1) Altın arama ve üretim faaliyeti Avrupa ve ABD dâhil dünyanın birçok yerinde yapılmaktadır. Ancak aynı şirketler işçi sağlığı ve iş güvenliği, ücret seviyesi, kullanılan yöntemlerdeki farklılıklarla Avrupa ve ABD’de başka, Türkiye’de başka çalışma sistemleri kurmuş durumdadır. Avrupa ve ABD’deki işçilerle aynı işi yapan işçiler Türkiye’de güvensiz, güvencesiz, önlemsiz, düşük ücretli ve baskı altında çalıştırılmaktadır. Benzer şekilde çevreye verilen zararla ilgili de ABD ve Avrupa’da çok daha sıkı önlemler gündeme gelirken Türkiye’de bu önlemler aşılması gereken yasal engeller olarak görülmektedir. Çalık Holding’in 13 Şubat sonrası söylediği “Biz sadece finansal ortağız” açıklaması bu anlama gelmekte, Çalık Holding’in siyaset-bürokrasi-idare ilişkileri aracılığıyla işçilere ve çevreye yönelik her türlü kuralsız davranışın korunması güvence altına alınmaktadır.
Bu iç karşılaştırmadan bağımsız olarak bütün dünyada altın arama ve üretim faaliyetinin küçük bir azınlığın servet biriktirmesi için yapıldığını, bu uğurda işçilerin emek sömürüsüne ve doğanın metalaştırılmasına dayandığı unutmamak gerekir.
2) 13 Şubat öncesi dönemde de ana firma Anagold ve Çiftay başta olmak üzere taşeron şirketlerde çalışan işçiler için gerekli işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinde önemli eksikler bulunmaktadır. Gözlük kullanımı gibi işçilerin alması gereken koruma düzeyi düşük önlemlerdeki eksiklikler Anagold tarafından sert cezalandırmalara bahane edilmektedir. Ancak ısı düzeyi 1000 Santigrat derecenin üzerindeki ekipmanlara işçilerin yaklaşmadan çalışabilmesini sağlayan mekanizmaların bozulunca tamir edilmesi gibi basit önlemler de dâhil olmak üzere; şirketin alması gereken asıl koruyucu önlemleri almadığı tespit edilmiştir.
13 Şubat günü olayın gerçekleştiği saat 14:28 öncesinde de sahada, liç yığını üzerinde ve sahanın etrafında iş makineleri için yapılmış yollarda (stabilize yığma ve sıkıştırma yapılarak inşa edilmiş olmasına rağmen) olağandışı çatlaklar işçiler tarafından tespit edilmiş, fotoğraflanmış ve hem şirketin risk bildirim sistemi üzerinden hem de diğer yollarla yetkililere bildirilmiştir. Buna rağmen gereken önlemler alınmamıştır. Ek olarak, özellikle son 1 ay içerisinde işçiler riskin büyük olduğu konusunda endişe duyduklarını defalarca kez dile getirmişlerdir. Gün içerisinde çalışma alanının bir kısmı kapatılmıştır ancak bu kısım önlem alınması gereken yer olmamakla birlikte bu bilgi dahi işçilere tam ve sağlıklı şekilde iletilmemiştir. Acil durum planı devreye sokulmamış, işçilerin alandan uzaklaşmasını sağlayacak siren çalma vb. çok temel yollar dahi kullanılmamıştır.
Yıllardır liç yığma alanının 200 metre kadar yakınında dinamit patlatma işlemine devam edilmektedir. Bunun da liç yığma alanının kaymasındaki etkenlerden biri olduğu iddia edilmektedir. Benzer şekilde Çakmaktepe-Ardıçlık mevkiinde yapılan dinamit patlatma
işlemleri de Kazım Karabekir ve Abdullahpaşa mahallelerinde yaşayan çocuklar başta olmak üzere bütün İliç halkını yoğun şekilde etkilemektedir. Her gün saat 12:15’te yapılan patlatmalar deprem benzeri bir etki yaratmaktadır. Anagold’un 13 Şubat’tan sonra iptal edilen çevre izin ve lisansları arasında bu bölgeye yönelik lisansın yer almaması halkta şüphe uyandırmaktadır.
13 Şubat ve sonrasında maden sahasında Anagold ve devlet yetkilileri tarafından işçilerin güvende olabileceği söylenen bir “yaşam konteyneri” bulunduğu iddia edilmiştir. Ancak bölgede bu işlevi görebilecek nitelikte bir konteyner olmadığı, bahis konusu konteynırların işçilerin dinlenme sürelerinde çay-kahve içmek için kullandıkları, yaygın olarak kullanılan basit konteyner tiplerinden olduğu ve güvenlik açısından farklı bir özellik taşımadığı işçiler tarafından ifade edilmektedir. Şirket yetkililerinin bu açıklamaları yeraltı kömür madenlerinde Soma sonrası gündeme gelmiş ve kamuoyu tarafından bilinirlik kazanmış “yaşam odası” benzeri önlemlerin Anagold tarafından da alındığına yönelik yanlış bir algı yaratmaya yönelik ifadelerdir.
3) Kimyasal kullanımı (Anagold bünyesinde yapılan üretimde 40’tan fazla kimyasal kullanıldığı bilinmektedir) ve basınç ve sıcaklık gibi işi tehlikeli hale getiren birçok faktörün bulunduğu bir işyerinde kapasitenin üstünde üretim baskısı iş kazalarının ve cinayetlerinin başlıca sebeplerinden biridir. Ana firma Anagold ve Çiftay başta olmak üzere tüm taşeronlarda, özellikle 2018-2019’dan beri yoğunlaşan bir üretim baskısı vardır. İşçilerin maddi kazancı, sağlıklı çalışarak ulaşılması mümkün olmayan üretim hedeflerine bağlanmıştır ve bu hedeflerin üst düzey yetkililerden en alt düzey çalışanlara kadar silsile halinde harfiyen uygulanması için iş modeli buna göre dizayn edilmiştir. Daha hızlı ve daha fazla üretim için siyanür kullanımında makul kabul edilebilecek sınırlar aşılmıştır. Tekrar kullanılmak üzere dönen siyanür miktarının hesaplanandan düşük olması sebebiyle, kullanıldığı bölgede biriktiği öngörülmüş olmasına rağmen bu husus önemsenmemiş; bunu soran işçilere cevap olarak buharlaştığı söylenmek suretiyle işçiler yanıltılmıştır. Her durumda üretimin devam etmesi ve artırılması adına bütün sınırlar kademeli olarak aşılmıştır.
Şüpheli ifadelerinden anlaşıldığı üzere Anagold, çalışanlara yığma alanında 36. kata kadar çıkılabileceğini söylemiştir. Ancak 18. kattan sonra riskin arttığı bilinmekte, işçiler ve biliminsanlarının görüşleri çerçevesinde en fazla 25. kata kadar çıkmanın makul olduğu anlaşılmaktadır. 13 Şubat’ta yığma alanında 33 kat bulunmaktadır ve bunun siyanürlü toprak üzerindeki baskıyı artırarak alt katlardan patlamasına sebep olduğu düşünülmektedir. Ayrıca liç alanı hem yukarı hem de geriye doğru genişleterek büyütülmüştür. Liç yığma yapılan alan için uygun standart en fazla % 10-12 eğim ve geniş bir alan olmasına rağmen Anagold % 75-80 eğim oranına kadar dik bir alanda yığma yapmıştır. Çevrede standartlara uygun alanların da mevcut olduğu ancak tercih edilmediği, taşıma maliyetlerini düşürmek için riskli olmasına rağmen üretim alanının yakınına yığma yapıldığı işçilerin ifadeleriyle ve çevre keşfiyle tespit edilmiştir. Yine yığma alanında kullanılan çimento kalitesi ve miktarı da maliyetleri düşürme amacıyla yıldan yıla düşürülmüştür. Bunun da toprağın geçirgenliğinde azalmaya sebep olarak olaya etki ettiği düşünülmektedir.
Kayan toprak, Anagold’un faaliyete geçtiği 2009-2010 yıllarından itibaren yaptığı ayrıştırma sonucunda kalan toprağın tamamıdır. Normal şartlar altında, en geç 2018-2019 döneminde başka bir yığma alanı açılmış ve sonraki üretimden kalan siyanürlü toprağın oraya yığılmış olması gerekmektedir. Ancak yine maliyeti azaltma politikası sebebiyle bu yapılmamış, liç yığma alanı üste doğru genişletilmiştir.
4) Ücretler faaliyete geçildiği 2009-2010 yıllarından beri kademeli olarak düşürülmüştür. CEO Edward Dowling’in deyimiyle “Dünyanın en ucuz, düşük maliyetli altın madeni” olma hedefi, çalışmanın her düzeyine yansıtılmıştır. Böylece aynı işi yapan işçiler arasında ücret açısından farklılıklar meydana getirilmiştir. 19.000-20.000 TL ücret düzeyinde çalışan işçiler tespit edilmiş olup, görece daha iyi görünen ücretlerde ise esas kazanç değil yan haklarla (prim, ikramiye vb.) elde edilen gelir etkili olmuştur. Bu işçiler açısından ücret konusunda güvencesizlik yaratmıştır. Şirket yetkilileri ise 13 Şubat sonrası süreç dâhil olmak üzere, yan haklarla şişirilmiş gerçek olmayan ücret bilgilerini kamuoyu ve yetkililerle paylaşarak gerçek ücretleri gizlemiştir.
Alınan ücretler enflasyon karşısında günden güne erimiş olmasına rağmen refah payı benzeri düzenlemeler kaldırılmış; toplu iş sözleşmesi sürecinde, gerçeği yansıtmayan enflasyon oranına ek olarak yalnızca yüzde 4 zam oranı belirlenmiştir. Yapılan işin tehlike düzeyi ve hem teknik hem de bedenen zorlukları düşünüldüğünde alınan ücretlerin seviyesi standartların çok gerisindedir. Dünyada benzer işlerde çalışanlardan en az 7 kat daha ucuza çalışma dayatılmıştır. Altın madenciliğinin başlamasıyla bölgedeki hayvancılık gibi diğer geçim kaynaklarının kademeli olarak tasfiye edilmesi de şirketin elini güçlendirmiş ve zorunlu çalışmayı pekiştirmiştir.
İşçilere gereken dinlenme süreleri sağlanmamış, fazla mesai olağan hale getirilmiş, fazla mesaiye kalmak istemeyenler tehdit edilmiştir. Özellikle Bakanlığın kısa süreli kapatma kararından sonra maden tekrar faaliyete geçtiğinde “bu açığı kapatmak için” işçiler daha uzun mesaiye ve üretim baskısına maruz bırakılmıştır. Ücret ve mesai saatlerinde geriye doğru gidiş, işçilerin ve amirlerin çalışma motivasyonunu kaybetmesine sebep olmuştur. Huzurlu bir çalışma ortamının oluşması engellenmiş, işçiler adeta bir makinenin parçasına dönüştürülmüştür.
17 Şubat 2024’te taşeron Çiftay işçileri siyanürlü toprağı kaldırıp taşımak üzere işbaşı yapmaya çağrılmıştır. Çiftay işçilerinin olağan durumda yaptığı iş dinamit patlatma sonra elde edilen cevherli toprak ve taşları ayrım yapılacak alana taşımaktır, hiçbir kimyasalla doğrudan temasları yoktur. İşçilerin önemli bir kısmı eğitim ve donanımı olmayan bu işi yapmaya zorlandıklarında itiraz etmiş, işi yapmaktan kaçınmıştır. Çiftay yönetimi buna karşı işçileri kendi iradeleriyle çalıştıklarına dair bir kâğıt imzalayarak işbaşı yapmakla 3 ay ücretsiz izne çıkmak arasında bir seçime zorlamıştır. 18 Şubat gecesi itibariyle sahada 10-20 cm kaymalar ve göçük riski olduğu için arama-kurtarma dâhil bütün çalışmalar durdurulmuştur. Bu durum, Çiftay işçilerinin çekincesini haklı çıkarmıştır. Anagold işçilerine ise 19 Şubat 2024 tarihi itibariyle 1 Nisan 2024 tarihine kadar idari izinli oldukları bildirilmiştir.
5) İşçiler üzerinde mobbing ve baskı yoğun şekilde uygulanmıştır. Bir ihtiyacı ya da talebi olan işçiler işten atılmakla tehdit edilmiş, çalışma boyunca açıkları aranarak baskılanmıştır. Çalışma koşullarına en ufak dahi olsa itiraz eden işçileri sürekli savunma vermeye çağırarak yıldırma politikası izlenmiş, yevmiye kesintisi ile cezalandırma olağan hale getirilmiş, işçiler aleyhinde sürekli tutanak tutulmuştur. Özellikle işçilerin dava yoluna götüremeyecekleri “cezalandırma gibi görünmeyen cezalandırma” yöntemleri tercih edilmiştir. İşçiler hasta olup rapor aldıklarında dahi bu devamsızlığın bedeli olarak fazla ücret alabilecekleri resmi tatillerde yapılan çalışmaya çağrılmama sonucu ile karşılaşmıştır. Benzer şekilde şirketin Cumhuriyet’in 100. yılı dolayısıyla yelek vereceğini duyurduğu e-postaya, bunu kötü çalışma koşulları altında “sus payı” olarak gören ve yalnızca kabul etmeyeceklerini ifade eden bir e-postayla cevap veren işçiler 4 günlük yevmiye kesintisiyle cezalandırılmıştır.
İşçilerin çalışma alanlarında araç ve servislere görüntü ve ses kaydı yapan cihazlar yerleştiren Anagold, bu uygulama Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yasal olmadığı için işçileri onay belgesi imzalamaya zorlamıştır. Yine de imzalamayan işçiler de dâhil olmak üzere bütün işçileri kayıt altına almış, herhangi bir işçiye baskı uygulamak istediğinde bu kayıtları kullanmıştır. İşçiler 13 Şubat’tan sonra yapılan görüşmelerde bu cihazlar yerine araçlara takip cihazları konulsaydı, göçük altında kalan işçilerin bir kısmının bulunabileceğini ifade etmiştir.
13 Şubat’tan 5 gün önce; normal çalışmaya ek olarak şirketin Acil Müdahale Biriminde (ERT) gönüllü olarak bulunan işçilerin bu görevden ayrılmak istemesi “toplu eylem” olarak değerlendirilmiş, işçiler 13 Şubat gününde bu konuda savunma vermeye zorlanmıştır.
6) Şirket tarafından sendikal özgürlükler tanınmamış, işçilere sendikal sebeplerle baskı uygulanmıştır. İşçilerin daha önce üyesi bulundukları yetkili sendika Türkiye Maden-İş, bu çalışma koşullarının işçilere dayatılmasında aracı kılınmış, şirketle beraber hareket etmiş, işçileri teskin etme ve hatta tehdit etme görevlerini şirket adına yürütmüştür. Şirket de attığı maillerde Türkiye Maden-İş’ten sık sık “sendikamız” diye bahsederek, işçileri bu sendikadan istifa etmemeleri için tehdit etmiştir.
13 Şubat’tan 2 hafta önce Türkiye Maden-İş’ten toplu olarak istifa eden işçiler, faciadan 3 gün önce Bağımsız Maden-İş’e üye olmaya karar vermiştir. Bu karar şirket tarafından öğrenildiğinde işçilere toplu e-posta gönderilerek Türkiye Maden-İş’in propagandası yapılmış ve şirketin tek muhatap olduğu sendika olarak lanse edilmiştir. İşçilerin yasadan doğan haklarını kullanması, hak arama özgürlükleri kapsamında güvence altında olan iş yavaşlatma, iş durdurma ve benzeri eylemlerde bulunması durumunda; işten çıkarmak da dâhil her türlü disipliner yaptırımla karşılaşacağı ifade edilmiştir. Her ne kadar “herkesin istediği sendikaya üye olabileceği” söylense de bu yapılan sendikal özgürlüklerin engellenmesinin tipik bir örneğidir.
İşçilerin yalnızca şirketin “resmi” olarak andığı sendikayla yürüttükleri toplu pazarlık sürecinde hak arayabileceklerini ifade eden şirket; hem resmi sendika şeklinde ifade ettikleri Türkiye Maden-İş’le olan ilişkileri hem de sıkı disipliner işçi aleyhtarı tutumu sebebiyle “resmi grev hakkı” gibi hak arama yolları dahi engellenmiştir. Son yapılan toplu iş sözleşmesi öncesi süreçte, işçiler önerilen zam oranından memnun olmamış ve sendikaya toplu pazarlık döneminin yasal haklarından biri olan grev yapma önerisi götürmüştür. Türkiye Maden-iş, bu öneriye önce grev karşıtı propaganda yaparak yanıt vermiş, sonra işçilerin seçimi grevden yana olmasına rağmen bu kararı tanımamış ve işçilerin iradesinin aksine toplu iş sözleşmesine kendi kararıyla imza atmıştır. Grev tartışması yapılan dönemde Anagold ve Türkiye Maden-İş arasında çoktan anlaşmaya varıldığı ve Türkiye Maden-İş’in işçilere bunu açıklamadığı daha sonradan öğrenilmiştir. İşçilerin kendi temsilcilerini kendi belirlemesi talebi de Türkiye Maden-İş tarafından hem bu süreçte hem de öncesinde kabul edilmemiştir. Toplu iş sözleşmesi, iş kolunun ihtiyaçları düşünüldüğünde uzun sayılabilecek 3 yıllık sözleşme şeklinde dayatılmıştır. 28 Ocak 2024 tarihinde Anagold işçileri birçok konudaki sorunlarının çözülememesi sebebi ile Türkiye Maden-İş sendikasından istifa etmiştir. Anagold şirketi 7 Şubat 2024 tarihinde toplu iş sözleşmesine tabii olan tüm üyelerine yatırması gereken 10.000 TL’yi (imza parası olarak) sadece Türkiye Maden-İş’ten istifa etmeyen işçilere ödemiştir. Amaç bu sendikadan istifayı önlemek, istifa edenleri ücret ile tehdit ederek yeniden bu sendikaya üye yapmaktır.
2022 yılında maden sahasında yaşanan siyanür kaçağı sonrasında Anagold’un 3 ay kapatılması kararının ardından Türkiye Maden-İş üyesi olan işçilere “Sendikamız olarak işverenliğin kurulduğu ilk günden itibaren işçi sağlığı ve güvenliğine, çevreye, kısacası insana ve doğaya verdiği önem ve hassasiyete sonuna kadar kefil ve şahidiz.” ifadelerine yer verdiği bir mesaj göndererek patron yanlısı tutumunu ibret verici bir şekilde belgelemiştir. 13 Şubat’tan henüz 6 ay önce Anagold yöneticilerini ziyaret eden Türkiye Maden-İş, yöneticilere hediyeler verirken çektirdiği fotoğrafları sitesinde paylaşmıştır.
Söz konusu sendika, örgütlü olduğu işyerlerinin tamamında işveren çıkarları doğrultusunda hareket etmesiyle ünlenmiştir. En trajik örneği Soma’da üretim zorlamasıyla katledilen 301 maden işçisinin de bu sendikanın üyesi olmasıdır. 301 maden işçisinin eşleri çocuklarının maden patronlarına yönelik açtığı davalarda bu sendika tartışmasız bir şekilde ölümlerinde kendisinin de sorumlu olduğu üyelerinin değil, Soma Holding patron ve yöneticilerinin yanında taraf olmuştur.
7) Faciaya giden süreçte tespit edilen en önemli noktalardan biri şudur: Anagold, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinde kesintiye gitmek ve işçileri daha uzun süre daha yoğun çalıştırabilmek için iş modelini yukarıdan aşağı şekillendirmiştir. Bu süreçte, işçilerin sağlığını görece önemseyen veya hedeflenen üretimin makul olmadığını ifade eden, tecrübe ve bilgi sahibi olan mühendisler yerine daha ucuza çalıştırabildikleri, tecrübesiz ve şirket talimatlarını harfiyen uygulamak kaydıyla işe alınan genç mühendis ve yöneticiler çalıştırmıştır.
13 Şubat sonrası başlayan soruşturma sürecinde gözaltına alınan 8 kişiden; Kanadalı Jain Ronald Guille, Murat Bayraktar, Soysal Doğan, Şenol Demir, Abdülkadir Cansız, Hüseyin Üstündağ tutuklanmış, Mehmet Türk ve Ali Rıza Kalender de ifadelerinin ardından serbest bırakılmışlardır. Daha sonra Anagold’un Türkiye Müdürü Cengiz Demirci de gözaltına alınmış ancak bilirkişi raporunun tamamlanmadığı gerekçesiyle serbest bırakılmıştır. Bilirkişi raporunun tamamlanmaması yaygın uygulamada delilleri karartma şüphesi ile beraber değerlendirilerek tutuklama sebebi olarak uygulanırken bu soruşturmada Cengiz Demirci lehine yorumlanmıştır. Anagold’un üst düzey yöneticilerinden henüz başka gözaltına alınan olmamıştır.
13 Şubat’tan sonra gözaltına alınanlardan biri de, uzun zamandır Anagold’a karşı muhalefetiyle kamuoyunun tanıdığı Sedat Cezayiroğlu olmuştur. Cezayiroğlu, TCK 217-A kapsamında “halka yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” kapsamında gözaltına alınmıştır. İlgili maddenin kapsamı “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayma” eylemleridir. Cezayiroğlu ifadesinin ardından serbest bırakılmış ancak hakkında adli kontrol uygulanmaktadır. Bu kapsamda kendi köyünün de içinde olduğu bölgeyi kapsayacak şekilde Anagold’a 3 kilometreden fazla yaklaşmama yaptırımıyla karşı karşıyadır.
Kayırmacılık ve eşitsizlik de Anagold’un doğal işleyişi haline gelmiştir. İşçilerin talep ve ihtiyaçları Erzincanlı olup olmamasına, Türkiye Maden-İş temsilcilerinin yakını olup olmamasına vb. kriterlere göre karşılanmış ya da yanıtsız bırakılmıştır.
8) İşçilerin ek prim ödemeleri devamlılık şartına bağlanmıştır. Bu madencilik iş kolunda sıklıkla görülen ve işçi aleyhine sonuçları bilinen bir modeldir. Ancak Anagold’da devamsızlığa ek olarak iş kazası geçirilmesi de prim kesintisine neden olmaktadır. Belirlenen süre içerisinde taşeronlarda çalışanlar da dâhil olmak üzere herhangi bir işçinin iş kazası geçirmesi ve bunun tutanak tutularak kayda geçilmesi durumunda bütün Anagold işçilerinin primi kesilmektedir. Bu uygulamayla iş kazası oranı gerçeği gizlenmekte ve işçilerin iş kazası tutanağı tutulmaması için birbirleri üzerinde baskı yapması hedeflenmektedir. Bir işçi iş kazası geçirdiğinde; bunu tespit ettirmek ve uzun sürede de olsa buna bağlı haklarını kullanmakla ek prim almak arasında bırakılmaktadır. Böylece Anagold işçi sağlığı ve iş güvenliğine dair sorumluluklarını fiilen ve hukuken askıya almaktadır.
9) Anagold şirketi, maden sahasında genel operasyonu hemen her ayrıntısıyla yürütmesine rağmen çok katmanlı bir taşeron yapısı inşa ederek sorumluluklarından kaçmaktadır. Kendi bünyesinde 402’si mavi yakalı 600 civarı işçi çalıştıran Anagold’un en büyük taşeronu Çiftay’da yaklaşık 1100’ü mavi yakalı, 200’ü beyaz yakalı olmak üzere 1300’den fazla işçi çalışmaktadır. Sahada daha 50-70 ve daha az işçi çalıştıran çok sayıda taşeron firma da bulunmaktadır. Bu yapının doğal sonuçlarından biri işçilerin güvenli çalışma koşullarına dair Anagold’un doğrudan sorumluluğunun gizlenmesidir. 13 Şubat sonrasında hazırlanan ilk ön bilirkişi raporunda Anagold’un “tali kusurlu”, taşeron şirketlerin “asli kusurlu” olarak kabul edilmesi bu taşeronlaştırmanın yanıltıcı görüntüsüdür. Oysa sahada çalışan işçilerden alınan bilgiler doğrultusunda bütün taşeron şirketlerin Anagold’un emir ve talimatları altında ve onun iş planına sıkı sıkıya bağlı olarak çalıştıkları nettir. 13 Şubat günü ile ilgili olarak bu tespitin eksik yapılması esas sorumluların önemli bir kısmının görmezden gelinmesi sonucunu doğuracaktır.
Göçük altında kalan işçilerden Abdurrahman Şahin ve Hüseyin Kara taşeron Kar-Sa Şirketi’nde borulama ekibinde, Şaban Yılmaz taşeron Asil Çöpler Şirketi’nde kepçe operatörü, Fahrettin Keklik ana firma Anagold Madencilik’te idari işler personeli, Ramazan Çimen ve Kenan Öz ana firma Anagold Madencilik’te kırıcı süpervizörü, Adnan Keklik ana firma Anagold Madencilik’te ADR kıdemli süpervizörü, Uğur Yıldız taşeron Çiftay Şirketi’nde kamyon şoförü, Mehmet Kazar taşeron Asil Keklik Şirketi’nde operatör olarak çalışmaktadır. Bu tablo hem taşeronlaşmanın sonuçlarını hem de maden sahası ve çevresinde çalışan bütün işçilerin taşeron ya da ana firma fark etmeksizin risk altında çalıştığını göstermektedir. Bundan sonraki süreçlerde bu durum göz önüne alınarak hareket edilmelidir.
10) Bakanlık denetimlerini de içeren bütün süreçler boyunca Anagold’un etrafındaki siyasi-idari-ekonomik ilişki ağı da tespit edilmiştir. Sömürge madenciliği tanımı, Anagold ve Türkiye’nin dört bir yanında yapılan madencilik pratiğinin politik, hukuki, ekonomik örüntülerini izah etmekte yetersiz kalmaktadır. Tekel eleştirisiyle, kaba bir anti emperyalizm vurgusuyla; gerçek ilişki zeminlerini açığa çıkarmanın önüne somut engeller çıkarılmaktadır. Emperyalizmin içsel bir olgu olduğu tanımlaması; bu açıdan anahtar, yol açıcı bir zemini hepimize sunmaktadır. Hiçbir tekel, ulusal devletle, siyasi iktidarla, muhalefet zeminleri ile, yerel siyasal-kültürel şebekelerle mali çıkar örtüşmeleri kurmadan; bölüşüme dair taşeronlara ve hatta bazı çalışanlara kadar uzanan bir iş bölümü yapmadan kendi başına faaliyet yürütemez, hareket alanı bulamaz. Sadece tekele ya da sadece siyasi iktidara vuran eleştiriler bu yüzden gerçekliği kavramak açısından yetersizdir. 13 Şubat ile ilgili yayınlayacağımız ayrıntılı değerlendirmelerde ve bu konuya odaklanan raporlarda bu husus bütün ayrıntılarıyla ele alınacak ve açıklanacaktır.