Anıl Ceren Altunkanat
“Başka bir zaman hep var, her şeyin farklı olacağı bir gelecek ay, gelecek yıl.”
Başka bir zamanın umuduyla yol alıyoruz. Yarına ulaşmak için adımlarımız; yarın bir şeyler farklı olsun diye. Hatta bazen sadece yarın olsun diye. Çünkü bazen şimdi nefes alınmayacak kadar katı, adım atılmayacak kadar ağır geliyor. Ölüm gibi. Ama geçiyor, bir adım sonra başka bir zaman, başka bir gelecek.
Ölüm tüm yolları kapatmadığı sürece her şeyin farklı olacağı bir zaman hep var, hep olacak. Yolculuk bu umudun esenliğiyle çekmiyor mu bizi? Kendimizden kaçarken, kendimize koşarken; başkasına adım adım yaklaşırken, başkası tarafından uzaklara itilirken hep bir umut gizli. Kimi zaman buruk ve yaralayıcı, kimi zaman eksik ve yorucu ama var. Kimi yalnız, kimi yalnızlığında kalabalık.
Damon Galgut Yabancı Bir Odada adlı romanında yolu, yolculuğu anlatırken yol arkadaşları ve gezgin arasındaki ilişkilerden okura bir harita çıkarıyor. Aşkın, dostluğun, tutkunun, yabancılığın ve yalnızlığın haritası bu. Belki de gezginin kendini bulmak ve her şeyin farklı olacağı bir geleceğe uzanmak için kullandığı harita.
“… çünkü bir saplantıyı anlatan her hikâyede tek bir karakter, tek bir olay örgüsü vardır. Ben yalnızca kendim hakkında yazıyorum, tek bildiğim bu, bu yüzden daima her aşkta başarısız oldum, yani hayatımın tam özünde.”
Galgut üç yolculuk anlatıyor, her yolculukta ona eşlik edenler farklı, her yolculuğun ve yol arkadaşlığının bıraktığı izler farklı. Dahası her yolculuğun kendisine tuttuğu ayna, aynadaki yansıma farklı. Yol ve yolcu ona eşlik edenlerle şekilleniyor adeta. Kalbi neşeyle dolduran yollar beliriyor; düşmanlığın kıpırtılarıyla diken diken yollar. Tutkunun tehlikeleri bile aydınlattığı, yalnızlığın en güzel manzaraları bulandırdığı yollar. Deliliğin esir aldığı, geleceğe açılmayan yollar.
“Nedenini bilmiyor ama bu sahne, içinde kendini gördüğü bir ayna gibi. Yüzünü ya da geçmişini değil, kim olduğunu. Rüzgâr kadar yumuşak ve renksiz bir hüzün duyarak, yolculuğa çıktığından beri ilk kez, durmak istediğini düşünüyor. Tek bir yerde kalmak, bir daha hiç kıpırdamamak.”
Özellikle söz etmek istediğim, romanda beni en çok sarsan Galgut’un intihara meyilli Anna ile yolculuğu. Bir uçurum yolculuğu bu; düşen için de kalan için de. Bir insanı kendinden korumaya çalışmak yolculukların en zorlusu olsa gerek.
“İnanılmaz yorgun, şu anda onu avutamayacak kadar, ama belki yarın yine yeterince güçlü olacak, bu aralarındaki bariz bir fark, o yarın ve öbür gün üzerinden düşünürken Anna için sadece şimdi var ve bu, sonu olmayan bir şimdi.”
Şimdiye sıkışan birini kendinden korumak çaresiz bir savaş, her iki tarafın da kaybetmesi kaçınılmaz. Her iki taraf için de acı kaçınılmaz. Anna’nın yolculuğu her şeyin farklı olabileceği bir geleceğe açılmıyor, Anna yarına ulaşmak için yol almıyor. Anna sıkıştığı şimdinin içinde sadece soluk almak istiyor belki. Belki soluğu ve acısı artık bitsin istiyor.
“Yarattığı acı, üzüntü ve suçluluk duygusunun üzerinde süzülerek, çalışıp didinmemize tepeden bakıyor. Bize davranış tarzında gerçek bir küçümseme, endişemizle alay eden bir kahkaha unsuru var. O bizim çok ötemizde çünkü artık ölmekten korkmuyor ve bu onun hem zaafı hem de en güçlü noktası.”
Ölmekten korkmayan birinin yolculuğu ister istemez başkalarının korkularına uzanıyor; yolu başkalarının acılarıyla döşeniyor. Ve ister sağ ister diri, bu yolculuk diğerinin bitmez suçluluğuna, yani bir uçuruma açılıyor.
“Döndüğünde Anna aşağıda oturmuş kahvaltı ediyor, nedenini tam olarak bilemiyorum ama Anna’ya katılmıyor. Katılsaydı, sonrasında olanlar başka türlü mü olurdu, belki de evet, sonunda her şey bardağı taşıran fazladan bir sessizliğe dayanıyor belki.”
Damon Galgut okuru bazen sırdaşı, bazı tanığı kılan dil kullanıyor. Bu dil metnin ve yolculuğun farklı katmanlarına patikalar açıyor; yorumu ve yolu derinleştiriyor. Kıvanç Güney’in temiz çevirisi bu dili ve derinliği yansıtmakta çok başarılı.
“Hayatlar birbirinin içine sızıyor, geçmiş şimdinin üstünde hak iddia ediyor. Ters giden her şeyi, bütün o karmaşayı, acıyı, felaketi şimdi, belki de ilk kez hissediyor. Affet beni arkadaşım, tutmaya çalıştım ama sen düştün, düştün.”
Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.
Damon Galgur, Yabancı Bir Odada, çeviren Kıvanç Güney, YKY, 138 s.