Profesyonel uğraşım dışında oldukça dağınık okuyan birisi olduğum söylenebilir. Demek istediğim, bir konuya yoğunlaşıp ardışık okumalar yapmaktansa, genellikle farklı alanlardan kitapları okurum. Bu çok mu doğru? Bilmiyorum, ama bana iyi geliyor.
Kitabı eleştirmek kolaydır da, tanıtmak zor. Eleştirirken tümüyle kendi kişisel bakış açınız merkezdeyken, tanıtırken başka bakış açılarını da göz önünde bulundurmanız gerekir. Yani nesnellik dozu bir miktar fazla olmalıdır. Tabii bu dediklerim sadece yazan için geçerli. Peki, okuyucunun durumu ne olacak? Okuyucu için en büyük zorluk yazanı tanımamasından kaynaklanır. Tanımak derken kim olduğunu bilmeyi değil, ama okuma alışkanlıklarını, tercihlerini ve zamanlamasını bilmeyi söylüyorum. Neden mi? Tekrar okumalarda aynı kitaptan farklı tatlar aldığım için.
Neyse, madem böyle bir yazı istendi, ben de o anda son okuduğum üç kitabı yazmaya karar verdim, en keyif aldıklarımı değil. Göreceğiniz gibi, sadece bilim kitaplarını değil, diğerlerini de yazdım. Çünkü bence bilimci de, bilim okuru da çoğul okuma yapmalı. Macar yazar Frigyes Karinthy’nin dediği gibi, “Bilimsiz sanat olmayacağı gibi, sanatsız bilim de olmaz.”
İki ay önce Bilim ve Gelecek dergisinde dosya konusu olan İnsanın Çeşitliliği: Irksal Farklılıklar mı Evrimsel Adaptasyonlar mı? bildiğim kadarıyla kitap boyutunda konuyu ele alan ilk Türkçe çalışma. Doç. Dr. Barış Özener, popüler bilim diliyle ırk sorununu geçmişten günümüze süren tartışmaların ışığında anlatıyor. Bu arada elbette ırkçılığa da çok ciddi darbeler indiriyor; ırkçı ideolojilerin tezlerinin bir bir çöktüğüne tanık oluyoruz: “Deri rengi beyaz ya da siyah gibi kategorik biçimde tanımlanamaz. Antropolojik gözlemler deri renginin dünya genelinde çok açıktan çok koyuya kadar dağılımında hiçbir boşluk olmaksızın çeşitlilik gösterdiğini ortaya koyar. Gerçekten de dağılım o kadar boşluksuzdur ki, renk çeşitliliğinin sınırlarını tespit etmek olanaksızdır. Bu nedenle açık renk tonlarına beyaz, koyu renk tonlarına siyah demek hatalıdır.”
Elbette iş sadece deri rengiyle sınırlı değil. Kafatası ölçümleri, beyin ağırlığı vs. gibi parametrelerin de nasıl ciddiyetle ele alındığını, ama ırkların üstünlüğünü kanıtlamaya geldiğinde kolaylıkla çöktüğünü, kör bir ideolojiyi savunabilmek için bilimi kullanmaya çalışanların çaresizliğini eğlenceli bir serüven gibi izliyoruz kitap boyunca. Ama en ilginci zekâ testleriyle ilgili olanı bence: Küçük gruplarda yapılan çalışmalarda, istediklerinin aksine beyazların algı ve tepki sürelerinin daha uzun çıkmasını beyazların daha fazla düşünmesiyle ve muhakeme etmesiyle, diğer ırklar gibi içgüdüsel davranmamasıyla açıklamaya çalışmaları.
Kitap sadece bunlardan ibaret değil elbette; Linne sınıflandırmasındaki hayal ürünü insan tipleri, fabrika dişi deyimi, tarım toplumuna geçişle birlikte insanların boylarının kısalması gibi ilgi çekici bilgilere de kitap içerisinde sık rastlanıyor. Birçoğunu biliyor olabilirsiniz, ama asla okuma dizgesi bozulmuyor.
***
Toplumcu gerçekçi şiir denildiğinde ilk akla gelen isimlerden birisi kuşkusuz Kemal Özer olur. Kızı Simge Özer Pınarbaşı’nın hazırladığı bir tür anı kitabı olan Kemal Özer İçin Anı Fotoğrafları, anılarla, Özer’in şiirleriyle, yaşamıyla, fotoğraflarıyla, kitaplarıyla ilgili değerlendirme yazılarıyla akıp gidiyor.
Kitap içerisinde en çok dikkatimi çeken nokta, Kemal Özer’in önceleri İkinci Yeni hareketi içerisinde tanımlanırken, 1970 sonrası şiirleriyle Toplumcu Gerçekçi alana geçişi. Kitabı sanatın nasıl toplumsallaştırılabileceğinin bir örneği olarak okuyabilirsiniz. Dilerseniz bu bilimin toplumsallaşması için de bir kılavuz olabilir. Abartmıyorum, bilim ve sanatın izlediği yol hiç de farklı değildir; aynı sorunlara faklı yönlerden yanıt ararlar, o kadar.
Kitaba dönersek, Kemal Özer’deki değişimin çok keskin olmadığını söyleyebiliriz. İlk dönem şiirlerinde de toplumsal duyarlılık olduğunu, sonrasında da biçimden ödün vermediğini söylemek zor olmasa gerek. Memet Fuat’ın söylediği gibi “sevdasıyla davasını içi içe işlemişti” veya Ülkü Tamer’in sözleriyle, “inançlarını savunurken kimileri gibi sloganlara sığınmadı, şiir yazdığını hiç unutmadı.”
Sanmıyorum ama, daha önce hiç Kemal Özer şiiri okumadıysanız bile, bu kitabı yine de okuyun derim. Hem üstte sıraladığım kaygılarla, hem de nasıl olsa bu kitaptan sonra şiir kitaplarından birini alacağınız için.
***
Üniversitenin en önemli özelliklerinden birisi tarihle olan bağlarıdır. Bilgiyi biriktirip saklama, araştırmaların sürekliliği, geleneklerin oturması açısından bu çok önemlidir. Zaten dünyada da “yeni ama iyi” üniversite bulunmaz.
Ege Üniversitesi Levanten Köşkleri, üniversite sınırları içerisinde kalan 10 köşkün bol fotoğrafla tanıtıldığı, amacının tarihle bağ kurma olduğunu düşündüğüm bir kitap, ama aynı zamanda insanda gidip buraları görme isteği uyandırıyor. Üniversitenin kendisinin bastığı bu kitabı merak ediyorsanız ya sahaflardan arayacaksınız ya da doğrudan üniversiteden isteyeceksiniz; çünkü satış amacıyla basılmamış.