Yapılan tartışmalardan hangisi cinsiyet konusu kadar günlük hayata dokunuyordur, bilmiyorum. Ama kabul edilebilir ki popüler biçimde konuşulmaktan keyif alınan kadın-erkek beyni mevzuları da dahil, pek çok konuda cinsiyet hakkında konuştuklarımız can alıcı ve dikkat çekici. “Can alıcı” ifadesi hem deyim hem de somut anlamlarıyla okunabilir. Cinsiyet diyorum ama He ve She adlı kitaplar biyolojiyi temel alan bir anlatıyı oluşturmuyor. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet vurgusu ağırlıklı bir yan okuma da yapılabilir. Gerçi cinsiyet ifadesini kültürel ya da toplumsal cinsiyet bağlamında incelemeye kalkışsak dahi, bu bakış, biyolojik olanın bilgisini de eğip bükme kuvvetine sahip. Biyolojik olanın yorumlanmasının da bir tür toplumsal cinsiyet algısıyla iç içe olduğunu söylenebilir mi? Bunun sıkı bir örneği olarak Paul Broca’nın düşünceleri ele alınabilir. Paul Broca kadın ve erkek beynine dair görüşünü 1864’te dile getirmişti (Kılınç, 2014, s.35):
“Unutmamalıyız ki, kadınlar ortalamada erkeklerden biraz daha az zekidir, bu abartılmaması gereken fakat yine de yadsınmayacak bir gerçek. Bu yüzden kadınların nispeten küçük beyin hacminin, onların bir yandan fiziksel, diğer yandan entelektüel düzeyde aşağı olmalarından kaynaklandığını farz edebiliriz.”
Çoğumuza dehşet verebilecek bu ifadeler Paul Broca’nın. Kendisi beynimizdeki broca alanına ismini veren Fransız hekim ve antropolog. Tekrar söyleyebiliriz ki, kültürel olmayan pek çok şey de aslında insanın elinde farklı düşüncelerin aracı olabilmekte. Bu sebepten, He ve She adlı iki kitabı anlatırken, aklımın diğer bir ucunda da Jack Holland’ın Mizojini – Kadından Nefretin Evrensel Tarihi kitabı duruyor. Holland kitabının girişinde kadına dair yapılan ayrımcılığın aslında mitlerde başladığını ifade ediyor. Dahası, Yunan mitlerinin kadından nefret konusunda günümüze kadar süren olumsuz bir kadın imajının doğmasında kurucu bir rolü olduğunu ifade ediyor (Holland, 2016, s.27-51). Robert A. Johnson’ın kitapları ise anima ve animusu anlatırken mitleri irdelediği ve mitlerden kopmamayı önerdiği için, bu bakışa ihtiyacımız var. Dahası, bu bakışa, “düşünce polisliği” yapmadan ihtiyacımız var.
Kitaplar Johnson’un 1969 bahar ayları boyunca San Diego’daki Piskoposluk Kilisesi’nde verdiği bir dizi konferansı temel alıyor. Kitabın ilginç bir mistik havası var. Bu sebepten, kitabı okurken vaaz dinliyormuş havasına büründürebiliyor okurunu. İlave etmek gerekir ki Johnson, Jiddu Krishnamurti’nin öğrencisi olarak bir süre onunla vakit geçiriyor. Jiddu Krishnamurti’nin ise çeşitli mistik derneklerle ilişkisi olduğu biliniyor.(1) Yani kitabını da çevreleyen bu havanın nedeni aynı zamanda hocasından gelen esinti olabilir. Yazarı özel yapan bir başka ayrıntı C. G. Jung’un karısı psikanalist Emma Jung’un analizanı olması. Analitik eğitimini Künkel ve Tony Sussman ile tamamlayan Johnson, 1960’ların başında analitik uygulamalarına ara vererek ilerici ve geniş görüşlü olarak tarif edilen bir St. Gregory’s Kilisesi’ne katılıyor. Manastırda geçirdiği dört seneden sonra psikoterapist olarak çalışmaya devam ediyor.
He adlı kitap bir “kutsal kase” anlatısıyla örülü. She ise Psykhe’nin hikâyelerini konu ediniyor. He’nin kahramanı Parsifal, She’ninki ise Psykhe. İki kahramanın serüveni de belirli uçlarda salınarak seyrediyor. Parsifal, kutsal kase açlığı ile erkeksi kılıç kullanan kişi arasında salınır, bocalar. Bu iki yön, aralıksız olarak birbirini etkiler ve yaşamın kıymetli bir parçası olarak kabul edilir. She’de ise kadının benliğinde bir Afrodit barındırdığı anlatılıyor. “Çağdaş” bir kadın için ise yaşadığı çatışmaların kaynağı Afrodit’in doğasıyla Psykhe doğası arasındaki çatışma ile tanımlanıyor.
Yazar bir yandan mitlere dair inancı diriltmeye çalışıyor. Bu sebepten Mizojini kitabının ilk bölümünü hatırlatmakta fayda görüyorum. Johnson mitlerin bize ne dediklerini hâlâ önemsiyor; artık kullanılmayan ve aşılması gereken bir anlatı olarak kabul etmiyor. Aksine, bu hikâyelerin içerisinde yer alıp onları sürdürmeye davet ediyor. Bunu dini bir öğretiyi anlatır gibi, okuyanlara mesajlar vererek yapıyor. Dizi editörü Tuğçe Isıyel’in de hatırlattığı gibi, Jung’un “Artık elinde mitolojinin anahtarı var. Ruhun tüm kapılarını açmakta özgürsün” ifadesi kitapta harfiyen işleniyor.
Kitabın varlığını anlamlı kılan tüm bu özelliklerin yanında, kendisini okurundan iten, onun yanlış ellerde olmasına sebep oluşturabilecek bir özelliğinin kapaklarının rengi olduğunu ifade etmek gerek. Ama bu eleştiriyi acele bir şekilde iletmenin öncesinde, aynı konuda Pinhan Yayıncılık’tan ikinci baskısını yapan Maskülen; Erilliğin Farklı Yüzleri ve Feminen; Dişilliğin Farklı Yüzleri kitaplarının(2) kapaklarının da benzer şekilde tercih edildiğini hatırlatmış olayım. Okurla arasına ciddi bir set çeken bu özelliğe rağmen, Chiviyazıları Yayınevi’nden çıkan bu kitapların önemli olduğunu düşünüyorum.
Dipnotlar
1) https://theosophy.wiki/en/Jiddu_Krishnamurti
2) Kitabın İngilizce versiyonlarında böyle bir uygulama yok.
Kaynaklar
1) Holland, J. (2016), Mizojini – Kadından Nefretin Evrensel Tarihi. (E. Okyay, Çev.) İstanbul: İmge Kitabevi.
2) Jung, C. G. (2016), Analitik Psikoloji Üzerine İki Deneme. (İ. H. Yılmaz, Çev.) İstanbul: Pinhan Yayıncılık.
3) Kılınç, B. (2014), Aklın Cinsiyeti Var mı? (Ş. Öztürk, Dü.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.