Ana Sayfa Dergi Sayıları 245. Sayı Halkçı eğitim sistemi: Köy Enstitüleri

Halkçı eğitim sistemi: Köy Enstitüleri

57
0
Köy çocukları kültür derslerinde araştırma inceleme esaslı çalışarak, dünya klasiklerini okuyarak ve her biri bir enstrüman çalarak yaşadıkları çağa uygun insanlara dönüştüler.

Özlem Güler

 Binalara ve ezberci ders kitaplarına hapsedilmemiş bir eğitim felsefesiyle yola çıkan Köy Enstitüleri, kısa sürede büyük başarılar elde etti. Köylerden alınan çocuklar tarım ve teknik derslerinde üretime katılıp kendi ihtiyaçlarını karşılamayı öğrenirken; kültür derslerinde araştırma inceleme esaslı çalışarak, dünya klasiklerini okuyarak ve her biri bir enstrüman çalarak yaşadıkları çağa uygun insanlara dönüştüler. Enstitüler, köylerdeki insan gücünü işleyip, yeni kurulmuş olan Cumhuriyet yönetiminin ihtiyaç duyduğu emekten, ulusal ve ekonomik bağımsızlıktan yana bireyler yetiştirdi. Köy Enstitüleri’nin kurulduğu dönemde kalkınma çalışmaları sürüyor, dış borçların ödenmesi, dünya ekonomik bunalımı gibi sorunlarla mücadele ediliyordu. Bu şartlarda Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç önderliğindeki halk çocukları olağan üstü bir çabayla Köy Enstitüleri’nde bilimi ve sanatı yeşertmeyi başardılar.

Cumhuriyet yönetiminin kurulmasıyla hilafet, aşar kaldırılmış, öğretim birliği sağlanmış, medeni kanun yapılmış ancak, tüm bunların halka ulaştırılmasının yolları aranmaya başlanmıştı. 1935-1936 yıllarında Türkiye nüfusu 16 milyondan fazlaydı ve nüfusun % 80’i (12 milyonu) köylerde yaşıyordu. O dönemde okuryazar oranı ise yaklaşık %2 0 idi. “Tek çalışma alanı tarım olduğu halde sermaye ve kredi yetersizdi; köyler kültürde içine kapalıydı. Kooperatif, sendika gibi örgütleri olmayan köylülerin dayanışmasına örf ve adetlerle inançlar da engel oluyordu. Bu nedenlerle ekonomik ve toplumsal yapıda değişime ihtiyaç duyulan köylerde okullar kurulacak, işletilecek ve buralara göre öğretmen yetiştirilecekti.” (Gedikoğlu, 1971; 13-28)

“Potansiyel insan gücünü uyandırmak, harekete geçirmek, toplumsal ve ekonomik kalkınmanın aracı haline getirmek için kurulan Köy Enstitüleri sisteminin temeli, 1936’da Eğitmen Kurslarıyla, 1937’den 1940’a kadar süren deneme evresiyle atılmıştır. Üretici eğitim çalışmalarına başlanmış, ilk ve sağlam adımlar atılmıştır. Köy Enstitüleri’nin yasalaştığı gün ise 17 Nisan 1940’tır.” (Gedikoğlu,1971; 341) Yurt genelinde kurulan enstitülerin sayıları önce 14 iken, daha sonra bu sayı 21’e çıkarılır.

Köy Enstitüleri şehirlerin dışında tren ve şoseye yakın, tarıma elverişli olan devlet arazisine kurulurlar. Geniş alanlara kurulan enstitüler, tek ya da iki katlı binalardan oluşuyordu. 50 kişilik kümelere göre dersliği, kitaplığı, yatakhanesi, yemek salonu, öğretmenevi olan tek katlı binalar ve bunların yanında ayrıca işlikler (marangoz, demirci, biçki dikiş, yemek pişirme…) kooperatif, ahır, arazi bulunuyordu. Binaların daha çok kişiye değil, elli kişilik küçük gruplara göre düşünülmesinin nedeni; öğretmen ile öğrencilerin dayanışma ile çalışabilmesine, öğrencinin sorumluluk almasına, kendisini yönetme becerisi kazanmasına bu yapıların daha uygun olmasıydı.

Enstitülere üretici yaşam biçiminden gelen kız-erkek köylü çocukları kabul edildiler. Çünkü, hayvanlara bakmak, tohum saçmak, toprağı nadas etmek, sebze ve su arklarını hazırlamak, fidan dikmek, koyun inek sağmak, yağ çıkarmak, mısır ve fasulyeyi, tütünü çapalamak, yaya olarak iki üç gün yürümek… 12-13 yaşındaki köylü çocuklarının yapabildiği işlerdi. Bu işler sayesinde o artık sıcağa ve soğuğa dayanıklıdır. Yaşadığı çevrede yapılan işleri, elde edilen ürünleri, tabiat örtüsünü ve olaylarını tanır. Üreticidir. Ve onlar enstitüye geldiklerinde öğretmenle 8 saat yöntemli çalışma, derslerle işlere 2.5-3 saat kendi kendine hazırlanma gibi sorumlulukları yerine getirebildiler. Dinlenme günleri de planlı olarak değerlendirilirdi. Yılda 10,5 ay çalışıyorlardı. 3- 3,5 aylık başıboş dinlenme süreleri verilmemiş; eğitim ve öğretimin duraklatılmaması amaçlanmıştı. “Eğitsel esaslar: Öğrencilerin yeteneklerini geliştiren, güçlendiren, kişilik kazandıran konuların seçilmesi. Kazandırılan bilgilerin aynı zamanda kullanılır, işe yarar olması. İş sevgisi aşılayacak, iş karakterini kazandıracak konuların olması. Konuların araştırma, deney, gözlem, karşılaştırma, kendi kendine çalışma, karar verme, bir işte sonuna kadar dayanma alışkanlıklarını kazandırması, sinir sistemini güçlendirmesi gibi niteliklere dayanıyordu.” (Gedikoğlu, 1971; 86)

Enstitülerde sabah ve akşam okuma saatleri dışında günde 8 saat çalışma vardı. Haftalık 44 saat çalışmanın 22’sinde genel bilgi dersleri, 11’i tarım, 11’i teknik çalışmalardı. Kültür (genel bilgi) derslerinde konular işlenirken; gözlem ve deney, araştırma ve inceleme ya da yapılan iş ve eserlerden yararlanma gibi yöntemler uygulanırdı. Amaç öğrencinin düşünebilmesini sağlamaktı. “Enstitülerde saplantılar, tek yönlü görüşlere kapılmama, akla güvenme nitelikleri de kazandırılmıştır. Bu suretle bilgilerin donmuş kalıplar olmadığı, yeni denemelerle yeni sonuçlara varılabileceği, sistemli düşünme üzerinde önemle durulmuştur.” (Gedikoğlu, 1971; 346) Tarım dersleri okulun uygulama bahçelerinde geçiyordu. Enstitünün bulunduğu bölgeye göre ürünler yetiştiriliyordu. Talip Apaydın anılarında tarım dersinde üretilenlere yer verir: “Bütün yıllık yiyeceğimizi, buğdayımızı, sebzemizi, meyvemizi kendimiz yetiştirirdik; bulgurumuzu, makarnamızı, tarhanamızı kendimiz yapardık. Bine yakın öğrenci -1942’den sonra mevcut bine yaklaştı- kendi emeğimizin ürünleriyle doyardık. Buğdaya gelince… Enstitünün yıllık un, bulgur, tarhana gereksinimini tamamladıktan sonra, başka bir enstitüye de tonlarca buğday göndermiştik.” (Apaydın, 2009; 68)

Enstitülerde çevre gerçekleri ve gereksinmeler dikkate alınmış; iş ile bilgi ve kültür bir arada düşünülmüş. Yani, çocuklar yaparak öğreniyordu ve böylece üretici, yaratıcı bireyler haline geliyorlardı.

Öğrenciler sadece kültür dersleriyle uygulamalı derslere katılmıyorlardı. Ayrıca, yetki ve sorumluluğu, yönetimde görev almayı enstitülerde kurulan demokratik düzen içinde öğrendiler. Öğretmenleriyle birlikte sınıf ve yatakhanelerini, yemek salonlarını, kitaplığı vb. binalarını yaptılar. Bağ ve bahçeler, fidanlıklar, sebzelikler yetiştirdiler. Kullandıkları araç- gereçlerini yaptılar. Üretici ve yapıcı eğitim düzeni sayesinde hem toplum dönüştürülecek hem de doğa dönüştürülerek daha yaşanılır hale getirilecekti.

Köy Enstitüleriyle hayata geçirilen uygulamalı eğitim, o dönem geçerli olan eğitim sistemlerinden çok farklıydı. “Okullarımızdaki eğitim ve öğretim yöntemi, hep belleğe dayanan, deneysiz uygulamasız, araştırmasız, gözlemsiz ezberleme yöntemi olmuştur; hangi yabancı devletin etkisine bağlı isek, ondan alınan, toplum gerçekleri ve istemleriyle bağdaşmayan, ithal malı, yamama yöntemler uygulanmıştır. Bu tür yöntemler ise, çocuklarımızı ve gençlerimizi -ister istemez- kendi güçlerine ve toplum sorunlarının çözümüne karşı yabancılaşmaya götürmüştür. Köy Enstitüleri ise, bu anlayışı kökünden değiştiren bir yöntemi uygulamaya başlıyordu. Çünkü eğitimin gerçek görevi, insanı güçlendirmek, yaşam savaşında doğayı yenebilir ve çevresini değiştirebilir hale getirmektir.” (Tanilli, 2012; 75-81)

“Cumhuriyet devri Köy Enstitüleriyle ulusun ağırlığı, ülkenin gerçek sahibi ve büyük kütlesi emekçi köylünün canlanması için gerekli çabayı göstermiş, insan gücü kaynağına el atmıştır. Kişi köyden alınacak, köy için yetişecek, köyde çalışacak. Böylece, enstitülerle köylü uyandırılacak, düşündürülecek, denge sağlayacak güçte bir baskı grubu haline getirilecektir. Çünkü bir bakıma demokrasi, baskı grupları arasındaki dengeyi kurmak ve korumaktır. Böyle bir dengenin meydana gelebilmesi, yüzyıllardır ezilmiş, horlanmış, savaştan savaşa sürülmüş köylünün eğitilmesiyle ilişkilidir.” (Gedikoğlu, 1971; 345)

KAYNAKLAR

1), Talip Apaydın (2009), Köy Enstitüsü Yılları, İstanbul, Literatür Yayınları.

2) Şevket Gedikoğlu (1971), Evreleri, Getirdikleri ve Yankılarıyla Köy Enstitüleri, Ankara, İş Matbaası.

3) Server Tanilli (2012), Nasıl bir Eğitim İstiyoruz?, İstanbul, Cumhuriyet Kitapları.