Eylül ve Ekim aylarının gelmesiyle bitişler ve başlangıçlar, ayrılıklar ve kavuşmalar iç içe geçiyor. Yaz bitiyor, sonbahar başlıyor, okullar açılıyor, bir düzen ve ritme geri dönülüyor. İç dünya ve dış dünyanın karşılıklı bir ilişkisi var. Dışarıda bunlar olurken elbette iç dünyamızda da bunların duygusal bazı izdüşümleri oluyor.
İster küçük bir çocuk olalım ister kocaman yetişkinler… Ayrılık ve başlangıçların hepimizde uyandırabileceği bazı duygular var, insanlık hali. Bu duygularımızı keşfedebilmek, onlara alan açabilmek ve onlar ile ne yapabileceğimize dair olan bu yazıda sevimli bir hikâyenin eşliğinden destek alarak ilerleyeceğiz.
Babamın Uzun Bacakları, anaokuluna giden bir çocuğun ayrılmak ve yeniden kavuşabilir olmakla ilgili uyanan duygularının öyküsü.
Dış dünya ve iç dünyanın birbiriyle etkileşim içinde olduğunu söylemiştik. Bazen dışarıda olan bitenler bizim içimizde zaten var olan, belki uyuyan ama orada duran bazı duygu ve düşüncelerimizin kapısını çalabiliyor. Çoğu kez, aslında dışarıda olan bir şey yüzünden böyle hissettiğimizi sanabiliyoruz. Başımıza bir şey geliyor ve bu başımıza gelen şey bizim mutsuzluğumuzun, öfkemizin, kırgınlığımızın sebebi gibi gelebiliyor. Büyük ihtimalle pek çok insan terapiye de benzer bir noktada başlıyor. “Bir şey oldu ve bu olan şey beni böyle yaptı, bu yüzden bir desteğe ihtiyaç duydum.” Oysa başınıza gelen şey, sizin içinizde bir yerlerde uyandırdığı meselede size dair bir şeyler olmasaydı sizi belki daha farklı etkileyebilirdi. Size sıkıntı veren, onun yüzünden bu halde olduğunuzu düşündüğünüz ve bir an önce yok etmeyi istediğiniz şey aslında bir anahtar gibi. Belli ki sizin ruhsallığınızdaki bazı kapıları, kilitleri açabiliyor. O halde belki de esas ihtiyaç duyduğunuz destek bu durumu “yok etmek”, “ortadan kaldırmak”, “çözmek”ten ziyade, size bunun bir anahtar olabileceğine işaret ederek sizi kendi iç dünyanızda olan bitenleri anlamaya dair meraklandırıp şevklendirebilecek biri. Dikkatinizi dışarıda olanlardan içinizde olanlara doğru vermenize yardımcı olabilecek biri. Bu, bazen bir terapist olabilir. Bahsettiğimiz kitapta ise, kahramanımız olan küçük çocuğun babası.
Hikayede, babanın barındırdığı bazı özelliklerin ve davranışlarının konumuz için önemli birtakım unsurlara dair iyi bir figür olduğunu düşünüyorum. Matty’nin babası “oyuncu”luğu yüksek, hayal gücü geniş, empatik ve “uyumlanma” kapasitesi iyi bir baba.
Matty babasıyla okula gidecekken arabanın motorunun ilk seferde çalışmayıp değişik sesler çıkarması, Matty’nin içinde “Ya araba bozulur da babam beni almaya gelemezse?” sorusunu uyandırıyor. Belli ki evinden, babasından, güvende hissettiği yerden ayrılıp da okula gitmek zor. Kimin için değildir ki? Güvende hissetmek ile büyümek arasında çok enteresan bir ilişki var. Büyümek için bir noktaya kadar (ayrılık vakti gelene kadar) güvende hissetmiş olmak gerekiyor. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde güven ihtiyacının en temele yakın bir yerde olduğunu bilmeyenimiz çok azdır artık sanıyorum. Ancak sürekli güvende hissetmek maalesef büyümek için yetmiyor. O çok güvende, emin ellerde hissettiğimiz kişilerden ve yerlerden irili ufaklı ayrılıklar yaşamamız gerekiyor. Bu ayrılıkları yaşarken bazen güvensiz hissediyoruz, korkuyoruz, geri dönmek istiyoruz. Matty ile babasının hikayesine dönersek, bana kalırsa bu tam bir “büyümeye alan açabilme” hikayesi. Matty, korkusuna hayal gücünü de katarak ardı arkası kesilmeyen sorularıyla babasına “Ya beni almaya gelemezsen? Ya dönemezsen? Ya tekrar kavuşamazsak” diye soruyor. Bu noktada birçok ebeveyn kendi duygularıyla haşır neşir olmaktan çocuğunkini tanımayı ve onunkine eşlik etmeyi maalesef göremeyebiliyor. Aklınızda çocuğunuzu bir an önce okula bırakıp işe yetişmek varsa ve bu konuda stresliyseniz o anda çocuğunuzun duygularına uyumlu, empatik ve oyuncu bir şekilde duramayabilirsiniz hatta verdiğiniz tepkilerle işleri daha da berbat hale getirebilirsiniz. Matty’nin babası da “Saçmalama, araba niye bozulsun? Traktör niye yorulsun? Ejderhaların bununla ne ilgisi var?” diyebilirdi. Ancak o, Matty’de ayrılığın tetiklediği korku, özlem, güvensizlik gibi duyguları “oyunsallaştırarak” çocuğunun duygularına eşlik etti, onlara uyumlandı. Matty’nin hissettiği bu duyguları inkar etmeye, yok saymaya, eleştirmeye, önemsizleştirmeye çalışmadan onları olduğu gibi alıp, kendi hayal gücü ve oyunculuğuyla birleştirip Matty’ye yanıt verdi. Psikoloji literatüründe bu uyumlanma haline “attunement” deniyor.
Attunement (uyumlanma), en temel düzeyde annemiz ile yaşadığımız o ilk ve özel ilişkide tecrübe edebildiğimiz bir hal. Annenin bebeğin fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarına uyumlanması, onun ritmine ve ihtiyaçlarının doğasına uygun davranması hali olduğu söylenebilir. Büyüdükçe, diğer ilişkilerde de uyumlanma halinin arayışı ve yansıması devam eder. Biri tarafından anlaşıldığımızı ve onunla temasta olduğumuzu hissetmek, o kişinin bizim sözcüklerimizin mantıklı anlamından daha fazlasını da bildiğini içerir. Uyumlanma, öteki kişinin, sözcüklerimizle ifade ettiklerimizin mantıklı anlamlarının ötesinde, nasıl hissettiğimizi de kendi ruhsal dünyasına alabilme ve bu hislerimize eşlik edebilme becerisini de kapsar (Şahin, 2015, syf.46). Uyumlanma durumunda karşınızdaki kişiyle, onun hissettikleriyle, onun içsel yaşantılarıyla bir armoni içinde olursunuz. Empati, uyumlanma sürecinin can alıcı noktasıdır ve çoğu zaman başlangıcıdır. Ancak uyumlanma, empatinin de ötesidir; çünkü söyleyenin niyeti kadar onu duyanın derinlikli kişisel tepkisini de kapsar (Stern, 1985). Bunlarla birlikte uyumlanmanın insani ilişkilerdeki olumlu etkilerinden biri, yakınlık duygusunu beslemesidir.
Matty ve babasının hikayesinde, ayrılıktan ve tekrar kavuşamamaktan korkan Matty’nin derdini babası anlıyor. Onunla ve duygularıyla empatik bir şekilde durabiliyor. Ancak bunun da ötesinde ona kendi iç dünyasından, kendi özgünlüğünü de kattığı bir tepki veriyor. “Seni almaya geleceğim.” şeklinde kuru bir cevap değil; “…araba bozulursa… bahçedeki bütün kuşları toplarım, beni kollarımdan tutup sana uçururlar.” diyerek onu kendi iç dünyasından otantik bir yerden cevaplıyor. Üstelik bu cevapla (ve bunun gibi diğer eğlenceli cevaplarıyla) yalnızca Matty’nin endişesini duyduğunu ifade etmiş olmuyor; aynı zamanda Matty’yi bir oyuna davet ediyor. Uyumlanma dediğimiz konseptin püf noktası burada saklı: Eğer babası Matty’ye yalnızca hiç merak etmemesini, tabii ki onu almaya geleceğini, onu okulda bırakmanın kendisi için düşünülemez olduğunu söyleseydi belki empatik ama hala uyumlanma noktasında eksik bir cevap olurdu. Babası, Matty’nin derdine onun dilinden cevaplar verdi. Matty gibi düşündü, Matty gibi konuştu. Bunu da herhalde kendi içindeki çocuk haliyle yani duygularıyla ve oyuncu tarafıyla temasa geçerek yaptı. İşte bu sebeple ortaya empatik, uyumlu ve otantik bir cevap çıktı.
Güncel yaklaşımlar çocukla iletişimde didaktik bir tavır ve üsluptan ziyade onun dilinden olanın daha etkileyici ve çocuğun dikkatini daha iyi yakalayan bir tarz olduğuna işaret ediyor. Bu, çocuk metinleri için de böyle. Nasihat veren, “Şöyle yapmalısın, şunu yapmazsan böyle olur”cu didaktik bir dil, çocuk için çok üstten. Bu dile kim maruz kalsa hoşuna gitmez herhalde. Çocuğun anlaşıldığını, kendisine uyumlanıldığını hissedemeyeceği türden bir dil bu. Bununla birlikte, bunu çocukla “arkadaş olmak” ile karıştırmamak gerekiyor. Uyumlanma ve çocuğun dilinden ona eşlik etme onunla arkadaş olmak demek değil, hâlâ onun ebeveyni kalarak onun hislerinin paralelinde yanıtlar vermektir. Çünkü, çocuğunuzun en büyük ihtiyacı aslında bir ebeveyndir. Dışarı çıktığında, okula gittiğinde zaten birçok arkadaş bulabilir ancak ebeveynini yalnızca sizde bulabilir. Babamın Uzun Bacakları’na son kez dönersek, kuşlar uçurarak, ejderhalar taşıyarak, tavşanlar zıplayarak babasını Matty’nin yanına getiremezse ne olacağının cevabı elbette belli. Eğer hiçbiri işe yaramazsa, Matty’nin babasının onu almaya gelmek için güvenebileceği iki ayağı var! “Bacaklarım seni almaya gelmek için hiçbir zaman yorgun olmaz.” Bu cevap ile babası, Matty’nin babası olduğunu ona hatırlatıyor. Empati, yaratıcılık, uyum ve oyunun ardından gelen bu basit cevaptaki güven, ne kadar teskin edici.
KAYNAKLAR
1) Brun-Cosme, N., Babamın Uzun Bacakları. (Çev: Burcu Yılmaz), İstanbul: İlksatır Yayınevi, 2021
2) Şahin, M. (ed.), Empatinin Ötesi: İlişki İçinde Bir Temas Terapisi. (2015). Ankara: Nobel Akademik Yayınları, 2015.
3) Stern, D.N. (1985). The interpersonal world of infant: A view from psychoanalysis and developmental psychology. New York: Basic Books.