Gündelik uğraşlarımızı bir kenara bırakalım ve her şeyin başlangıcından biraz ileriye, yaklaşık 4,6 milyar yıl geriye gidelim. Gezegenimizin de içinde bulunduğu Güneş Sistemi oluşuyor. Gittikçe daralan bir ölçekle çevremizi incelemeye başlayalım. Etrafımızdaki sayısız gökcisminin henüz günümüz görüntülerine benzemeyen bir hali var. Orada, Dünya’mızın eski, en eski haline odaklanalım. Dünya, bir yangın yeri…
Bu noktada zamanda biraz ileriye gidelim, 600 milyon yıl geçti ve bu süreçte Dünya cayır cayır yanma halinden soğuduğu bir evreye geçiş yaptı. İçerisinde bulunduğumuz an, günümüzden 4 milyar yıl önce. Bu evrede daha önce buhar halinde olan su sıvılaştı ve Dünya üzerinde hayat belirmeye başladı. Bu dönemde “yaşam” günümüzde kullandığımız anlamına karşılık gelmiyor. Öncelikle hücrelerimizin oldukça eski ve ilkel bir formu olan yapılar meydana geldi. Nükleik asitler oluştu, protein yapıları gelişti. Ardından tek hücreliler ortaya çıktı, sonrasında ise yaşam ağacının her bir üyesi… Mikroorganizmaların ortaya çıkışlarına tanıklık ettik, yolculuğumuza uzun bir süre onlarla birlikte devam edeceğiz. Yaklaşık 3 milyar yıl boyunca şimdilerde içerisinde yaşadığımız gezegene mikroorganizmalar hâkim olacak. Günümüzde yaşadığımız pek çok hastalığın nedeni olan mikroorganizmalarla bir arada geçirdiğimiz bu süreçte diğer canlılar da gelişecek ve canlılığın yaşam ağacı görkem kazanacak. Mikroorganizmalar ise hep bizimle olacak. Mikroorganizmalar milyonlarca yıl boyunca öyle bir yayılım gösterecek ki, yerkürenin katmanlarından hücrelerimizde bulunan organellere, yeryüzünün en aşırı koşullara sahip bölgelerinden genetik materyalimize kadar her yerde onlara veya onların parçalarına rastlayacağız.
Dünyamızın en eski canlıları evrimleşti, türleşti ve çeşitlenerek yeryüzüne yayıldı ancak yolculuğumuz sırasında tanık olduk ki tarihin hiçbir evresinde yok olmadılar. Kimiyle ortak yaşam halindeyiz, kimi bize ve diğer canlılara fayda sağlıyor, kimi vücudumuzda parazit olarak yaşıyor, kimi ise çeşitli hastalıklara yakalanmamıza neden oluyor. SARS, sıtma, kızamık, AIDS, grip ve diğerleri… Hepsi mikroorganizmaların neden olduğu hastalıklar; Dorothy H. Crawford ise, Ölümcül Yakınlıklar: Mikroplar Tarihimizi Nasıl Şekillendirdi? kitabında mikroorganizmaları yıkıcı etkileri nedeniyle “mikrop” olarak ele alıyor. Dünya genelinde can kayıplarına neden olan bu hastalıklar, geliştirilen tedavi yöntemleri ile kontrol altına alınabiliyor ancak bu mikroorganizmaların evrimleri, türleşmeleri ve hastalık yapıcı etkilerinin değişimi hızlı bir biçimde devam ediyor.
Crawford kitabında mikroorganizmaların etkilerinden ve bu etkilerin giderilmesi için süren çalışmalardan, immünoterapi biçimlerinden söz ediyor. Özellikle de ilk başarılı immünoterapi yöntemi olan aşıları sıklıkla vurguluyor. Bağışıklık sistemimizi mikropları denetim altına almaya uygun hale getiren immünoterapi yöntemlerinden aşının, artışta olan antibiyotik direnci kırabileceğini ifade eden Crawford, “Herkes mikroplarla savaşma konusundaki en iyi yolun aşılar olduğu görüşünde” diyor. Aşılar üzerinden süren, bilimsel gerçeklerle örtüşmeyen tartışmaları noktalayacak türden açıklamalar yapan Crowford, mikropların çeşitliliği ve hızlı uyum sağlama yetenekleri karşısında her zaman bir adım geride olacağımızı hatırlatıyor. Bu sebeple hastalık önleyici ve hastalık sonrası tedavi yöntemleri paha biçilmez bir değere sahip.
Laboratuvar ortamında sadece birkaç saatlik sürede bile evrimleştikleri gözlenebilen mikroorganizmaların evrimleşme hızlarına yetişebilecek miyiz? Mikroorganizmaların, antibiyotiklere karşı direnç geliştirmelerinin önüne geçebilecek miyiz? Bu canlıları ekosistem içerisinden yok etmeden hastalık yapıcı etkilerini ortadan kaldırabilecek miyiz? Bu soruların yanıtlarını bugünden bilemiyoruz. Gelişen biyoteknolojik araçların ve kişiye özgü ilaç üretimlerinin etkisiyle belki gelecekte bir gün mikroorganizmaların yıkıcı etkileriyle baş edebiliriz. Ancak hem tarihsel süreç içerisinde hem de günümüzde rutin hale getirdiğimiz pek çok davranış ile canlıların ekosistem içerisindeki varlıklarını tehlikeye attığımız çok açık.
Crawford’un kitabında mikroorganizmaların dünya üzerinde yayılma süreçleri anlatılırken, rutin haline getirdiğimiz bu davranışlara da odaklanılıyor. Örneğin canlı hayvan ticareti… Bu noktada şiddetli akut solunum yolu yetersizliğine neden olduğu bilinen SARS virüsünün dünyaya yayılma yolunu örneklendiriyor Crawford. Canlı hayvan ticaretinin sadece besin sağlama amacıyla yapılmadığına, tarımda, bilimsel deneylerde ve “ev hayvanı” olarak kullanılmak üzere pek çok hayvanın doğasından kopartılarak kullanıldığına dikkat çekiyor; bu durumun, canlılara ve yaşadıkları coğrafi alana özgü mikroorganizmaların dünya geneline yayılmasına neden olduğunu belirtiyor. Ayrıca mikroorganizmaların yıkıcı etkisinin yanı sıra insan davranışlarının neden olduğu yıkıcı etkiler de örneklendiriliyor. Bu anlatının üzerine Dorothy H. Crawford, mikroorganizmaların evrimini, tarih boyunca dünya üzerinde nasıl yayıldıklarını ve hastalık süreçlerini anlattığı, çok değerli bir kaynak olabilecek nitelikteki kitabını şu alıntı ile bitiriyor: “Tarih bizi küresel bir topluluk olarak yargılayacak!”
Ölümcül Yakınlıklar
-Mikroplar Tarihimizi Nasıl Şekillendirdi? Dorothy H. Crawford, Çev. Gürol Koca, Metis Yayınları, 2018, 241 s