideologları tarafından icat edildi. 18.-19. yüzyıllarda dünyanın geri kalanını sömürgeleştiren Avrupa kapitalizmi, kendi ırkının üstünlüğünü ezilen halklara kabul ettirebilmek için uygarlık tarihinde kendi lehine bir ayıklamaya girişti ve “Antik Yunan-Batı” uygarlık çizgisi kuramını geliştirdi. Bu, son derece kaba bir tarih çarpıtmasıdır.

Bugün artık kanıtlandı ki, Antik Yunan uygarlığı, esas olarak Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarının temelinde yükselmiştir. Kaldı ki, bu uygarlığın ilk büyük atılımının eserlerini veren İyonyalı büyük düşünürler, Mezopotamya’nın, Mısır’ın kadim merkezlerini gezdiklerini, oralardan öğrendiklerini Ege kıyılarına taşıdıklarını teslim ederler. Onların gerçekleri çarpıtmaya ihtiyaçları yoktur. Esin kaynaklarının Doğu’da olduğunu gururla belirtirler. Zaten başka bir yerde de olamazdı; o dönemlerde Avrupa birkaç Yunan kolonisi dışında barbar halkların kol gezdiği bir coğrafyaydı.

Ege’nin iki yakasında gelişen uygarlık, Mezopotamya ve Mısır’dan aldıklarına kendi rengini de katarak bir senteze ulaşmış, dönemin uygarlık merkezi olmuş ve kendisinden sonra gelenlere bu sentezi aktarmıştır. Önemi, bilebildiğimiz kadarıyla tarihteki ilk büyük uygarlık sentezini başarmasıdır. Daha önceki uygarlıklar arasında karşılıklı alışveriş ve etkilenmeden söz ederken, burada etkilenmeyi aşan bir sentez söz konusudur. Antik Yunan uygarlığı, kendisinden önceki birikimin damıtıldığı ve aşıldığı bir pota olabildi. İnsan uygarlığı bütünleşmeye ve uygarlık damarı gerçek anlamda oluşmaya başladı.

Elbette bu göreli bir bütünleşmedir; oluşan sentezde Hint ve Çin uygarlıklarının rengini fazla göremiyoruz. Bu renklerin de bütün ağırlıklarıyla tabloya katılması için yaklaşık 1000 yıl geçmesini, ikinci büyük sentez olarak değerlendirebileceğimiz Ortaçağ Doğu uygarlığının tarih sahnesine çıkmasını beklemek durumundayız. Gerçi Antikçağ’ın son büyük atağı diyebileceğimiz kısa süreli İskender İmparatorluğu dönemini Doğu’ya doğru uzatılan bir el olarak nitelendirebiliriz; ama çok önemli olmasına karşın bu atak gelecekteki bütünleşmeler için bir zemin oluşturma rolünün ötesine geçememiştir.

Batının ardındaki Doğu
Avrupa-merkezci ideolojinin ikinci “mucizesi” de Batı uygarlığıdır. Uygarlık meleği, Antik Yunan’ın sona ermesinden 1000 yıl sonra sihirli değneğini bu kez Avrupa’ya değdirmiş ve üstün Batı uygarlığı doğmuştur! Oysa bu bin yıllık süre içinde uygarlık damarının, hem de o döneme kadar görülmedik gürlükte, Doğu’dan aktığı biliniyor.

Ortaçağ Doğu uygarlığının önemi, ilk kez bu dönemde gerçekten bütünleşmiş bir uygarlıktan söz edilebilmesidir. Oluşan tabloya, Mezopotamya-Mısır-Antik Yunan uygarlıklarının rengi kadar, Hint, Çin ve Orta Asya uygarlıklarının renkleri de karışmıştır.

Ortaçağ Doğu uygarlığının önemi, ilk kez bu dönemde gerçekten bütünleşmiş bir uygarlıktan söz edilebilmesidir. Oluşan tabloya, Mezopotamya-Mısır-Antik Yunan uygarlıklarının rengi kadar, Hint, Çin ve Orta Asya uygarlıklarının renkleri de karışmıştır. Hz. Muhammed (İslam) hareketiyle tarih sahnesine giren Arap toplumu, uzun süre Doğu uygarlığının öncülüğünü yapmıştır. Özellikle ilk Abbasi halifeleri döneminde Bağdat, Şam gibi kentler büyük birer uygarlık merkezidir ve çok geniş bir çevrenin bilim, sanat, düşün insanlarını kendisine çekmektedir. Ünlü Antik Yunan düşünürlerinin eserleri hızla Arapçaya çevrilmekte, yeniden yorumlanmakta, son derece özgür ortamlarda önemli tartışmalar yapılmaktadır.

Antik Yunan uygarlığının -onu aşan- bir devamı niteliğindeki bu uygarlık atılımı, giderek güneybatı yönünde Mısır’a, kuzeydoğu yönünde de İran’a doğru dalga dalga yayılır. Bir dönem sonra ise (11-12. yüzyıllar) Orta Asya içlerinden gelerek İslamiyet’i kabul eden Türklerin, yorulan Araplardan öncülüğü devraldığını görülür. Türkler taze kan getirmekle kalmamışlar, o döneme kadar nispeten kendi içine kapalı gelişen Hint ve Çin uygarlıklarının birikiminin de ana damara katılmasına aracılık etmişlerdir. Ortaçağ Doğu uygarlığının doruğu diyebileceğimiz bu dönemde Çin’den Endülüs’e kadar büyük bir uygarlık ateşinin yandığını görüyoruz. Avrupa toplumları ise bu uygarlığın nispeten geri kalmış çevresi durumundadır.

Avrupa-merkezci ideologlar, Ortaçağ Doğu uygarlığının rolünün, Antik Yunan’dan aldıklarını Batı’ya aktarmakla, yani sadece bir köprü olmakla sınırlı olduğunu iddia ederler. Bu da büyük bir çarpıtmadır. Batılılar da dahil olmak üzere olguları nesnel bir biçimde ele alan tarihçiler, Ortaçağ Doğu uygarlığının hemen hemen her alanda geliştirdikleri özgün katkıları vurgularlar. Fakat bu katkılardan daha da önemlisi, özellikle doruk döneminde Ortaçağ Doğu uygarlığının, insanlığın geçmişte yarattığı dişe dokunur tüm uygarlıklardan dem alması, damıtması ve o güne kadarki en güçlü senteze ulaşmasıdır. Asıl büyük katkı budur.

Batı uygarlığı bu büyük sentez temelinde gelişir. Batı, önce 12.-15. yüzyıllar arasında bu büyük mirasa çeviri yoluyla sahip olmaya çalışmış ve 16. yüzyıldan itibaren kendi özgün katkılarını da koymaya başlayarak o büyük Batı uygarlığını yaratabilmiştir. Uygarlık akışının üçüncü büyük sentezi de Batı uygarlığıdır.