Ana Sayfa Dergi Sayıları 236. Sayı Belki

Belki

69
0

Anıl Ceren Altunkanat

 “Kısaca, denemeden bilenlerden daha aptal, gidip de dönmeyenlerden daha şanslıydım.”

Aralık ayı malumunuz; biten yılın hesabı kitabı dökülür önümüze. Yaptıklarımız, yapamadıklarımız; acılarımız, mutluluklarımız; kapanan defterler, yeni başlayan coşkular… Ama bu yıl öyle değil. Bu yıl 6 Şubat’ta bitti, ne var ne yok orada kaldı. Sadece deprem değildi gördüğümüz, bütün sistemleri çökmüş devleti, insanlar can çekişirken bile çalmaktan geri kalmayan düzeni, yaşadığımız ülkeyi saran güvensizliği gördük. Kimsenin umurunda olmadığımızı, sosyal devlet laflarının bu topraklarda acı bir şaka olduğunu gördük. Deprem bölgesinde yaşamaya çalışan insanlar bunu hâlâ görüyor. Biz unuttuk. Şimdilik. Başka bir felakete kadar.

Bu yılın kötülüklerini depremle kısıtlı tuttuğumu sanmanız beni üzer; yangınlarımız oldu, hukuksuzluğa doyduk, ekolojik yıkım buramıza (alnımın tepesini gösteriyorum) geldi. Haksız yere hapiste tutulanlar, maden uğruna yıkılanlar, av ihaleleriyle canından olanlar, insan hatasıyla kül olanlar, barınamayanlar, sahipsiz kalan öğrenciler… Ülkemiz bu açıdan çok zengin, ben bir söyleyeyim, siz on ekleyin.

2023’ü özetle derseniz, perişan olduk derim. O kadar. Bir umut; belki de bu güneş doğmadan önceki en karanlık yıldır. Belki bunca kıyım, haksızlık ve hukuksuzluk bir doyum noktasına ulaşmıştır; kabından taşacaktır belki bu ülke. Belki onurunun yeniden kuşanacaktır bu halk. Belki.

***

Gölgeler çekilince ne göreceğiz? Kim olacağız ışığa kavuşunca? Aslında kimdik ve saklandık gölgelerde? Yoksa gölgelerin ardında zifir karanlık mı bizi bekleyen? Tam da kalbimiz gibi? Belki karanlık ama sevgiye aç bir zavallı? Belki sıradanlığı içinde kendini yoklukla taçlandıran biri? Belki olmaktan en korktuğumuz kişi? Annemiz? Babamız? Ta kendimiz?

“Gerçek yüzünü ameliyatla değiştiren bir adamın sabah uyandığında eski suratıyla karşılaşması gibiydi o günlerdeki hâlim. Artık kendimden çok annemdim. Ve işin kötüsü, böyle hissetmek rahatsız etmiyordu beni.”

Cahide Birgül’ün ilk romanı, Gölgeler Çekildiğinde, ekşimtırak yaşamı içinde kendince yuvarlanan Esin’i, onun kalıcı bir misafirle tepetaklak olan dengesini anlatıyor. (Ne yalan söyleyeyim, okurken aklıma sık sık Simone de Beauvoir’un Konuk Kız romanı geldi.) Deniz hayatına sızdıkça kendinde bilmediği katmanları keşfeden Esin, hem bir girdaba sürüklenir hem de hayatına sinen sıradanlıkla yüzleşir. Uzayan misafirlik ve Deniz’le kurduğu eğreti ilişki onu bütün ilişkilerini, kalbinin en derinlerini sorgulamaya iter.

“Giderek bu ilişkinin bana sıkıntı gibi, umutsuzluk gibi, karamsarlık gibi ara ara hissettiğim pek çok olumsuz duygunun yanı sıra, artık üzerime sinmeye başlayan koyu bir yaşlılık duruşu da yüklediğinin farkındaydım. Asıl dayanılmaz gelen de buydu. Böyle olmak istemiyordum.”

Başka biri olmak mümkün mü? Hayatımıza giren ve gölgeleri bir süre için bile olsa kovan biri başkası kılar mı bizi? Başkasının elini tutarak değiştirebilir miyiz derimizi? Kasvete boğulmuş bir yaşamı çıkarabilir miyiz gün ışığına?

“Sanırım bu yanılsama benim gibi başkalarının da başına gelmiştir; insan her şeyin yolunda gittiğine dair bir iyimserlik havasına kendini kaptırdığında, bütün duyuları da usul usul uyuşur sanki.”

Sonra, o iyimserlik havası balon gibi söndüğünde kendiyle bir kez daha baş başa kalır insan. Bu kez çok daha sarsılmış, çok daha düşmüştür aslında; o mutluluk hâli geride zehir gibi bir tat bırakır. Doğrusu mutlu olup o mutluluğu yitirtmektense kadehi dudağa hiç götürmemek yeğdir. Değil mi?

“Güneş sizin topraklarınızda batmışsa, başka bir yerde doğduğunu düşünmezsiniz. Gecenin bütün dünyayı kapladığını sanırsınız.”

Gölgeler Çekildiğinde pek de söz etmek istemediğimiz duyguları ve ruh hâllerini, o sıradanlığını saklamaya çalıştığımız ama ta boğazımıza kadar battığımız bunaltıcı yaşamlarımızı sakince döküyor önümüze. Kaçtığımız kötülüğü de mutluluğu irdeliyor satır satır; ölümü beklediğimiz evlerin iç bayıltan kokusu yükseliyor sözcüklerden.

Yalan mı? Bir misafir bekliyor gibiyiz hepimiz? Bizi bize tanıtacak, yaşamımızı sonunda başlatacak bir misafir? Adı Deniz de olabilir, Yaşam da… Ne fark eder? Gölgeleri defetsin, en azından bir süre kalbimizin attığını bize hissettirsin, değil mi?

“Hepimiz, onunla bildiğimizden, olduğumuzu sandığımızdan bambaşka kimliklere bürünmüş ve belki de kendimizi bile şaşırtan, yabancı, hatta irkiltici bir ‘ben’le yüz yüze gelmiştik.”

Ama sonunda evlerin o bilindik kokusuna hapis kalır insan; evet, bir şey kıpırdamıştır yerinden ama küskünce, yenilgiyle dönmüştür işte çıktığı gölgeye. Zehir gibi bir tat kalmıştır geriye. Ve birkaç küskün hikâye…

“Ağlar, ama yine de onlara hak verirdim. Neden böyle tertemiz olduğumu, neden diğerleri gibi her zaman sokağa çıkamadığımı bilemez, farklılığımdan utanarak ahmaklıkla kızgınlık arasında bir yerde dururdum.”

***

Yeni yılın hepinize sağlık ve neşe; ülkemize nicedir yokluğunu çektiğimiz adaleti ve umudu getirmesini diliyorum.

Her sayfası esin dolu bir ay olsun.

-Gölgeler Çekildiğinde, Cahide Birgül, Kafka Kitap, s. 205