Bu ülkede emperyalizme karşı mücadele eden bir biliminsanı yetişti. Osman Nuri Koçtürk ara sıra anılan bir kişilik ve bir biliminsanı olarak çalışmalarıyla hâlâ bize ışık tutuyor. Koçtürk’ün ilginç akademik kariyeri 1943 yılında Ankara Üniversitesi Veterinerlik fakültesinden askeri veteriner olarak mezun olduktan sonra 1948 yılında biyokimya üzerine doktora çalışmasıyla başladı. Beslenme konusuna çalışmaları, 1949-1954 ABD’deki Missouri Üniversitesi’nde beslenme kürsüsünde ziyaretçi profesör olarak görev yapmasıyla devam etti. Ülkeye döndükten sonra da sivil hayatı tercih edip, Et ve Balık Kurumu, Milli Eğitim Bakanlığı ve Ziraat Bakanlığı’nda, beslenme uzmanı olarak görevler aldı. O dönemde beslenme konusu çok bilinen bir bilimsel dal olmamakla birlikte, bu konuyu anlatmak için halka dönük bilimsel yazılar yazıp konferanslar vermeye başladı. Beslenmenin kişisel tercihlerden çok, üst düzeyde verilen politik kararlar ile şekillendiğini savundu. Çalışmalarının soğuk savaş dönemine denk düşmesi onun bakış açısını ve fikirlerini de etkiledi. İki kutuplu dünyada kültür ve besin baskısıyla hem ABD’nin hem de Sovyet Rusya’nın az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeleri sömürdüğüne işaret etti. 1950’li yıllarda Public Law 480 yasası ile ABD’nin Türkiye’ye gönderdiği süt tozu ve unların ülkeye verilen zararlarını anlatmak için çabalarken, az gelişmiş ülkelere gıda yardımı adıyla üretim artıklarının pompalandığını anlatıp, bunun ardında başka amaçların olduğunu vurgulayarak o dönem oldukça ses getirdi. Koçtürk’ün bugün hâlâ büyük ölçüde geçerliliğini koruyan eleştiri ve itirazlarına göz atmakta fayda var.
Soya yağına karşı zeytinyağı, yabancı buğdaya karşı yerli buğday
Osman Nuri Koçtürk 1960’ların başında soya ithaline de benzer tepkiyi verdi. Soya ithali ile ülkemize giren margarin de aynı senaryonun bir parçasıydı. Margarinin damar sertliğine yol açacağını dile getirip ona karşı zeytinyağı tüketimini savundu. Yeşil devrimin başlangıcı olarak bilinen Meksika’da Rockfeller vakfının fonlarıyla üretilen Sonora 64 Buğdayı’nın ülkeye gelmesine de şiddetle karşı çıktı. Halkı bilinçlendirmeye, kamuoyu yaratmaya çalıştı ve kitaplarında sıkça bu konuları dile getirdi. Bize yeten yerli buğdayın yerine, ileride ithalat yapmak zorunda kalacağımız konusunda uyardı ki bu konu hâlâ gündemini koruyor. Bu arada TÖS ve DİSK’teki çalışmaları vasıtasıyla gıdada oynanan bu küresel senaryoları emekçilerin büyük kesimine aktarmayı başardı. 1966 yılında senatör Tunçkanat tarafından açıklanan gizli bir CIA raporu gündeme geldiğinde, Türkiye’de ABD çıkarlarına aykırı davranan Koçtürk’ün adı da listedeydi. Raporda bu listedeki kişilerin pasifleştirilmesinin gerekliliğine işaret ediliyordu. Profesör unvanını hiçbir üniversiteden alamadı. Çalışma konusunda da kapılar yüzüne kapandı. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası bir süre gözaltına alındı. Daha sonra emekli olup, kendine dönük bir hayat yaşamaya başladı ve 1994 yılında sessiz sedasız aramızdan ayrıldı.
Kuzey-Güney çelişkisi ve açlık korkusu
Koçtürk, özellikle Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi kitabında kuzey-güney sömürüsüne dikkat çeker. Dünya savaşları sonrasında silahlı mücadelelerin pahalıya geldiğini anlayan emperyalist devletler sömürgeciliğin yeni tarzını keşfetti. Açlık korkusu yaratıp, yardım bahanesi ile ülkelere sızarak, gıda tüketimi başta olmak üzere birçok alışkanlığın, sömürülecek ülkelere kabul ettirilmesi hem ucuz hem de daha kârlı bir yoldu. Bu fikrini de Açlık Korkusu kitabında biopolitika olarak temellendirir. Ona göre açlık, emperyalist ülkeler tarafından kurgulanmış bir oyundur ve tamamıyla yapaydır. Ülkemiz anayasasında yazılı 52. maddeye göre yurttaşların beslenme hakkının devletin sorumluluğunda ve planlamasında olması gerektiğini savunur. Kitapları o yıllara ait bilimsel verilere ve istatistiklere de yer verir. Kitaplarında, yazılarında ve radyo programlarında kendine yeten coğrafyamızın, yapılan ithalatlar nedeniyle bağımlı hale geleceği konusunda uyarılarını sıkça yineler. Günümüz koşullarında bakıldığında pek de haksız değildir. Katıldığı radyo programlarının sonunda halka tarhana yemeyi öğüt ettiğinden adı halk arasında “Tarhana Osman”a çıkar. Sendikalarda yaptığı çalışmalarda işçilerin beslenme sorunlarını da ele almayı ihmal etmez. Bu konularla ilgili İşçiler, Sendikalar ve Beslenme kitabını kaleme alır.
Bergama’dan sonra 2016 yılında İzmir Karşıyaka’da da belediye tarafından Tarhana Osman’ın büstü dikilir. Bu vesileyle hayat hikâyesi ve mücadelesi bazı yazarlar tarafından tekrar gündeme gelir. Toprakların pestisitler-gübreler-yabancı tohumlarla kirlenmeyeceği, su kaynaklarımızın, ormanlık alanlarımızın, madenlerimizin uluslararası sermayeye peşkeş çekilmeyeceği bir ülke için, HES, termik ve nükleer santrallerle sanayiye enerji yetiştirmeye çalışmak yerine, insan bünyesine enerji katacak besinlere ucuz ve sağlıklı yoldan erişmeye çalışmak için Koçtürk gibi daha nice biliminsanına ihtiyaç var.
İnsanın temiz gıdaya erişmesi hakkında yazdığı yetmişe yakın kitap ve birçok makale, üzeri örtülü birer bilgi kaynağı olarak arşivlerde duruyor. Kitaplarının en önemlilerinden Gıda Emperyalizmi ve Açlık Korkusu TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası tarafından sınırlı sayıda tekrar basıldı. Ancak bulamayanlar için PDF olarak okumak da mümkün. Osman Nuri Koçtürk’ün önemli eserleri Sessiz Savaş, İşçiler, Sendikalar ve Beslenme, Türk Halkının Beslenme Sorunu’dur. Siz en iyisi onun kitaplarını bir kez daha okuyun. Ben de o sırada yaşadığım köy evimde, ne kadar tarhanamın kaldığını ve anısına bir taşım kaynatıp kaynatamayacağımı kontrol edeyim.