Ana Sayfa Bilim Gündemi Hesaplaşma süreci

Hesaplaşma süreci

1130

Ender Helvacıoğlu

Türkiye’de bir büyük cephe oluşuyor. Bu cephe masa başında değil, sokaklarda, meydanlarda, üniversitelerde, kent merkezlerinde, işyerlerinde, mahallelerde, bizzat eylemlilik hali içinde kuruluyor.

Bu nedenle sonu gelmez tartışmalar ve “benden bu kadar senden bu kadar” hesapları yapılmıyor. Talepler gayet berrak ve net. İktidar Türkiye’nin rejimini tamamen değiştirmek, seçme-seçilme hakkının olmadığı otoriter bir düzen kurmak için halka saldırıyor; Türkiye’nin güzelim halkı ve aydınlık yüzü de “artık yeter” diyor ve direniyor. Durum bu kadar sade.

Kitleler işin içine girdi mi böyle olur zaten. Bu hareket nereye kadar gider, iktidar ile halkın bilek güreşinin sonucu ne olur, harekete kimler önderlik eder, bunların politik ufku ve cesareti nereye kadar yeter… bunlar önemli ama ayrı tartışma konuları. Biz burada öncelikle bir cephenin nasıl kurulduğunu tartışıyoruz. Çünkü bu noktayı kavramak önemli.

Cephe birileri istiyor diye kurulmaz. Veya tersi; birileri istemiyor diye cephe kurulmayacak değildir. Çünkü cephe bizim irademizin dışında bir olaydır; cepheyi hayat dayatır. Örneğin faşizm tehlikesi vardır ve faşizme şu veya bu biçimde/düzeyde karşı çıkan herkes anti-faşist cephe içinde yer alır. “Cephe olsun ama şu gelmesin” veya “bu olursa ben gelmem” diye bir şey olmaz; olursa da bunu diyen hayatın (politikanın) dışına düşer. Faşizm tehlikesi atlatılır, sonra herkes kendi yoluna bakar. Cephe politik bir araçtır, ideolojik değil; işlevi bittikten sonra dağılır.

Cephenin hayat tarafından dayatıldığının en güzel örneği 2013 Haziran Direnişiydi. Hükümeti istifa ettirme hedefini benimseyen herkes birleşmişti. Sol yumruğunu kaldıran, zafer işareti yapan, eliyle kurt işareti yapan direnişçiler aynı barikatta çatıştı. Şortlu ve türbanlı kadınlar kol kola yürüdü. Politikaya fazlaca steril yaklaşanların hoşuna gitmeyebilir, ama cephe budur. Önemli olan somut politik hedeftir; kimin gelip kimin gelmeyeceğinin tek kıstası, bu politik hedefin benimsenip benimsenmemesidir. Aynı tartışmayı herhangi bir grev için de yapabiliriz. Grev de küçük çaplı bir cephedir. Greve çıkan işçiler, şu katılsın bu katılmasın demezler, herkesin katılmasını isterler.

Bugün de benzer bir süreci yaşıyoruz. Bu sürecin parlayıp sönmeler, ileri atılıp geri çekilmelerle dolu uzun bir süreç olacağını bilelim. Çünkü Türkiye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceği gibi son derece hayati bir konu tartışılmaktadır. Ama ülkemizin -siyasal İslamcı iktidarın bir türlü yok edemediği ve yok edemedikçe çılgına döndüğü- modernite birikiminin bir kez daha eylemli olarak duruma müdahil olmaya başladığını da görelim.

***

Kritik konu: önderlik sorunu. Eylemlere önderlik etmekten söz etmiyorum; onu zaten gençler ellerinden geldiğince (ve yiğitçe) yapıyorlar. Sözünü ettiğim politik sürecin önderliği meselesidir. (Bunu kavramak da önemli; çünkü çoğu devrimci örgüt önderlikten sadece yürüyüşleri yönlendirmeyi ve barikatlara yüklenmeyi anlıyor ve doğal olarak politik süreci ıskalıyor.)

Bugün harekete -İmamoğlu adının öne çıktığı- CHP yönetimi önderlik ediyor. Bu bir zaaf mıdır değil midir, nereye kadar götürebilirler, kısa zamanda ortaya çıkar; ama bir olgudur. Çoğumuza göre “olması gereken” bu değildir; ama toplumsal süreçler olması gerekenlere göre değil olgulara göre ilerler. Bugün için mevcut önderliğe yıkıcı eleştiriler getirmek yanlıştır (çünkü bu durumda hareket dışı kalınır; dahası iktidarın ekmeğine yağ sürülür) ama zorlamak da gerekir; çünkü süreç dinamiktir ve olgular an ve an değişir (Gördüğüm kadarıyla kitleler içgüdüsel olarak tam da bunu yapıyor).

Bazı sosyalist arkadaşlar işi gücü bırakıp esas eleştiri oklarını CHP’ye yöneltiyorlar. Hatta “CHP’den kurtulmadan AKP’den kurtulunmaz” türünden tespitler yapanlar dahi var. Hiç düşünmüyorlar: bugün CHP’den kurtulmaya çalışan kimdir? CHP’nin cumhurbaşkanı adayını ekarte etmeye, hatta kurultay iptali yoluyla CHP’nin tümden elini kolunu bağlamaya ve yok etmeye çalışan kimdir? İktidar değil mi? İktidar bugün için herhangi bir sosyalist örgütten kurtulmaya çalışmıyor, ama CHP’den ve adayından kurtulmaya çalışıyor. Demek ki “CHP’den kurtulmadan AKP’den kurtulunmaz” önermesi yanlıştır, apolitik bir önermedir.

Örgütler başka bir örgüte eleştiri yapma hakkını bileklerinin gücüyle kazanırlar. Bunu gözetmezlerse sadece bir eleştirmen olurlar, örgüt olamazlar. Eleştiri hak edilir. Eleştiri yapan, seçeneğini de ortaya koymak zorundadır. Örneğin Haziran Direnişine katılan kitlelerin CHP’yi eleştirme hakları vardı. Bugün CHP’nin AKP iktidarına karşı mücadelesini eleştirenler, zayıf bulanlar, ancak daha güçlü, daha etkin, daha kitlesel ve daha gerçekçi bir yol önerdiklerinde ve uygulamasına geçtiklerinde ciddiye alınabilirler.

Sandık-sokak çelişkisi de günümüz koşullarında artık ortadan kalkıyor. En başta CHP yönetimi olmak üzere artık herkes anlıyor ki, sandığa ulaşabilmek için meydanlarda ve sokaklarda toplumsal bir güç ortaya koymak lazım. Gelinen noktada seçme ve seçilme hakkı (yani sandık) ancak toplumsal bir mücadeleyle güvence altına alınabilir.

***

Sosyalistlerin çoğunluğu hareket içinde yer alıyorlar. Olmayanların ve harekete dudak bükenlerin zaten ülkenin geleceğinde bir rolleri olamaz. Ama olanlar da harekette henüz bir politik odak olarak yer almıyorlar. 2013 Haziran Direnişinde de sosyalistler açısından temel zaaf buydu.

Hareketi benimsemek, onunla bütünleşmek, hemhal olmak ama bununla yetinmeyerek harekete müdahil olabilecek bir politik odağı ve araçlarını yaratmak… Günün görevi budur.

Geç kalınmış değil. Çünkü bu uzun bir süreç; yukarda vurguladığım gibi ülkenin geleceğini belirleyecek, dolayısıyla daha çok su kaldıracak bir süreç. Yeter ki sürece sadece bir eylemci ve katılımcı olarak değil politik müdahil olarak bakılabilsin.

Hesaplaşmaya doğru doludizgin gidiyor Türkiye. Süreç ilerledikçe bu konuları farklı boyutlarıyla ve daha somut biçimde tartışacağız.