Ana Sayfa Bilim Gündemi Pre-modern kapitalizm, hortlaklar ve ‘musk’aralar dönemi

Pre-modern kapitalizm, hortlaklar ve ‘musk’aralar dönemi

183

Ender Helvacıoğlu

Yaşadığımız dönemi “ortaçağa dönüş” veya “yeni ortaçağ” değil, “dizginsiz kapitalizm çağı” olarak nitelemek daha doğru. Böylece modernitenin kapitalizme özgü bir nitelik olmadığını, insanlığın önce anti-feodal (anti-haraççı) sonra da anti-kapitalist mücadelesinin ürünü olduğunu daha iyi ifade edebiliriz. Modernitenin (sosyalizm dahil) geri çekilmesiyle birlikte birkaç yüzyıl önce yaşadığımız çıplak/vahşi kapitalizme geri dönüşü yaşadığımızı söyleyebiliriz. Kapitalizmin ilk birikim dönemine, sömürgeciliğin yaygınlaştığı yıllara, endüstri devriminin ilk dönemindeki acımasız sömürüye geri dönüş… Elbette eskinin bir tekrarı olarak değil, günümüz koşullarında… Anti-feodal, anti-sömürgeci, anti-kapitalist ve anti-emperyalist mücadelelerin birikimlerinin geri çekildiği günümüz kapitalist sistemi, Amerika yerlilerinin soykırıma uğratıldığı, Afrikalı halkların köleleştirildiği, çocuk ve kadın emeğinin acımasızca sömürüldüğü, işçilerin hiçbir haklarının bulunmadığı, geniş coğrafyaların Avrupalı kapitalist devletlerce sömürgeleştirildiği döneme benziyor.

Düşünsel ve politik düzlemde ise, bu geri düşüş, her türlü pre-modern düşünce biçiminin, değer sisteminin ve politik akımların boy göstermesine, hatta yer yer egemen olmasına yol açıyor.

Günümüz kapitalizmi pre-modern bir kapitalizmdir. Kapitalizm dizginlerinden boşanmış ve özüne dönmüştür.

Pre-modern bir kapitalizm olur mu? Abartılı bulunabilir, tartışılabilir, ama bence kapitalizm zaten başından itibaren pre-moderndi. Modernitenin motoru, köylülerin feodalizme ve aristokrasiye karşı mücadelesi, daha sonra emekçilerin kapitalist sömürüye karşı mücadelesi, ezilen halkların sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadelesi ve sosyalizmin ataklarıydı. Bu mücadelelerin geri çekilmesiyle birlikte kapitalizmin gerçek (pre-modern) yüzü de yeniden tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Kapitalizm el konulmuş modernitedir.

“Kurallı kapitalizm” denilen şeyin “kuralları”, “burjuva demokrasisi” denilen şeyin “demokrasisi” kapitalizme ve burjuvaziye, emekçilerin ve ezilen halkların mücadelesi ile kabul ettirilmiş unsurlardır. Kendi başına kalmış kapitalizmin tek kuralı azami kâr ve kapitalist/emperyalist sömürünün derinleşmesi ve küreselleşmesidir. Yönetim biçimi ise demokrasi dışında her şey olabilir.

Bilimsel düşünce biçiminin ve bilimsel yöntemin ortaya konması, bilimsel devrim, materyalist felsefeler, aydınlanma felsefesi gibi büyük düşünsel atılımları burjuvaziye atfetmek ve “burjuva düşüncesi” olarak nitelemek doğru olmaz. Bunlar insanlığın haraçlı sisteme, aristokrat ideolojilere ve dinsel düşünce biçimine karşı mücadelesinin düşün ve bilim alanındaki ürünleridir. Bunlarla “burjuva ideolojisi” denen akımları birbirinden ustalıkla ayırmak gerekir. Örneğin, evrim kuramı ile sosyal Darwinizmi ayırmak gibi.

***

Marx’ın burjuvaziye “tarihin kılıcı” anlamında bir “ilericilik” atfettiği bir dönemi vardır. Manifesto’da (1848) ve 1850’li yılların başlarında İngilizlerin Hindistan ve Çin’deki faaliyetlerine ilişkin yazdıklarında bunun izleri görülür. Kapitalist tarz uygarlaşmanın, kapitalist ilerlemeciliğin, Avrupa-merkezciliğin neredeyse tartışılmaz olduğu bir dönemdir bu. Ama kısa bir süre sonra Marx, burjuvaziye ve kapitalizme son derece köklü (ve kapitalizmin geçmişini de kapsayan) eleştiriler yöneltir.

Samir Amin de Marx’ın görüşlerindeki bu değişimi vurgular: “Marx bile, en azından yaşamının ilk yarısında, üretici güçlerin gelişmesinden, burjuvazinin başarılarından, insanı köy yaşamının sınırlı bakış açısından kurtaran tekbiçimlileşme eğiliminden övgüyle söz eder. Ama zamanla birtakım kuşkulara kapılmaya başlayacak ve daha sonraki yazılarında daha esnek bir ifade kullanacaktır.” (S. Amin, Avrupamerkezcilik, Fransızcadan çeviren: Mehmet Sert, Ayrıntı Yayınları, Birinci basım: Temmuz 1993, s.140.)

Marx, örneğin, Kapital’in birinci cildinde (1867) “İlk Birikim” ve “Modern Kolonizasyon Teorisi” başlıklı bölümlerde kapitalizmin tarihine ve o gününe ilişkin şunları vurgular: “Avrupa’nın dışında doğrudan doğruya yağma, köleleştirme ve katletme ile ele geçirilen servet, anavatana akmış ve burada sermayeye dönüşmüştü.” “Amerika Birleşik Devletleri’nde bir doğum belgesi olmaksızın ortaya çıkan bir kısım sermaye, İngiltere’de daha dün kapitalize edilmiş çocuk kanı idi.” “Doğrudan doğruya üreticilerin mülksüzleştirilmeleri en duygusuz bir vandalizm ile ve en bayağı ve en rezil ve en iğrenç ihtirasların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir.” Marksizmin dünyalılaşabilmesinin sırrı da bu köklü eleştiridir zaten.

Bu tartışma aslında 20. yüzyılın başında sona erdi. 20. yüzyıl sosyalizm pratikleri (özellikle Sovyet ve Çin pratikleri) de -kapitalist gelişme açısından oldukça geri coğrafyalar olmalarına karşın- burjuvaziye herhangi bir ilericilik atfetmeyerek başarıya ulaşabildiler. Yoksa sosyalizmi zorlamayı değil, kapitalizmin önünü açmayı seçerlerdi. Elbette bu uzun bir süreçtir.

***

Günümüze dönelim. Küresel burjuvazinin modernite diye bir derdinin olmadığı, tam tersine modernitenin kazanımlarını kurtulunması gereken bir ayak bağı olarak gördüğü ortada. İlk birikim dönemine (özüne) dönmüş, dizginlerinden boşanmış, ipini koparmış, seçeneksizlik sarhoşluğuna kapılmış, yağmacı, talancı bir burjuvazi ve kapitalizm var karşımızda. Ülkemizde bunu yaşıyoruz zaten; dünya çapındaki simgesi de Elon Musk ve şürekası.

Aslında bir çöküşü yaşıyoruz. Çöken burjuva modernitesidir. Burjuvazinin ve kapitalizmin bir modernite potansiyelinin kalmadığının çırılçıplak biçimde ortaya serilmesidir; bizzat burjuvalar tarafından itiraf edilmesidir. Modernite sahipsiz ve başıboş kalmıştır bugün. Kısa vadede felaket bir dönem anlamına gelir bu (ülkemizde yaşadığımız gibi), ama orta ve uzun vadede olumludur, çünkü taşlar yerine oturacaktır, modernite gerçek sahibini bulacaktır.

Burjuva modernitesi çökerken ne fışkırıyor? Modernitenin devrimci geçmişinde tasfiye ettiği güçler/değerler yeniden hortluyor. Ama bunlar sadece birer hortlaktır. Tarihin çöplüğünden gelirler, gelecekleri yoktur. Her hortlağa son bir intikam hakkı tanır tarih. Tanır ki, yeni bir ileri sıçrayışın, bir aşışın gerekçesi oluşsun. Hortlağın son işlevi budur. Bu nedenle sanki geri dönüş gibi gözüken bu ara döneme fazla takılmayalım; umutsuzluğa sürüklenmeyelim. Böyle dönemlerde yaşam sevincinin kaynağı tarih bilincidir.

Hortlaklar döneminde aslında alttan alta “yeni ve daha büyük bir atılım” yeşermektedir. Modernitenin kazanımlarına sahip çıkan ama modernitenin artık pespayeleşen burjuva tarzını eleştirerek yeni bir yorumunu geliştiren, aşan yeni bir atılım.

Geniş süreci göz önüne alırsak, yaşanan “gerileme”nin aslında bir “gerilme” dönemi olduğunu düşünüyorum; ileri sıçrayacak atletin gerilmesi gibi. Dolayısıyla gerilimli ve acılı bir süreç…

Bir doğum sancısı çekiyor insanlık. Meydan gericilere ve şarlatanlara kalmış gibi gözükebilir. Bence öyle değil. Dünya kimlere kalmamış. ‘Musk’aralara mı kalacak?