Ana Sayfa Bilim Gündemi Paris 2024 açılış töreni ve Pandora’nın Kutusu

Paris 2024 açılış töreni ve Pandora’nın Kutusu

414
0

Ender Helvacıoğlu

Paris Olimpiyatının açılış törenini baştan sona heyecanla izledim. Çok beğendim; ama içeriğini birazdan tartışacağım. 2008 Pekin Olimpiyatının açılışını ise izlememiştim. Çok methedildiği için internetten bazı bölümlerini bulup izledim. Bu konulardaki değerlendirmelerine güvendiğim arkadaşım Haldun Çubukçu, açılışlarda bir numaraya 2008 Pekin’i, iki numaraya da 2024 Paris’i koymuş; yani Paris açılışını da çok beğenmiş.

Ama iki açılışın iki farklı dünya görüşünü yansıttığı kanısındayım. Genel değerlendirmemi baştan söyleyeyim: Bence 2008 Pekin “direnen modernite”yi, 2024 Paris ise “dağılmaya yüz tutmuş burjuva modernitesi”ni temsil ediyor. Elbette Fransızlar burjuva modernitesini eleştirmek amacıyla kurgulamamışlar bu gösteriyi; ama ortaya çıkan ürün bir dağılmayı ve çözülmeyi gözler önüne seriyor. Neden?

Paris Olimpiyatı açılış törenini izlerken, bir ortaçağ halk festivalini, hatta bazı yanlarıyla bir pagan ritüelini izliyormuş hissine kapıldım. Örneğin, metal müzik eşliğinde kafası kesik Marie Antoinette’in gösterildiği kesit, bir Fransız Devrimi teması hissiyatı vermedi bana.

Fransız Devrimi ve Fransız aydınlanmacıları, sadece Fransız modernitesinin değil tüm modernite tarihinin en önde gelen simgeleridir. Ama açılış töreninde ne devrimin liderleri Robespierre, Danton, Marat, Babeuf gibi isimlerden ne Bastille baskınından ne de Voltaire, Diderot, Rousseau gibi isimlerden eser vardı. Tüm dünyaya esin kaynağı olmuş bir devrimin sadece kraliçenin kesik kafasıyla simgelenmesi, devrimci ve aydınlanmacı bir vurgudan çok anarşizan ve pagan bir gönderme gibi geldi bana.

Öte yandan, özgürlükçülüğün ve farklı kimliklerle bir arada olmanın bu kadar öne çıkarıldığı bir gösteride 68 Paris’inden hiç söz edilmemesi de (belki de ben kaçırmışımdır) garipti.

Modernitenin, aydınlanmanın ve demokratik devrimin başkentinde, tarihsel ve kültürel simgelere bu denli gönderme yapılan bir açılış töreninde, burjuva modernitesinin Fransız simgelerinin öne çıkmasını beklersiniz değil mi? Ama öyle olmamış. Çünkü Paris aynı zamanda post-modernizmin de başkenti.

Açılış gösterisinde ana tema olarak kimlikçi özgürlükçülük, cinsel-özgürlükçülük, ultra-özgürlükçülük vurgusu öne çıkmış. Her şey olabilir, her şeye yer vardır, her şeye özgürlük! Bu “özgürlükçülük” akımları içinde açılışta özellikle vurgulanan LGBT ve feminizm temasının fraksiyonlarına vakıf değilim. Bilgi sahibi arkadaşlar, bu alanda çok ciddi tartışmaların ve çatışmaların da yaşandığını söylüyorlar. Bu işin detaylarını bilemiyorum. Daha kuşbakışı yaklaşarak, açılışın burjuva modernitesinin çözülüşünü ve dağılışını gösterdiğini düşünüyorum.

***

O halde, niye heyecanla ve beğenerek izledim bu açılışı? Birbirine zıt temalar işlenmesine karşın, neden hem 2008 Pekin hem de 2024 Paris açılışlarının ikisini de beğendim? Çünkü bu iki eğilim de çağın ruhunu ve -içeriklerinden bağımsız olarak- geleceğe açılan (açılabilecek) kapıları yansıtıyorlar.

Modernitenin direnmesi kötü bir şey mi? Hele 2008 Pekin’inde olduğu gibi kolektivizmin ve sosyalizan modernitenin savunulması kötü bir şey mi? Elbette hayır. Bu direniş ve savunu geleceğe bir köprüdür. Geleceğin kendisi olmayabilir, ama bir köprüdür. Çin’in temsil ettiği ve izlediği yolla bu köprü inşa edilebilir mi? Tartışılır; kesin hükümler için henüz erken. Ama şu da bir gerçek ki, dünyada -burjuva veya sosyalizan anlamda- modernite kazanımlarını savunan ÇHC’den başka bir büyük odak kalmış mıdır?

Peki burjuva modernitesinin çözülüşü kötü bir şey mi? Çoğu arkadaşın aksine onun da hayırlı bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu iyi-kötü olmasının ötesinde önüne geçilemez bir süreç olduğunu…

Türkiye’den pek gözükmeyebilir ama semavi dinsel ideolojilerin ve ataerkil ideolojinin çözülüşünü yaşıyoruz (Aslında Türkiye’de de daha derine olta atan sosyolojik araştırmalar benzer tespitler yapıyorlar). Yerine ne geliyor? Şimdilik yerine gelen bizim gibi klasik modernite çocuklarının ve bilimsel sosyalistlerin hoşuna gitmeyebilir. Ama konuya daha geniş süreçleri ele alarak yaklaşalım. Örneğin Batı Roma’nın çözülüşünden ve çöküşünden sonra başlayan süreç, birkaç yüzyıl süren “Karanlık Çağ” diye nitelenen barbarlık dönemi, uygar Roma kalıntılarının ve Doğu Roma’nın hiç hoşuna gitmemişti herhalde. Ama sonuç? Önce benzersiz Avrupa feodalizminin, sonrasında benzersiz Avrupa kapitalizminin yolunu açmıştır o karanlık çağ. Tarihin gidişatı kaotiktir ve öngörülemez. “Geriye düşüş” olarak nitelenen bir gelişme, birkaç yüzyıl sonra bir bakmışsınız, çok daha ileri bir atılımın döl yatağıymış. Roma topraklarının üstünden geçen o vahşi-barbar kavimler önce feodalizmin sonra kapitalizmin öncüleri oluvermiş.

Çözülenin ve çökenin yerine daha ileri bir toplumsal sistem gelebilirse ne âlâ. Ama henüz gelemiyorsa dahi çöküş ve çözülüş yine de olumludur. Devrim olmuyorsa kaos yeğdir! Çünkü yeni, başka türlü yeşeremez. Burjuva modernitesi çözülmeden yeni bir modernite anlayışı, yeni bir büyük anlatı yeşeremez. Arada pek çok karanlığın ve geriliğin yaşanması da bu başıboş çözülüşün bedeli olacaktır.

Büyük bir sistem çözülürken, en başta onun aştıkları (geçmişi) hortlar. Rönesans dönemi arifesinde de yaşanmıştır böylesi bir süreç. Mistik, pagan ve aristokrat hortlaklar… Olsun; hortlaklar korkutur ama devrim yapamazlar.

Burjuva modernitesi çözülürken dünya çapında birbirine zıt gibi gözüken iki eğilim ortaya çıkıyor: 1) Ultra özgürlükçülük, anarşizm, neoliberalizm, post-modernizm ile 2) Otoriterizm, etnik milliyetçilik, dincilik. Bu iki eğilim de pre-modern niteliktedir. Belli ki insanlık böyle bir dönemden geçecek.

“Pandora’nın Kutusu” efsanesindeki gibi: Kutu açılır ve tüm kötülükler dünyaya saçılır. Kutu tam kapanacakken içinden en son, henüz cılız olan ama tüm kötülüklerle baş edebilecek “umut” çıkar. Kutu açılıp ortalık darmaduman olmadan umut da ortaya çıkamıyor demek ki…

Dolayısıyla burjuva modernitesinin çözülüşünü “yeni ortaçağ” olarak nitelemiyorum; şimdilik öyleymiş gibi gözükse de.

Her zaman önce “yıkıcılar” arz-ı endam eder. Sırasıyla “en yapıcı olmayan yıkıcı”dan “en yapıcı yıkıcı”ya doğru bir tarihsel resmigeçittir bu. İnsanoğlunun aklı sonradan başına geliyor. İlle musibetler yaşanacak… Aklımız böyle “ilkel” bir akıl. Doğayı akıllılaştıramayacağımıza göre (korkunç bir distopya olurdu bu) aklı “doğallaştırmak” zorundayız (yapay zekâ mı doğal zekâ mı?). Ama o düzeye gelene dek musibet üstüne musibet yaşayacağımız kesin gibi.

Neyse, fazla uzattık, dağıttık… Sonuç olarak Paris 2024 Olimpiyatının açılış gösterisini çok beğendim. Modernitenin başkentinde, burjuva modernitesinin çözülüşünü ve dağılışını son derece estetik bir biçimde gözler önüne serdiği için.

Ne devrim kalıyor ne aydınlanma ne toplum sözleşmesi ne din ne de ataerkillik… Haydi bakalım insanoğlu, sil baştan… Ama sıfırdan başlamayacağız elbette. Ciddi bir musibet birikimimiz var. Umudumuz da var.

NOT 1) Türkiye, bir zamanlar hayal edildiği gibi “Küçük Amerika” olmadı (olamazdı zaten), ama ülkemiz “Küçük Dünya” olarak nitelenebilecek birkaç ülkeden biridir. Yani Türkiye, dünya çapındaki temel çelişmelerin çoğunun minyatür kapsamda yaşandığı nadir ülkelerden biri. Dolayısıyla burjuva modernitesinin çözülüşünün ve toplumsal dağılmanın en net görüldüğü ülkelerden biriyiz. Umarım gelecekte toparlanmanın da başını çekenlerden oluruz.

NOT 2) Aslında son 100-120 yılda dünya çapında yaşananlar “modernitenin küreselleşmesi” sürecidir (genel anlamda moderniteden söz ediyorum, burjuva modernitesi bu sürecin bir alt aşaması, sosyalizm de…). Bu çaptaki gelişmeler uygun adım olamaz, kaotiktir. Ama yine de bazı genel tanımlar geliştirebiliriz. Bu da başka bir yazının konusu olsun.