Günümüz insanı ve onun yarattığı, içinde bulunduğumuz uygarlık bir anda oluşmadı; milyonlarca yıllık bir sürecin ürünü. Devlet, şehir, yazı, tarım, hayvancılık, yerleşik yaşam gibi sadece insana özgü olguların/kurumların ortaya çıkışı, insanın uzun geçmişinin içinde daha dün hatta bir-iki saat öncesidir. Yine yalnızca insana özgü olan düşünme, alet yapma, konuşma, ticaret, din, sanat vb.’nin kökeni de aynı uzak geçmişte yatar. Bu yüzden eğer tüm sosyal bilimlerin temelinde yatan “İnsan nedir?” sorusuna doyurucu bir cevap aranacaksa, mutlaka bu uzak geçmişi de göz önünde bulundurmak gerekir.
En az 6 milyon yıldır süren (ve halen devam eden) “insanlaşma” sürecine dair bilgimiz çok fazla değil. Jeolojik katmanlar arasında sıkışmış iskelet parçaları, birkaç yontukla şekillendirilmiş taş aletler, üzeri çiziktirilmiş kemik nesneler, mağara duvarlarına yapılmış (olağanüstü güzellikteki) resimler ve bu kabilden bazı kalıntılar dışında, uzak atalarımızın nasıl yaşadığını gösterebilecek pek fazla veri yok elimizde. Bu insanların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini, bir dedektifin küçük bir ipucundan yola çıkarak cinayeti çözmesi gibi, az sayıdaki kalıntılardan yola çıkarak anlayabiliyoruz. Maddi unsurlara yansımayan ya da çok az yansıyan sosyal yaşam, inanç dünyası, psikoloji gibi başlıklarda ise yalnızca varsayımlarda (spekülasyonlarda) bulunabiliyoruz.
İnsanoğlu milyonlarca yıl boyunca avcı-toplayıcı ve göçebe bir yaşam biçimi sürdürdü. Ta ki yaklaşık 12 bin yıl önce Yakındoğu’da yaşayan topluluklar yerleşik yaşama geçip, tarım ve hayvancılık (çiftçilik) yapmaya başlayıncaya kadar. Bu yeni yaşam biçimi, avcı-toplayıcı ve göçebe yaşama göre daha zor ve maliyetli olsa da uzun vadede artı-ürün birikimine ve nüfus artışına yol açacak, bu gelişmeler de milyonlarca yıldır yaşamını sürdüren avcı-toplayıcı grupların tedricen ortadan kalkmasıyla sonuçlanacaktı. Bugün yalnızca Afrika, Avustralya ve Amerika’nın tarıma ve hayvancılığa elverişli olmayan bölgelerinde bazı küçük topluluklar bu yaşam biçimini sürdürüyor. Gerek halen yaşayan bu topluluklara, gerekse de çiftçi yaşam tarafından modern zamanlarda bir şekilde yok edilmiş olanlarına dair, antropolojide hacimli bir literatür mevcut.
İstanbul Üniversitesi arkeoloji bölümünün prehistorya anabilim dalı emekli öğretim üyelerinden Güven Arsebük, hem bu literatürden, hem de uzak geçmişte benzer tekno-sosyal aşamada yaşamış insanlardan günümüze ulaşan kalıntılardan faydalanarak, milyonlarca yıl önceki atalarımızın gündelik yaşamlarını nasıl sürdürdüklerine dair düşünce ve varsayımlarını, son kitabı “Geçmişe Doğru Bir Bakış”ta bir araya getirmiş. Arsebük gündelik yaşamı, ekonomik yaşam biçimi, sosyal yaşam, lisan ve inanç dünyası gibi başlıklara ayırmış. Her bir başlık altında, insanın evrim sürecinde belli başlı aşamaları temsil eden Homo habilis, Homo erectus, Neandertal, Homo sapiens gibi türlerin, beslenme, iletişim, dünyayı anlamlandırma gibi sorunlara nasıl çareler ürettiklerini ya da üretmiş olabileceklerini tartışmış.
Uzak atalarımızın yaşam mücadelesinde ayakta kalma çabalarını okurken, insan ister istemez kendi dünyasıyla karşılaştırmalar yapıyor. Çok farklı kültürlere, gelenek-göreneklere, fiziksel özelliklere sahip olsak da neticede hepimiz doğanın sıradan bir üyesi ve insanız. Ve aslında ayrıntıları sildiğimiz zaman, ne milyonlarca yıl önce yaşamış uzak bir atamızdan ne de bizden binlerce kilometre uzakta yaşayan bir çağdaşımızdan farkımız yok.
– Geçmişe Doğru Bir Bakış, Fosil İnsanın Gündelik Yaşamından Bazı Kesitler, Güven Arsebük, Ege Yayınları, 2014, 60 s.