Bir sözcük zihnimizi esir almış durumda. Sıradan mikroskopla göremediğimiz, izleyemediğimiz bir virüs dünyayı durduramasa bile bizim dünyayı kendisinden ibaret sandığımız hızla akıp giden modern hayatımızı durdurmak üzere. Her yeni gün yapageldiğimiz bazı şeyleri durdurma, bazılarını da ileride durdurmak üzere şimdilik yavaşlatma kararlarıyla başlıyor. Bu kararların bir kısmını kendimiz alıyoruz, kalanı da dışarıdan kurallar ve yaptırımlar olarak dayatılıyor. Savaşların, kırımların, kazaların, felaketlerin, doğal ve yapay afetlerin yapamadığını beyni olmayan, sinir sistemi olmayan, aklı, zekâsı, duyguları olmayan pasif bir yaşam formu birkaç ayda yapıverdi. Önce olağan mutasyonlarından birini geçirerek hayvandan insana ve insandan insana sıçrayabilir hale geldi. Sonra kısa süre içinde küresel köyümüzün her yanına yayıldı. Sonra da ülke sınırlarını kapattırdı, uluslararası uçuşları durdurdu, finansal yapıları çökertti, okulları tatil ettirdi, çalışma hayatını sürdürülemez hale getirdi. Şimdilerde hastaneleri doldurup sağlık sistemlerini çökertmekle meşgul. Bizi de kaygılarımızla birlikte evlerimize, hatta odalarımıza kapattı ve dünyanın geleceğini, bu gelecek içinde kendimizin nasıl bir yeri olabileceğini düşünmeye zorluyor. Ne kadar düşünsek de olanı biteni analiz etmemiz, yönümüzü belirlememiz mümkün değil. Sıradan insanlar olarak uygarlığımıza kasteden bu musibet virüsün karşısında bir elimizde sabun, diğerinde kolonya, tenceremizde makarna ve dolapta stokladığımız bir miktar tuvalet kâğıdı ile kalakalmış durumdayız.
Biz basiretimiz bağlı beklerken uzmanlarınsa haklı kaygıları ve çok başka dertleri var. Her akşam televizyonlarda, gündüz gazetelerde, internet medyasında ve sosyal ağlarda tartışılsa da tükenmiyor. Yüzlerce veri tablosu, çeşit çeşit grafik seriliyor önümüze. Tahliller, yargılar, genellemeler, öngörüler havada uçuşuyor. Ülkelerin vaka ve kayıp sayılarına dair projeksiyonlar yapılıyor, hastane, yatak, yoğun bakım ünitesi, solunum cihazı, hekim, hemşire, eczane sayıları karşılaştırılıyor. Anlaşılan o ki çok bilinmeyenli çok sayıda problemle karşı karşıyayız. Yüreğimize su serpecek, bizi teselli edecek sözler duymaya uzağız. Görevi gereği “ben de bilmiyorum” deme hakkına sahip olmayan sağlık bakanı bildiği yolu gösterdi: “Bu hastalığa karşı elimizde güçlü bir koz var: Yakalanmamak.” Öyle ya, “en kestirme yol en bilinen yoldur”. Sizin elinizden gelen ancak bu kadarıysa elbette hasta olmamak bir yurttaşlık ödevidir artık hepimiz için. Peki, bilin bakalım ne eksik? Bilim kültürüne sahip, okuryazar yurttaş.
Böyle bir durumda yurttaşlar eğitimli ve genel kültür sahibi olmalıdır. Temel eğitimimiz boyunca derslerde öğrendiklerimiz bizi uzman yapmaz. Matematiğin ne olduğu ve nasıl kullanılabileceği hakkında bir fikir sahibi oluruz ama matematikçi olamayız. Benzer durum edebiyat, fizik, kimya, tarih, biyoloji, coğrafya, müzik, spor gibi benzer dersler için de geçerlidir. Bu alanlara dair evrensel geçerliliği olan yeni bilgiler üretmemiz, bilime katkı yapmamız değil, uzmanları dinleyebilmemiz, anlayabilmemiz beklenir. “Hücreler enfekte oluyor”, “salgın üstel olarak yayılıyor”, “alt solunum yollarını etkileyen viral enfeksiyon” dendiğinde neden bahsedildiğini anlayabilmemiz istenir. “Sosyal mesafe korunmalı”, “hijyen için sabun kullanılmalı” gibi önerilerle karşılaştığımızda bunların nedenlerini tahmin edebilmemiz beklenir.
Ayrıca yurttaşlar okuryazar olmalıdır. Bilgilerimiz eylemlerimize, davranışlarımıza yön vermelidir. Gündelik edimlerimiz, bunların oluşturduğu riskler farklı. Anladıklarımızdan kendi hayatımıza uyarlayabileceğimiz çıkarımlar yapabilmemiz gerekir. Bu da araştırmayla mümkün olur. Araştırma için okuryazarlık şarttır. Sözlükler aksini söylese de okuryazarlık okumayı yazmayı bilmenin dışına taşan bir kabiliyettir. Okumayı bilse de okur olmayanlar yeni bir problemle karşılaştıklarında okumak, araştırmak yerine başkalarına sormayı, onlardan öğrenmeyi tercih ederler. Söylenenleri karşılaştırarak öğrenmeye çalışırlar. Okuryazar içinse bilginin kaynağı sağdan soldan duyduklarıyla sınırlı değildir. Bilgiye nerede, nasıl ulaşacağını, kaynaklarının güvenilirliğini nasıl test edeceğini, onları başka kaynaklarla nasıl karşılaştıracağını bilir.
Yurttaşların bilim kültürü de olmalıdır. En güvenilir ve güncel kaynaklardaki bilgiler de sınırlanmış koşullar içinde üretilmişlerdir. Bilim bir konuda ve belli koşullarda sınanmış, ispatlanmış önermeleri rafa kaldırıp kendi haline bırakmaz. Bu bilgilerin başka koşullarda geçerli olup olamayacağını sınamaya devam ederek, beklenen sonuçlara ulaşılamıyorsa bunun nedenlerini irdeleyerek, yeni hipotezler kurarak, yeni deneyler tasarlayarak, birikerek ilerler. Bilimsel bilginin eksiği, kusuru, yanlışlığı yine bilimsel yöntemle sorgulanır ve giderilir. Bilim okuryazarlığı ise ancak genel kültür ve okuryazarlığın üzerine eklenebilir. Bir konuda uzmanlık bilgisine sahip olmak kişiye bilim kültürü kazandırmaz.
Toplum sağlığıyla ilgili daha ciddi önlemlerin alınması, bunların uygulanmasının yaratacağı sosyal ve ekonomik zaafların giderilmesi konusunda siyasal iktidara söz geçiremeyen “bilim kurulu” toplumun sağduyusuna güvenerek evde kalınmasını, kalınamıyorsa sosyal izolasyon ve hijyen konusuna dikkat edilmesini öneriyor. Oysa kendilerini ve toplumu koruma konusunda yurttaşların görevi kamunun alacağı tedbirlerin tamamlayıcısıdır. Bütün önlemler alındıktan, tüm ekonomik destekler sağlandıktan sonra görev sırası gerçekten yurttaşlara geldiğinde bilimle, bilimsel bilgiyle ilişkimizin niteliği bu mücadeledeki gücümüzün sınırlarını belirleyecek.