Lübnan, Şili, İspanya, Hong Kong… Irak, İran… Şimdi Kolombiya… Şu günlerde dünya genelinde pek çok protestonun ardı sıra patlak verdiğine tanık oluyoruz. Her ne kadar çıkış nedenleri farklı olsa da her birinin asıl meselesi ortak: eşitsizlik ve başarısız yönetim. Sosyal medyada protestolar hakkında paylaşılan haberler, video görüntüleri ve yorumlarla birlikte uzak bir ülkede yaşanan protesto adeta yanı başımızdaymış hissi yaratıyor. İşte Sally Rooney’in Normal İnsanlar’ıyla böyle bir atmosferde karşılaştım. Her okumanın farklı bir okuma olduğu söylenir, sanıyorum ki, benim okumam da gündemdeki olaylardan etkilenip bu doğrultuda şekillendi. Öyle ki neredeyse kitabın bütününe bu gözle bakar oldum.
Normal İnsanlar Rooney’in Arkadaşlarla Sohbetler’den sonra, yayımlanmış ikinci kitabı. Kitap bir kasabada, Sligo’da yaşayan Marianne ve Connell adındaki iki gencin dört yıl kadar süren ilişkisine odaklanıyor. Normal İnsanlar bir aşk hikâyesi gibi görünse de aslında bunun ötesinde pek çok konuda söyleyecek sözü olan bir hikâye. Zira kitabın başından sonuna kadar varlığını güçlü bir biçimde hissettiren konuların başında eşitsizlik geliyor. Marianne’in annesi avukat, babası da avukatmış fakat babasını küçük yaşta kaybetmiş. Pek de iyi geçinemediği bir erkek kardeşi var. Connell’ın annesi Lorraine ise Marianne’lerin köşkünde temizlikçi olarak çalışıyor. Lorraine, Connell’a çocuk yaşta hamile kalmış. Tek çocuk. Yine de ekonomik ve sosyal olarak toplumun farklı katmanlarına ait bu iki kişiyi buluşturan ortak alanlar var: eğitim ve kültür. Zira Marianne ve Connell aynı lisede eğitim gören iki parlak öğrenci. Diğer arkadaşlarından farklı olarak, ikisi de okumayı seviyor. Marianne pek çekici bulunmayan, yakın arkadaşı olmayan “tuhaf” biri. Connell ise yakışıklı bulunan, arkadaşlarının sevgisini kazanmış “iyi” biri. Kitapta liseden üniversiteye uzanan bir dönemde bu iki kişinin birbiriyle, arkadaşlarıyla ve aileleriyle ilişkileri yer alıyor. Bu iki genç bir yandan cinselliklerini keşfedip zaman içinde çevrelerine uyum sağlamaya -“normalleşmeye”- çalışırken, diğer yandan kendilerini ve dünyayı tanımaya çalışıyor.
Marianne, pek çok ortamda kendini yalnız ve yabancı hisseder. “…sınıftaki tüm öğrenciler son üç dersten izinli sayılıp maça gönderilmişti. Marianne ilk defa seyrediyordu takımı. Spora ilgisizdi; beden dersi onda kaygı uyandırırdı. Maça giderken serviste kulaklığını takıp müzik dinledi, kimse onunla konuşmadı. Dışarıda: siyah inekler, yeşil çayırlar, kahverengi damlı beyaz evler. Futbol takımındakiler otobüsün üst katında toplanmış su içiyorlar, moral vermek için birbirlerinin sırtına şaplaklar atıyorlardı. Marianne gerçek hayatın çok uzakta bir yerde olduğu ve onsuz gerçekleştiği hissine kapılmıştı; yerini öğrenebilecek, bir parçası olabilecek miydi, bilmiyordu. Okuldayken bu hisse sık sık kapıldığı olurdu ama bu hisse gerçek hayatın nasıl göründüğüne ya da ne hissettirdiğine dair kesin bir görüntü eşlik etmezdi. Tek bildiği, gerçek hayat başladığında, artık onu hayal etmesine gerek kalmayacaktı.”
Connell, sosyal ve ekonomik durumunu kendisine hatırlatan durumlarla sıklıkla karşı karşıya kalır. Bir gün arkadaşı Rob okulda öğle vakti Connell’ı annesi hakkında soru yağmuruna tutar. “Sen kendin hiç girdin mi oraya? Dedi Rob. O köşke yani. Connell cips paketindekileri avucuna döktü, sonra pakete baktı. Birkaç defa girdim, evet, dedi. ̶ İçerisi nasıldı? Omuz silkti Connell. ̶ Bilmem, dedi. Büyük yer tabii. Doğal ortamında nasıl biri? Dedi Rob. ̶ Ne bileyim. ̶ Seni uşağı sanıyordur, değil mi? Connell elinin tersiyle ağzını sildi. Yağlıydı ağzı. Cipsi fazla tuzluydu, başına ağrı girmişti. ̶ Sanmam, dedi Connell. ̶ Annen onun hizmetçisi değil mi ki? ̶ Temizlik yapıyor sadece. Haftada iki gün gidiyor, pek karşılaşmıyorlar bence. ̶ Marianne onu küçük bir zille yanına çağırmıyor mu yani? Dedi Rob. Bir şey söylemedi Connell.”
Eşitsizlikle ilgili dikkat çekici bir pasaj daha. “Rachel’ın okulda en popüler kız olduğunu herkes biliyor, ama söylemeleri yasak. Buna karşılık herkes sosyal hayatlarının hiyerarşiyle düzenlendiğini bilmiyormuş gibi; bazılarının tepede, bazılarının ortalarda, bazılarınınsa daha da aşağıda olduğunun farkında değilmiş gibi yapmak durumunda. Marianne bazen kendini en alt basamakta görse de diğer zamanlarda hiç merdivende değilmiş, aşağısı-yukarısından etkilenmiyormuş gibi hissediyor; çünkü ne popülerlik peşinde ne de elde etmek için uğraşıyor. Baktığı yerden merdivenin kime ne fayda sağladığı meçhul, en tepedekiler için bile.”
Normal İnsanlar siyasi gibi görünmese de aslında epey siyasi bir roman. Zira sadece eşitsizlikten değil, ırkçılık, ayrımcılık, zorbalık, şiddet, taciz vb. pek çok siyasi sorundan bahsediyor. Kitabın iki ana karakteri, Marianne ve Connell dijital çağda doğmuş Y kuşağının, partizan değilse de, bilgi kaynaklarına kolay erişebildikleri için bugün dünyadan belki de hiç olmadığı kadar haberdar kimi üyelerini temsil ediyor.
Normal İnsanlar
Sally Rooney, Çev. Emrah Serdan, Can Yayınları, Eylül 2019, 263 s.