Ana Sayfa Dergi Sayıları 245. Sayı Kitapçı Rafı

Kitapçı Rafı

42
0

Sosyalliğin Evrimi – İçimizdeki Kabile
Tamer Kaya, Alfa Yayıncılık, 2004, 408 s.
İnsanın kendisinden olarak gördüklerine karşı fazla iyi ve fedakârca, öteki olarak gördüklerine karşı ise acımasızca davranışlarının temelinde, insan doğasında kabile içgüdüsünün şekillenmesine neden olan evrimsel süreçlerin rolü var. Kabile içgüdüsü, grup seçilimiyle şekilleniyor. Doğal seçilim ile evrim kuramı sadece bireysel seçilim olarak yorumlandığında açıklanamayan fedakârlık gibi davranışları ancak bu bakış açısıyla anlaşılabilir. Sosyal içgüdülerin etkisiyle ortaya çıkan sevgi, aşk, ahlak, fedakârlık, bağlanma, inanma ve ötekileştirme gibi davranış şekillerini açıklamak için gittikçe artan bir şekilde fen bilimlerinden yararlanılıyor. Bu konuda biyokimya ve genetik gibi alanların yanı sıra ileri fonksiyonel beyin görüntüleme yöntemleriyle yapılan araştırmalar okura ışık tutuyor. Bu kitap, canlılar dünyasındaki sosyalleşme örneklerini de göz önünde tutarak insanın sosyal evrimini anlatmayı amaçlıyor. Evrimsel bakış açısının sadece biyolojik bilimlerin değil, sosyal bilimlerin temelinde de önemli bir yeri olduğunu unutmayarak evrimsel perspektiften bakıldığında, insan davranışını açıklama ve anlamlandırabilmenin mümkün olduğunu göstermeye çabalıyor.

Yapay Zeka ve Sanat Araç mı Amaç mı?
Alp Doğu Eser, Ütopya Yayınevi, 2024, 330 s.
2022 yılından itibaren ciddi bir şekilde tartışılan yapay zekâ olgusu, çok geçmeden sanat alanında da kendisine yer buldu. Günaşırı, birçok farklı mecrada, yapay zekâ sanatı öldürüyor mu? Sanatçılar ve tasarımcılar işlerinden mi olacaklar? Makineler sanat yapabilir mi ve benzeri sorulara cevaplar arandı. Sanat Tarihçisi Alp Doğu Eser, 2023 yılının Ekim ayında yayımlanan Yapay Zekâ ve Sanat: Sanatçılarla Tartışmalara Bir Bakış adlı kitabında, sanat, tasarım ve hukuk alanlarından isimlerle söz konusu tartışmaları ele almıştı. Eser, Yapay Zekâ ve Sanat: Araç mı Amaç mı? adlı bu çalışmasında ise, sorgu alanını genişleterek, konuyla ilgili farklı alanlardan 21 isimle söyleşiler gerçekleştiriyor. Bu söyleşiler, “Yapay Zekâ Nedir?”, “Yapay Zekâ Okuryazarlığı”, “İnsan ve Makinede Sanat İçgüdüsü”, “Geçmiş İle Günümüz Arasında: Sanat Tarihi, Sanat Eğitimi, Yapay Zekâ”, “Güncel Sanat Pratiklerinde Yapay Zekânın Yeri Kavramsal Çerçeve/Yorum Pratik”, “Dijital Sanatlar Küratörlüğü” ve “Hukuki Boyutlar” adlı 7 farklı bölümden oluşuyor.

Arkeofili – Arkeoloji Meraklısının Elkitabı
Erman Ertuğrul, Mundi, 2024, 216 s.
Arkeolog Erman Ertuğrul’un yazdığı Arkeofili: Arkeoloji Meraklısının Elkitabı, uzak geçmişle ilgili en merak edilen sorular üzerine, karmaşık terimler kullanmadan, kolay anlaşılır üslupla verilmiş cevaplar okumak isteyen tüm okurlar için bu kitabı hazırladı. Kitapta yanıt aranan bazı sorular ise şöyle: Göbeklitepe’deki insanlar dev taşları oyup bunları belirli bir düzende yerleştirirken ne amaçlıyorlardı? Bir Homo sapiens ve bir Neandertal ilk defa karşılaştığında ne hissetti? Piramitler nasıl yapıldı? Kolezyum gibi Antik Roma yapıları nasıl hâlâ ayakta durabiliyor?

Bilimin Dönum Noktaları – Evrenin Sırlarını Nasıl Keşfettik?
James D. Stein, Çev.Fatih Şekerci, Say Yayınları, 2024, 248 s.
İnsanlığın en büyük başarısı hiç kuşkusuz bilimdir. Bilimin Dönüm Noktaları, antik çağdan bugüne dek bilim tarihindeki en önemli ve etkileyici buluşlarla bunların arkasındaki bilim insanlarının kısa öykülerini içeriyor ve bilimin gelecekte insana neler verebileceğine dair düşünceler sunuyor.  Astronomi, Yerküre, Madde, Kuvvetler ve Enerji, Kimya, Yaşam, Genetik ve DNA, İnsan Vücudu, Hastalıklar ve . 21.Yüzyılda Bilim başlıkları altında ilginç hikâyeler anlatan yazar James D. Stein türümüzün en büyük başarılarını ilgi çekici ve kapsamlı bir şekilde sergilemeyi amaçlıyor.

19. Yüzyıl Rus Oryantalizmi ve Orta Doğu
Arif Akbaş, Doğu Kitabevi, 2024, 760 s.
Bu kitap, Rus Oryantalizmi’nin mercek altına alındığı kapsamlı bir çalışmadır. Oryantalizm, Doğu kültürlerine ve toplumlarına Batı’nın meraklı bakış açısını yansıtan bir akım olmasına rağmen Rus Oryantalizmi kendine özgü bir perspektif ve vurguyla Orta Doğu’ya olan ilgiyi ele alır. Bu çalışma, XIX. yüzyılın Rus oryantalistlerinin Orta Doğu’ya yönelik perspektifini derinlemesine incelemektedir. Rus Oryantalizmi, genellikle Türkoloji, tarih ve ilahiyat bilimi açısından ele alınmıştır. Ancak çalışmada Orta Doğu’ya dair özgün bir bakış açısı sunarak bu alandaki bilimsel varlığın nasıl şekillendiğini araştırmaktadır. Rus edebiyatı, resim sanatı ve diğer kültürel alanlarda görülen Rus Oryantalizmi, dönemin politik, sosyal ve entelektüel atmosferinde şekillenmiştir. Bu çalışmada Rusya’nın Doğu’ya dönük bakış açısı ve bu bakış açısının nasıl değiştiği detaylı bir şekilde ele alınırken, aynı zamanda Orta Doğu’nun Rus kültürü üzerindeki etkileri de incelenmektedir. “XIX. Yüzyıl Rus Oryantalizmi ve Orta Doğu”, Orta Doğu’nun ve Rus kültürünün karşılaştığı, etkileştiği ve birbirini şekillendirdiği karmaşık bir döneme odaklanarak, bu önemli dönemi anlamak isteyen herkes için aydınlatıcı bir kaynak sunmaktadır.

Duygulanım Toplumları: Anahtar Kavramlar
Kolektif, İletişim Yayınları, 2024, 400 s.
“Duygulanım ve duygu, 21. yüzyıl başı toplumsal ve politik hayatın egemen söylemi haline geldi. Politikada, popülizmin ve yeni rekabet tarzlarının yükselişi (…) dinsel çatışmaların artışı, duygulanımsal bir yerden anlaşılıyor ve öfkenin, hiddetin, incinme ve içerlemenin bu bitmek bilmeyen çatışmadaki önemi öne çıkarılıyor. Kapitalist ekonomiler giderek daha fazla, yalnızca insanların bilişsel ve bedensel kapasitelerinin değil, aynı zamanda duygularının da sömürülmesi olarak anlaşılıyor. Sosyal medya sıklıkla yoğun duygulanımların ortaya konduğu bir mecraya dönüştü ve pek çok durumda da bireylere ya da gruplara yönelik açık düşmanlık, hatta şiddet ifadeleriyle dolu.” Jan Slaby ve Christian von Scheve’nin derlediği kitap, toplumları “duygulanım toplumları” olarak kuramsallaştırmak ve bu yönelimle ampirik araştırmalar yapmak için gerekli kavramların eşsiz bir derlemesini sunuyor. Kavramlar, toplumların bir arada yaşamalarının duygulanımsal temellerine dair bir kavrayışın yolunu açıyorlar ve göç, popülizm, yerel ve küresel eşitsizlikler, kimlik-aidiyet gibi çatışma alanlarının duygulanımsal doğasını algılamak için vazgeçilmezler. Duygulanım Toplumları, yol gösterici bir anlatı kuruyor, tarihsel bir perspektif sunuyor, ele alınan kavramları ayrıntılı biçimde tanımlıyor, anlaşılır araştırma örnekleri veriyor ve her bölümün sonunda genel bir bakış sunuyor. Zihin felsefesinden antropolojiye, sosyolojiden kültürel çalışmalara, performans çalışmalarından sanat tarihine, siyaset biliminden gelişimsel ve kültürel psikolojiye uzanan çok geniş bir disiplinlerarası araştırma ufkuna dayanan bir eser.

Kentsel Gelişmişlik ve Kadın Görünürlüğü
Nilüfer Negiz, Nobel Bilimsel Eserler, 2024, 136 s.
İnsanlığın topluluktan toplum olmaya gelişim sürecinin adımları yerleşim tarihi sürecinde kent kurabilme becerileri üzerinden izlenebilmektedir. Erken tarihten günümüze uzanan binlerce yıllık birikimin içinde kadının kentsel yaşamın, kamusallığın ve kent sokaklarının “görünür” aktörü olabilmesi ancak modern kentin ve ulus devletin sonucu olarak mümkün olabilmiştir. Modern dünyanın kentlerinde tıpkı uluslarda olduğu gibi gelişmişlik sosyoekonomik olarak önemsenmiş ve çeşitli sınıflandırmalar doğmuştur. Gelişmiş, gelişmekte olan, az gelişmiş gibi… Bu sınıflandırma çabalarının içinde aranan kriterler zamanla genişlemiş ve kadına dair göstergeler uluslararası ve ulusal gelişmişlik tanımlamaları içinde yer bulmuştur. Kent özelinde ise kadına dair sayısal verileri de kapsayan bir başlık olarak “kadın görünürlüğü”nün kentsel gelişmişliğin bir göstergesi olması gerçeği göz ardı edilmiş ve edilmektedir. Oysa kentlerde artan kadın hareketliliği; kentlerdeki yaşam kalitesine, kentin sürdürülebilirliğine, kentin dayanıklılığına kısaca kentin şekillenmesine katkı sağlamaktadır. Öte yandan günümüz kentlerini daha karmaşık hâle getiren her bir sorun ise kadınların kentlerdeki dezavantajlı konumunu daha da perçinlemektedir. Kadın-kent-mekân ilişkisi hem ekonomik hem sosyal gelişmişlik için stratejik bir konudur. Kentsel gelişmişlik ve kadın görünürlüğü ilişkisini tüm ayrıntılarıyla ele almış olan bu eser, ulusal/uluslararası belge ve politikalarla, siyaset/yönetimde güncel kadın temsil sayılarıyla kadın görünürlüğünü teorik olarak incelemiş ve Türkiye`nin farklı bölgelerindeki kentlerde kadınlar tarafından derinlemesine yapılan bir araştırmanın sonuçları ile harmanlanarak oluşturulmuştur.

Thomas S. Kuhn – Bilimsel Devrimlerin Yapısı’ndan Sonra Altmış Yıl
Kolektif, Nika Yayınevi, 2024, 340 s.
Thomas Kuhn’un bilim felsefesine getirdiği yeni bakış açısı ve argümanlarının derinliği, yirminci yüzyılın son çeyreğinden yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan bilim tarihi ve bilim felsefesi çalışmalarında büyük bir etki yaratmıştır. Batı felsefesinde olduğu gibi ülkemizdeki bilim felsefesi ve bilim tarihi yazıcılığında da Kuhn’un bilim algısı her geçen gün kendini yeni alanlarda ve farklı tartışmalarda hissettirmektedir. Geniş bir yelpaze içinde yer alan bu tartışmalar, Kuhn’un popülerliğini ve önemini açıkça ortaya koymaktadır. Özellikle onun kavramlarından yola çıkarak günümüz düşünsel çalışmalarını şekillendirmek ve bu çalışmalara yeni bir yön vermek büyük bir değer taşımaktadır. Bu bağlamda, Kuhn’un bilim algısına kazandırdıklarını güncel tartışmalardan hareketle aktarmak ve onun mirasını anmak adına 2 Kasım 2022 tarihinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü çatısı altında bir kongre düzenlendi. Bu kongrede sunulan bildiriler, Kuhn’un sadece bilim felsefesini değil, sosyal bilimlerin çeşitli alanlarını da derinden etkilediğini ortaya koydu. Kongre sonrası, Kuhn’un kavramlarının ülkemizdeki disiplinler arası etkisini araştırmak adına, daha geniş bir yazar katılımıyla bu kitap hazırlandı. Kitap, ‘ülkemizde gerek bilim üzerine yapılan çalışmalarda gerekse de doğrudan bilimsel çalışmalarda Kuhn’un kavramları ne derece etkili ve yaygın?’ sorusuna verilen cevabın somut bir örneği olarak, Kuhn’un farklı alanlardaki etkisini ortaya koyan çalışmalardan oluşmaktadır.

Gilbert Simondon: Bireyleşme Felsefesi
Hüsamettin Çetinkaya, Akademim Yayıncılık, 2024, 252 s.
Yirminci yüzyılın önemli Fransız filozoflarından Gilbert Simondon’un adı, felsefe dünyasında son dönemde yeniden duyulmaya başlandı. Bireyleşme, teknoloji, ontoloji ve metafizik üzerine geliştirdiği düşünceleriyle Deleuze, Latour, Stengers ve Stiegler gibi önemli isimlere ilham kaynağı olan Simondon, varoluşa dair yeni bir yaklaşım sunarak çağdaş teknoloji felsefesi, medya teorisi ve bilişsel bilimler gibi birçok alanda derin etkiler yaratarak yerleşik anlayışları köklü bir değişime çağırıyor. Bireyleşme felsefesinde Aristotelesçi hilomorfizm düşüncesini eleştirirken Bachelard ve Bergson’un düşüncelerini sentezleyip onların da ötesine geçen Simondon, ilişkilerin gerçekçiliğinden bireyleşme rejimlerinin ontolojisini ortaya koyuyor. Tutkuyla sürülen iz de bellidir: felsefe tarihini bireyleşme kavramına göre yeniden yazmak ve teknolojiyi kültürle etkin bir şekilde bütünleştirebilecek bir felsefi düşünce inşa edebilmek.

Modern Sanatın Öyküsü
Norbert Lynton, Çev. Cevat Çapan, Remzi Kitabevi, 2024, 400 s.
Norbert Lynton, 1900’den günümüze kadar Modern Sanatın Öyküsü’nü anlatırken, okurun bu sanatla sıcak ve içten bir biçimde ilgilenmesini de amaçlamıştır. Lynton, modern sanattaki temel gelişmelerin, bir yüzyıl kadar “boş”a ve “gösterişli”ye önem verildikten sonra sanatı yeniden onurlu ve önemli duruma getirmek için yapılmış ciddi ve ustaca girişimler olduğunu ortaya koymaktadır. Yazar, bu girişimlerin ardındaki düşünceleri açıklığa kavuştururken, aynı zamanda modern sanatta varlığını günümüzde de sürdüren akımları ve bu akımlarla tanınan sanatçılar arasındaki önemli farkları vurgulamaktadır. Modern sanat, kendisini zor, çirkin, rastgele ve kayıtsız bulanlar için hâlâ şaşırtıcılığını korumaktadır. Yazarın inancına göre modern sanatı destekleyen bazı açıklamalar, sanki değişimin kendisi bir erdemmiş gibi isyankârlığı ve yeniliği abartarak sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. Oysa modern sanat ile önceki dönemlerin sanatı arasında temelde herhangi bir ayrılık ya da karşıtlık yoktur. Sanat çalışmalarının stilistik özelliklerinden ve yüzeysel malzemesinden çok, içeriklerine dikkat edilmelidir. Bu kitapta Modern Sanatın Öyküsü’ne, 80’li yılların sanatının ve sanat eleştirisinin gelişmesini içeren yeni bir bölüm eklenmiştir. Kısa Yaşam Öyküleri ve Kaynakça bölümü güncelleştirilmiş, yeni resimler eklenmiş, eski basımlarda siyah-beyaz olan bazı resimlerin yerine renklileri kullanılmıştır. Böylece içeriği daha da zenginleşen Modern Sanatın Öyküsü, çağımızın sanatıyla ilgilenen herkesin okuması gereken bir kitap olma özelliğini sürdürmektedir.

Estetik
Bedrettin Cömert, Yapı Kredi Yayınları, 2024, 72 s.
Estetik, 1978’de 38 yaşında yaşamını kaybeden bu düşünce insanının ele aldığı konulara yaklaşımını aydınlatacak bir kılavuz kitap olma iddiası taşıyor. Aynı zamanda estetik konusuna getirilen temel yaklaşımlarla Aristoteles ve Platon’a dair değerlendirmelerle de nitelikli bir çalışma. Tüm bunların ötesinde bugün estetiğin yerini yeniden düşünmek için bir çağrı niteliğinde.

Ya Devlet Ya Demokrasi – İktidar İlişkilerinin Örgütlenme Süreci Olarak Devlet ve Demokratik Toplumu
Mahir Ergun, Belge Yayınları, 2024, 116 s.
Yöneticilerin seçimle belirlendiği rejimlere demokrasi mi denir? Yoksa Montesquieu ve Rousseau’nun dediği gibi aristokrasi mi? Demokrasi bir yönetim biçimini mi tanımlar? Özyönetim ilişkilerini mi? Demos ve komün arasında bir fark var mıdır? Demokrasi, komünizm ve anarşizm sözcükleri aynı anlama gelebilir mi? İlkel toplumların ilerleyip gelişerek modern devletlere ulaştığı anlatısı inandırıcı mıdır? Yoksa süreç, demokratik eşitlikçi toplulukların devlet tarafından fethedilmesine mi dayalıdır? Demokratik devlet mümkün müdür? Yoksa devlet ve demokrasi, biri varsa diğeri olmayacak şekilde, birbirlerine karşı mı konumlanır? Bu kitapta bu ve benzeri sorular tartışılmaktadır. Çalışmada okurlara, devlet ve demokrasi konularında yürütülecek herhangi bir tartışmada akla gelecek ilk cümleler üzerinde hâlâ belirleyici olan anlatılar üzerinden kavramsal bir netleşleşme; ele alınan argümanlar doğrultusunda devlet ve demokrasi kavramları için yaklaşımlar önerilmiş; bu iki kavram ve bunların birbirlerine göre konumlanışları üzerine bir çözümlenme sunulmuştur.

Anne Ağaç – Ormanın Bilgeliğinin Keşfi
Suzanne Simard, Tellekt, 2024, 424 s.
Suzanne Simard, Anne Ağaç’ta okurları ağaçların samimi dünyasına götürüyor. Ağaçların sadece kereste ya da kâğıt hamuru kaynağı değil; karmaşık, birbirine bağlı bir yaşam döngüsüne sahip; bizimkinden çok da farklı olmayan ortak yaşamlarla birbirine sosyal anlamda bağlı, işbirlikçi canlılar olduğunu ortaya koyuyor. Simard, ayrıca yüzlerce yıldır bir arada yaşayan ağaçların nasıl evrimleştiğini, davranışlarını, birbirlerini nasıl tanıdıklarını, birbirleriyle nasıl rekabet ettiklerini ya da işbirliği yaptıklarını ve aslında insan zekâsına atfedilen özelliklere sahip olduklarını yalın bir dille ele alıyor. Çocukken ormandaki ağaçları kataloglayarak geçirdiği günleri, onları nasıl sevip saygı duymaya başladığını, bilimsel arayışıyla beraber nasıl kendi yolculuğunun da peşine düştüğünü anlatan yazar, hayatından aktardığı kesitlerle insanın bilimsel araştırmasının ne kadar derin ve kişisel olabileceğini de gösteriyor: “Anne Ağaç: Ormanın Bilgeliğinin Keşfi dünyanın bizi birbirimize bağlayan bir hikâyeler ağı olduğunu hatırlatıyor. Ağaçların, mantarların, toprağın, ayıların ve bu konuşmaları dinleyen bir insanın hikâyelerini aktarıyor. Kişisel anlatıların, bilimsel içgörülerin ve ormanın yaşamına dair şaşırtıcı keşiflerin etkileşimi ilgi çekici bir hikâye ortaya çıkarıyor.”

Siyaset Sosyolojisi- Siyasallaşmanın Alanları, Özneleri ve Araçları
Der. Ahmet Bekmen, İletişim Yayınları, 2024, 496 s.
Siyasetle ilgili tüm alt disiplinlerde olduğu gibi, siyaset sosyolojisi açısından da iktidar esaslı bir inceleme alanıdır. Gündelik kullanımda daha çok “yürütme erki” ile özdeşleştirilen iktidar kavramı, siyaset sosyolojisi açısından toplumsal ilişkilere ve faillere odaklanmayı gerektirir. Böyle ele alındığında iktidar analizi kurumsal mekanizmaları olduğu kadar, toplumsal özneleri, bunlar arasındaki ilişkileri, bireysel öznellikleri şekillendiren ilişki ve mekanizmaları da kapsar hale gelir. Bu nedenle siyaset sosyolojisi sınıf, toplumsal cinsiyet, kimlik gibi toplumsal ve bireysel varoluşu oluşturan ilişkileri merkezine alır. Siyaset, neredeyse yaşamın her alanında örtük veya açık biçimde kendini gösterir. Dolayısıyla hem bireysel hem de toplumsal planda insanları etkiler ve insanlardan etkilenir. Ahmet Bekmen’in derlediği Siyaset Sosyolojisi: Siyasallaşmanın Alanları, Özneleri ve Araçları hem alanla ilgilenenlere/öğrencilere hem de genel okura hitap ederek siyaseti toplumsal ilişkilerin içerisinden ve yalnızca kurumsal yapılara odaklanmadan ele alıyor. Hazır ve basit açıklamalara yaslanmaktan kaçınıyor, günümüzün temel politik gündemlerini ıskalamadan “siyasal alanla toplumsal alan arasındaki ilişkiyi yeniden ele almayı” öneriyor.

Mülkiyetçi Bireyciliğin Siyasal Teorisi
Crawford Brough Macpherson, Çev. Ali Karatay, Ketebe, 2024, 412 s.
Kanadalı siyaset bilimci Macpherson’ın “Mülkiyetçi Bireyciliğin Siyasal Teorisi” adlı siyaset felsefesi klasiği Hobbes’dan başlayıp Locke’a kadar liberal siyaset felsefesini, onun içindeki temel açmazları ortaya sermek adına didik didik ediyor ve bu düşünce geleneğinde “mülkiyetçi bireycilik” olarak kavramsallaştırdığı şeyin felsefi ve tarihsel kökenlerini araştırıyor. Hobbes’tan Locke’a siyaset felsefesindeki bireyciliğin mülkiyetçi temellerini, bireyin kişilik ve yetenekleriyle bağının en başta nasıl mülkiyet ilişkisi üzerinden tanımlandığını dolayısıyla dönem düşünürlerinin “bireyi esas olarak kendi kişiliğinin ya da yeteneklerinin sahibi olarak” gördüğünü dönem metinlerinin ve tartışmalarının izini sürerek ortaya seriyor ve nihayetinde bu varsayımların toplumsal ilişkileri kavramada nasıl etkileri olduğunun detaylara azami önem gösteren titiz bir analizini yapıyor. Buna göre herkes topluma hiçbir borcu olmayan atomik bireyler olarak birbirinden yalıtılırken, toplum da bu bireylerin piyasa tarafından belirlenmiş bir birlikteliği olarak görülmeye başlıyor. Toplum bir mübadele ilişkileri toplamına dönüşürken, siyasal toplum ise salt bu mübadele ilişkilerinin sürdürülmesinin bir vasıtası haline geliyor.