Grachus kardeşlerin art arda gelen ayaklanmaları, Bergama’da Aristonikos ayaklanması, Sicilya köle ayaklanmaları ve ünlü Spartaküs isyanı Roma İmparatorluğu’nun köleciliğe dayanan düzenini derinden sarstı. Bu başkaldırıların hepsi yenilgiyle sonuçlandı ama geleceğe büyük bir miras bıraktı. Roma’yı sallayan ve devrimci bir hayaletin dolaşmasını sağlayan eşitlikçi hareketler, tarih içindeki serüvenine ara vermeden önce Ortadoğu’ya, ardından da kuzeye ve sonra daha doğuya doğru yönelerek, tarihsel misyonunu devam ettirdi.
MÖ 2. yüzyıldan itibaren yoğun bir değişim geçirmiş olan Roma İmparatorluğu, hem Doğu seferlerini tamamlamış hem de kuzey sınırlarını genişleterek güçlendirmişti. Dış politika eski önemini yitirmişti. İçte yoğun bir huzursuzluk ve siyasi hareketlilik söz konusuydu. Muazzam miktarda bir zenginliğin Roma’ya akmasına rağmen halk ve sıradan askerlerin durumunda yoğun bir kötüleşme görülüyordu. Ekilebilen arazilerin gittikçe çoraklaşması, yoğun köle emeğinin kullanılmasıyla ortaya çıkan işsizliğin daha da artması ve buna bağlı olarak eğlence kültürünün öne çıkarılması ve ahlaki çürüme, halk içinde alabildiğine karamsar bir havanın yayılmasına neden oluyordu.
Doğu’nun paha biçilmez zenginliklerine el koyan Romalı komutanlar, bu serveti ya eşit olmayan bir şekilde dağıtıyorlardı, ya da hiç dağıtmayarak işgal ettikleri bölgelerin tepesine yandaşlarını getiriyorlardı. Böylece yağma edilen servetin önemli bir kısmı küçük bir azınlığın tekelinde kalıyordu. Bu durum, asırlar boyu ölçülü ve disiplinli yapısıyla iftihar edilen Roma ordusunun da moralini bozmuş ve ordu içinde çürümelere neden olmuştu.
Ayrıca Roma İmparatorluğunun asli unsurlarından olan Etrüskler de servet paylaşımında dezavantajlı durumda olduklarını belirterek homurdanmaya başlamışlardı. Roma aristokrasisinin toplumsal sorunlara vereceği herhangi bir yanıtı yoktu. Aksine son yıllarda ekonomik açıdan güçlenmekte olan yeni zenginleri ve pleblerin sözcüsü olarak senatoda yer alan reformcu güçleri baskı ve denetim altında tutmaya çalışıyordu.
Tiberius Grachus ayaklanması
Roma devleti, MÖ 140-30 yılları arasında yaşanacak büyük bir toplumsal kargaşalığa hazırlıksız giriyordu. Devrim dönemi olarak da adlandırılan bu yıllar, Roma İmparatorluğu’nu, temel taşlarına kadar sarsacak bir önem taşıyordu.
Senato’da pleblerin temsilcisi tribün Tiberius Grachus, aynı zamanda etkili bir hümanist olan kayınpederinin de desteğini alarak, Roma’nın tarihinde görülmeyen yeni yöntemlerle siyaseti devrimcileştirmeye başlamıştı. Söz konusu adımların Gracchus’tan gelmesi bir tesadüf değildi, çünkü Tiberius Gracchus’un eğitimi iki koldan ilerici-devrimci bir geleneğe sahipti. Annesi Cornelia, erdemli Romalı kadının timsali olarak ünlenmiş olmasının yanı sıra, şöhretli aristokrat komutanlardan Scipo Africanus’un da kızıydı ve ayrıca sahip olduğu kültürel birikimiyle de büyük bir saygı görüyordu. Tiberius Gracchus eğitimini annesinden almıştı ve hem onun kültürel birikimini edinmişti hem de adalet ve doğruluğun her şeyin üstünde tutulduğu bir ailenin karakterini taşıyordu. Ayrıca Gracchus, Romalı aydınlar içinde saygın bir yeri olan Stoacı Blossius gibi bir eğitmen ve danışmana da sahipti. Bu yolla Gracchus hem Roma ve Hellen kültürüne, hem de iki uygarlığın siyasi deneyimlerini sahipti. İlerici fikirlerini bu sayede edinmişti.
Gracchus’un amacı asker-köylü birlikteliğine dayanan ideal devleti inşa etmekti. Bu amacını hiçbir zaman gizlemedi. Savaşlar nedeniyle ekilebilir arazilerin ve meraların sahipsiz kaldığına bizzat bir asker olarak tanık olmuştu. Köylünün günden güne sefalete sürüklenmesi ve kamu arazilerinin büyük toprak baronları tarafından pervasızca gasp edilmesi Gracchus’u öfkelendiriyordu. Ona göre yaşananların hiçbiri “Romalıların erdemine ve adaletine” uymuyordu. Roma’nın ele geçirdiği topraklarda kurulan kolonilerin tamamı, büyük çiftlik sahipleri ve eski komutanlar tarafından ele geçirilmişti.
Bu nedenle Gracchus, tasarladığı toprak reformunu hayata geçirebilmek için MÖ 134 yılında Senato’ya, halkın temsilcisi olarak aday olmuştu. Halktan büyük bir destek görerek coşkuyla seçildi. Seçilir seçilmez yaptığı ilk iş, toprak reformu hareketini başlatmak oldu. Bu yolla savaş yıllarında olağanüstü yoksullaşmış olan köylülüğün konumunu güçlendirmek niyetindeydi.
Gracchus topraksız köylülerin içinde bulundukları sefaleti Senato önünde yaptığı bir konuşmada şu sözlerle ifade etmişti:
“İtalya’da yaşayan her vahşi hayvanın yatacak ve kafasını sokacak bir ini var. Ancak İtalya için savaşan ve bu uğurda canını veren kahramanlar, soluduğumuz hava ve güneşten aldığımız ışıktan başka hiçbir şeye sahip değiller. Evsiz ve yurtsuz bir şekilde eşleri ve çocuklarıyla İtalya’nın bir yerinden bir başka yerine sürüklenip duruyorlar. Onların savaşırken, kutsal tapınakları, atalarının mezarlarını ve baba ocaklarını savunduklarını iddia eden komutanları açıktan yalan söylüyor ve onları aldatıyorlar.
“Çünkü bu savaşçı kahramanlardan hiçbiri savunabileceği bir kutsal toprağa ve baba ocağına sahip değil. Onlar başkalarının serveti ve debdebe içindeki hayatlarını savunmak için savaşa sürülüyorlar. Bunlara ‘dünyanın efendileri’ denmektedir, gerçekte onların kafalarını sokacak dört duvarları bile yoktur.”
Konuşmasını yaptıktan sonra da “herhangi bir komplo peşinde olmadığını, herhangi bir ayaklanma planlamadığını, ama yüzyıllardır uygulana gelen haksızlıklara ve adaletsizliklere artık bir son verilmesi ve her Romalının hakkı olan topraklara kavuşması gerektiğini belirterek, bundan böyle hayatını bu işe adayacağını ve bu yasaların hayata geçmesi için elinden gelen her şeyi yasal yoldan yapacağını” açıklamıştı. Senato öylesine sessizdi ki herkes şaşırıp kalmıştı. 27 yaşında henüz hayatının baharında bir genç, yüzyıllardır yerleşik hale gelmiş adaletsiz ve sömürü düzenine kafa tutuyordu.[1]
Gracchus’un konuşması İtalya’da muazzam bir etki yaratmıştı! Yılların birikmiş sorunlarının bir anda dile gelmesi, bütün İtalya’da dalgalanma yaratmış ve halkı ayağa kaldırmıştı. Gracchus’un konuşmasının en önemli bölümlerinden biri de onun bütün İtalyanları koruyan ve kollayan kısmıdır. Özellikle bu kısım, Romalı aristokratlar açısından görülmemiş bir şeydir. Çünkü İtalya’da Roma’nın dışındaki bölgelerde yaşayanlar Romalılara eşit değildir. Onlar Romalıların antlaşmalar yoluyla haklarını kazanmış “federal yoldaşlar”ıdır.
Bu arada şunu da belirtelim ki Gracchus tarihsel ve etkili bir konuşma yapmakla birlikte gene de, Roma İmparatorluğu’nu kapsayacak köklü bir devrimden yana olmadı. Esas olarak topraksız köylülerin ve savaştan yeni dönen işsiz güçsüz askerlerin durumlarında bir iyileştirme istiyordu. Bunun için önce toprakların büyük toprak baronlarının elinde toplanmasını engellemek gerekiyordu. Senato’ya sunduğu bir önergeyle büyük toprak baronlarının sahip olacakları arazilerin üst sınırını belirleyen eski bir yasanın yeniden hayata geçirilmesini sağladı.[2]
Ne var ki bu çaba bile senatörlerin ve aristokratların tepkisiyle karşılaşmıştı. Aristokratların kışkırtmasıyla harekete geçen ve Gracchus gibi Eş-Tribün olan Marcus Octavius da önerilen yasayı veto etti. Bunun üzerine Gracchus, Roma tarihinde görülmemiş bir yöntemle Eş-Tribünü bir halk oylamasıyla görevden aldırtmıştı. Pleblerin uzun ve zorlu mücadeleleri sayesinde kazanılan Tribün kurumu Roma yasalarına göre dokunulmazlık altındaydı. Aslında bu dokunulmazlık sayesinde halkın temsilcileri, aristokratların saldırılarından korunuyordu. Fakat Gracchus, devrimci bir yöntemle ilk kez bir Tribünün görevden alınmasını sağlayarak, yasalara devrimci bir içerik kazandırmıştı. Böylece yüz yıl sürecek olan bir süreçte hem siyasetin devrimcileşmesinin hem de halkın politize edilmesinin önü açılmıştı.
Gracchus Güney İtalya ve İspanya’ya yaptığı seyahatler sırasında verimli arazilerin toprak baronlarınca paylaşıldığını ve bu topraklarda toplumun omurgasını oluşturan köylülerin ve yoksulların değil, bunların yerine bedavaya getirilen kölelerin çalıştırıldığını ifade etmişti. Senato’ya art arda sunduğu yasalarla bu uygulamayı durdurmaya çalıştı. Yeni yasaya göre toprak sahipleri topraklarında belirli bir sayıda özgür işçi çalıştırmak zorundaydı. Bu yenilik baronlar için kârdan zarar etmek demekti. Ayrıca bir başka yasaya göre her aile babası, ancak 500 hektar toprağa sahip olabilirdi. Bunun dışında onlara iki oğul daha hesaplanarak bir 500 hektarlık arazi daha hak tanındı. Kalan fazla topraklar hemen kolonilerdeki topraksız köylülere dağıtılmak üzere kamuya iade edilmeliydi.
Arazileri yok pahasına kapatan baronlar için bu tedbir bir kabustu, çünkü çoğu bu arazilere büyük yatırımlar yapmışlardı. Bu yasayı tozlu raflara kaldırmayı uman Senato, uygulamayı denetlemek için bir komisyon belirlemiş ve başına da Gracchus’u getirmişti. Fakat gelişmeler Senato’nun umduğu gibi yürümüyordu. İşini ciddiyetle takip eden Gracchus, ardı ardına toprak baronlarını sorguya alıyordu. Bu yöntemle de Senato’nun yürütme haklarını elinden almıştı.
Halk içinde ise heyecan doruktaydı. Halk devrimcileşmiş ve geleceğine el koymak konusunda istekli görünüyordu. Büyük umutlar yeşermiş ve sokaklar coşkulu kalabalıklarla dolmuştu. Sokaktaki halkın devrimcileşmesiyle alarm zilleri de çalmaya başlamıştı. Senato ve aristokratlar bu gidişata bir son vermenin hesabını yapmaya başlamışlardı bile.
Amaçları Gracchus’u yeniden seçtirmeyerek işini bitirmekti. Tribünken ona dokunmak büyük bir risk taşıyordu. Bunun farkında olan Gracchus da bir adım daha ileri giderek yasaları devrimci açıdan yorumlamış ve yeni bir dönem için seçilmek üzere adaylığını açıklamıştı. Nasıl olsa halkın desteği arkasındaydı.
Fakat Senato halkın aktif siyasete katılımını bir olağanüstü durum addederek 133 yılında “olağanüstü hal” ilanına karar vermişti. Başlarında Senatör Scipio Nasica’nın bulunduğu bir grup çapulcu ve asker kalıntısı silahlanarak Gracchus’un Kapitol’de toplanan bir toplantısını basmışlardı. Hazırlıksız yakalanan Gracchus ve taraftarları kılıçtan geçirildiler. Gracchus ve baş öğretmeni Diophanes hemen orada öldürüldüler ve cesetleri de Tiber nehrine atıldı.
Diğer danışmanı Blossius ise mahkemeye çıkarıldı. Blossius mahkemede mükemmel bir konuşma yaparak kendisini savundu. Mahkeme onu serbest bırakmak zorunda kaldı. Roma’da daha fazla kalmayan Blossius’u tarih, bir kez daha, ama bu kez Bergama’daki ünlü Aristonikos ayaklanması sırasında yeniden karşımıza çıkaracaktı.[3] Reform hareketi bir süreliğine de olsa kesintiye uğramıştı.
Gaius Gracchus ayaklanması
Roma halkının İtalya’daki mücadelesi sona erecek gibi değildi. Aradan on yıl geçtikten sonra bu kez bir başka Gracchus, Tiberius’un küçük kardeşi siyaset sahnesine çıkacak ve reform hareketini devralacaktı. O da abisi gibi mükemmel bir eğitim almıştı. Gaius Gracchus’un en önemli özelliği, halkın yüreğine işleyen hitabet yeteneğiydi. Ünlü filozof ve hatip Cicero bile onun gelmiş geçmiş en iyi hatip olduğunu teslim etmiştir.[4]
Ayrıca abisinden önemli bir farkı daha vardı. Gaius tam bir politikacıydı. Baş çelişmeyi iyi tespit ederek bütün olanaklarını bu alana seferber ediyordu. Gaius’la birlikte siyasete dinamizm ve modern yöntemler de girmişti.
Gaius’un amacı kimsenin dokunmaya cesaret etmediği anayasa sorununa el atmaktı ve toplumu demokratikleştirmekti. Hem aristokratların imtiyazı olan konsül kurumuna her hür vatandaşın seçilmesini sağlamak hem de devletin özgür yurttaşlara bir asgari gelir olanağı sağlamasını yasalaştırmak istiyordu.
Gaius, bunun dışında bir başka sıkıntı yaratan tahıl sorununa da el atmıştı. Devletin düzenli olarak tahıl satın alarak siloları dolu tutmak, böylece tahıl fiyatlarıyla ilgili spekülasyonların önüne geçmek istiyordu. Ayrıca Roma halkının en büyük sıkıntılarından biri olan ulaşım ve yol güvenliği sorununa da el atmış; hem yollar inşa etmiş hem de halkın güvenlik içinde seyahat edebilmesi için kervansaraylar yaptırmıştı.
Senato’ya karşı arkasını sağlama almayı düşünen Gaius, bir adım daha atarak halk içindeki desteğini artırmayı düşünüyordu: yeni zenginlerin ve ilerici servet sahiplerinin siyasete daha aktif katılımını sağlamak için onların mahkeme jürilerinde görev almalarını sağlamıştı. Bu adımla senatörlerin bir imtiyazı olan bir başka kurum daha toplumun geniş kesimine açılmış oluyordu. Aslında Gaius’un amacı halktan kişilerden oluşan jüri üyelerine dayanarak işgal edilmiş topraklardaki yolsuzlukların üzerine gitmek ve böylece kaynakların daha geniş kesime dağıtılmasını sağlamaktı.
Bu adımlarla yetinmeyen Gaius farklı bir girişimle, amfi tiyatro ve arenalarda aristokratlara ait şeref tribünlerine halkın temsilcilerinin de oturmalarını sağlamak istiyordu.
Toplam olarak bakıldığında Gaius Gracchus kısa süre içinde yüzyıllardır ele alınmayan toplumsal sorunlara el atmış ve önemli başarılar da kazanmıştı. Tahıl fiyatlarının düşürülmesi, toprak kiralarının azaltılması, devlete ait hazine topraklarının topraksız köylülere dağıtılması, aristokratların imtiyazların kısıtlanması, yolsuzlukla suçlanan senatörleri halktan temsilcilerin yargılayabilmesi, orta düzey şövalyelerin konumunda iyileştirmelerin sağlanması gibi adımların hepsi birden Roma toplumu açısından bir devrim niteliği taşıyordu.[5]
Ayrıca Gracchus, asker ve şövalyelerin durumunda da düzeltmeler sağlayarak hem Roma ordusunun konumu güçlendirmiş ve böylece aristokratlarının etkisi zayıflatmış hem de toplumsal desteğini genişletmişti. Fakat Romalı aristokratlar açısından bu kadar devrim çok fazlaydı. Dolayısıyla karşı devrim de tepki vermekte gecikmedi.
Senato, tıpkı Tiberius Gracchus olayında olduğu gibi “Olağanüstü Hal Yasası”na dayanarak bir komplo girişimi başlattı. Bir tutuklamayla karşı karşıya kalan Gaius Gracchus ve yandaşları da buna bir ayaklanmayla karşılık verdiler. MÖ. 121 yılında Senato tarafından bozguna uğrayan Gaius Gracchus, düşmanın eline geçmemek için sadık dostu ve kölesi tarafından hançerlendi. Öfkesini alamayan aristokratlar onun cesedini de abisine yaptıkları gibi Tiber nehrine attılar. Bununla da yetinmeyen gericiler, bir sürek avı başlatarak yüzlerce devrimciyi katletmekle kalmadılar, Gracchus ailesi başta olmak üzere devrimci harekete katılan bütün Romalı yurttaşların evlerini yerle bir ettiler.[6]
Bergama’da Aristonikos ayaklanması
Roma’nın efendileri, ülke içindeki ayaklanma ve isyanları bastırmakta zorlanırken bir başka bölgede daha başları belaya girdi. Roma o güne kadar esas olarak ülke dışındaki yabancı ordularla çarpışmış, disiplinli ve modern ordusuyla bunun üstesinden gelmeyi hep bilmişti. Bu kez yoksulların ve kölelerin doğrudan katıldığı bir halk ayaklanmasıyla karşı karşıyaydı. Bergama, Roma için yeni bir kargaşalık odağı olmaya adaydı.
MÖ 132-129 yılları arasında baş gösteren Bergama ayaklanması her şeyin ötesinde Roma’ya yenilginin utancını da tattıracaktı.
Roma İmparatorluğu’nun ve saray aristokratlarının baskısı sonucunda ölmek üzere olan Bergama hükümdarı III. Attalos vasiyetnamesinde, Bergama’yı Roma’ya bıraktığını belirtiyordu. Roma İmparatorluğu bu sayede Bergama’nın ünlü altın madenlerine kavuşmayı umarken, Bergama aristokratları da ülkede gelişen ve tehlikeli bir hal alan kargaşalığa hakim olmayı amaçlıyorlardı.
Ne var ki Attalos’un ölümünü Roma’nın dışında bir başkası daha bekliyordu: Attalos’un üvey kardeşi ve 2. Eumenes’in bir köleden doğma gayrı meşru oğlu Aristonikos.
Aristonikos ayaklanması, Helen ve Roma dünyasında sıkça görülen bir saray darbesi değildi. Aristonikos, Bergama’nın yasal varisi olarak ortaya çıkmış, fakat ne aristokratlardan ne de ordudan destek görmüştü. Çünkü Roma, Bergama soylularını çoktan satın almıştı. O da o döneme dek hiç görülmemiş bir yola başvurarak kendisiyle birlikte savaşa katılacak olan kölelere özgürlüklerini vaat etmişti. Böylece köleleri yanına çekmekle kalmadı aynı zamanda krallığın bütün ezilenlerini yanına çekmeyi de başardı. Aslında Aristonikos’la birlikte hareket etmek kölelerin de işine geliyordu, çünkü Bergama’yla birlikte onlar da Roma’ya devredileceklerdi.[7]
Bir yüz yıldır Roma vatandaşları ve askerleri arasında görülen Doğu kökenli dini-ideolojik “salgın”, özellikle Roma İmparatorluğu’nun tahakkümü altındaki ülkelerin yurttaşlarını çoktan etkilemişti. Roma’nın pervasız ve acımasız sömürüsü çok sayıda müttefik ülkeyi Roma karşıtı kampa itmişti. İspanya, Kuzey Avrupa, Trakya ve Batı Anadolu toprakları sık sık ayaklanmalarla sarsılıyordu.
Roma’nın dayanılmaz tahakkümü öylesine ağırdı ki, birçok Doğulu kavim açısından “Altın Çağ” bu tahakkümden kurtulmakla özdeşleşmişti. Kayzer Agustus’la taçlanan Pax Romana’nın ne türden bir barış getirdiği yüz yıl öncesinden anlaşılmıştı. Roma’nın tanrısı Apollon Doğu’nun bereket ve eşitlik tanrısı Dynosios’a baskın gelmişti.
Roma artık iki alanda birden savaşmak zorundaydı. Hem içteki reformcu hareketlerle karşı karşıya kalmaktan dolayı evdeki huzur kaçmıştı, hem de “müttefiklerin” isyanıyla siyasi-ideolojik masumiyetini kaybetmişti.
Britannica isyanının lideri Calgacus, daha önceden, Pax Romana’nın ne olduğunu şu sözlerle ortaya koymuştu: “Dünyayı kasıp kavuran bu çapulculara karşı koyacak hiçbir ülke ve hatta deniz de kalmayınca bu kez de yeni düşman icat ediyorlar. Eğer ülke zenginse servetini çalıyorlar, eğer ülke servet yoksunuysa bu kez de onu yenerek şan ve şöhretlerini ilan ediyorlar. Onları ne şark ne de garp doyurabildi. Onlar hem serveti hem de yoksulluğu aynı anda arzuluyorlar. Çapul etmek ve öldürmenin adını da egemenlik olarak koydular. Eğer yaprağın bile kımıldamadığı bir çöl yaratmışlarsa da onun adına da barış diyorlar”.[8]
Ayaklanma ve isyanlar Roma’da karamsar bir hava yaratmıştı. Artık ortalıkta ahret günlerinin yaklaştığını haber veren kehanetler dolaşıyordu. Sanki Romalının uyum ve barış tanrıları Roma’ya sırtlarını dönmüşlerdi. “Altın Çağ” hikayelerinde yeniden bir canlanma görülüyordu. “Asya’dan bir hakanın geleceğine ve Roma’nın gününü akşam edeceğine” inanılıyordu. “Doğudan gelecek olan büyük hakan (rex magnus) zulme bir son verecek ve yoksullara yeniden eşitlik ve adaleti sunacaktı.”[9]
Bu ideolojik atmosferde başlayan Aristonikos ayaklanması hızla yüz binleri kucaklayarak diğer komşu ülkelere de sıçramıştı. Gün, özgürlük ve eşitlik için ayaklanma günüydü ve Aristonikos’un eşitlik ve özgürlük vaadi kraliyete ait maden ocakları ve atölyelerde çalışan köle, köylü ve zanaatkarlar arasında hızla yayılarak, yüz binlerce köleyle birlikte on binlerce yoksul köylü ve zanaatkarı da sarmıştı. Ayaklanmanın hızla yüz binleri kucaklaması sosyal ütopyaların ezilenler içinde yarattığı tabanın etkisini göstermesi bakımından da ilginçtir. Hatta Aristonikos toplum içinde o kadar etkili oldu ki ticaretin pürüzsüz devam edebilmesi için özel para bile bastırmıştı.[10]
Başkent Bergama ise köle ayaklanmalarını yatıştırabilmek için hemen karar almış ve kölelerin durumunda bir iyileştirmeye gitmişti.[11] Ayaklanmanın lideri Aristonikos ve yandaşlarına halk, “Heliopolit=Güneş Ülkesi Yurttaşı” adını takmıştı. Çünkü Aristonikos, kuracağı ülkenin adını “Heliopolis” olarak ilan etmişti. Anlaşılan Jambulos’un “Güneş Adaları” ütopyası, yani “Heliopolis” belleklerde hâlâ tazeydi.[12]
Aristonikos’un köle ve yoksulları yanına çekmek için hile yoluna saptığını iddia eden yazarlar yanılıyorlardı, çünkü onun en yakınındaki insan, dostu ve danışmanı, Gracchus kardeşlerden büyüğü Tiberius’un da en önemli danışmanlarından ve birinci reform hareketinin kanla bastırılması sırasında yakalanarak yargılanan ve sonradan serbest bırakılan Kymeli Blossius’tan başkası değildi.[13] Bir Stoa yandaşı olarak bilinen Blossius dönemin ünlü filozoflarından biriydi. Mahkemede parlak bir savunma yapması üzerine salıverilmiş ve sonra da Bergama’ya gelerek Aristonikos’la birleşmişti.[14] Hatta kimi tarihçilere göre eylem adamı Aristonikos’u ayaklanmaya siyasi kuramcı Blossius teşvik etmişti.[15]
Ayrıca bu ayaklanmanın Bergama’da olması tesadüf değildi. Bergama, Makedonya İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte MÖ. 2. yüzyılın ortalarından itibaren etki alanını tüm Ege bölgesine kadar genişletmekle kalmamış, aynı zamanda siyasi istikrar kazanmıştı. Bu süre içinde kültürel anlamda -heykelcilik, mimari ve bilimin her alanında- büyük bir gelişme göstermişti.[16]
Bergama sadece ünlü kütüphanesiyle değil, aynı zamanda felsefi tartışmaların yapıldığı akademileriyle de meşhurdu. Dönemin moda akımı olan ve “semanın altındaki insanların eşitliğini” savunan Stoacı filozofların uğrak yerlerinin başında Bergama ve Rodos geliyordu.[17]
Bir süredir Romalı saygın aileler çocuklarının eğitimlerini Doğu kökenli filozoflara ve eğitmenlere teslim ediyorlardı. Eğitmenlerin isimleri ne kadar meşhursa, Romalı aile de sosyeteden o kadar saygı görüyordu. Bir moda halini alan bu durum, aslında patlamaya hazır bir barut fıçısını andıran Roma üzerinde bir kıvılcım etkisi yapmıştı. Kral III. Attalos da istek üzerine sık sık Roma’ya filozof ve gramercilerini gönderiyordu.[18]
Aristonikos ayaklanması, hem Gracchus reform hareketinin başlattığı hareketli devrimci yıllara, hem de Sicilya’daki birinci büyük köle ayaklanmasına denk gelmişti. Sicilya ayaklanmasıyla Bergama ayaklanması arasında organik bir bağın varlığına dair herhangi bir bilgi bulunmuyor, ancak Gracchus hareketiyle Aristonikos ayaklanması arasında bir sempatinin ve görüşmenin olduğu kesin. En azından Blossius’un, söz konusu iki hareket arasında bir köprü rolü oynadığı gözüküyor.[19]
Yunanistan’ı ele geçirmiş olan Roma şimdi de gözünü Bergama’ya dikmişti. Bu yolla hem Anadolu’nun ele geçirilmesi kolaylaşacak, hem de Bergama’nın paha biçilmez kültür hazinesi ve altın yatakları yağma edilebilecekti. Bu bakımdan uzun süredir Roma’nın bir uydusu haline gelen Bergama’nın kralı III. Attalos’un -ki kayıtlar onun son yıllarda akıl sağlığının yerinde olmadığını belirtiyorlar- vasiyeti yoluyla Roma devletine bırakılması kaçırılmaz bir fırsattı. Halk ise baskıcı ve despot rejimden bıkmış durumdaydı. III. Attalos’un ölümü halk için de yeni fırsatlar doğurmuştu. Bu nedenle Aristonikos’un ayaklanma çağrısı bir anda yankı bulmuş ve Roma’ya karşı koyacak güçlü bir ordu kurulabilmişti.
Roma’nın şaşkınlığı karşısında hızla yayılan isyan, öyle bir hal aldı ki bütün bölge krallıklarında da önü alınamayan bir köle ayaklanmasına neden oldu. Daha 15 yıl önce Andrikos’un çağrısıyla Roma’nın baskılarına karşı bağımsızlık savaşı vermiş olan Makedon halkı yeniden Aristonikos’a destek vermek için ayaklanmıştı.[20]
Kapadokya’dan Pontus’a kadar uzanan bir hatta kralların tahtları sallanıyordu. Heliopolitlerin yaktığı özgürlük ateşi, yıllar sonra bile zar zor söndürülebildi.
Ardı ardına başarı kazanan Aristonikos’un isyancılar ordusu, MÖ 130 yılında Konsül Craccus Mucianus’un komutasındaki Roma ordusunu feci bir bozguna uğrattı. Konsülün kendisi de savaşta esir düştü, kafası kesilerek idam edildi.
Fakat birkaç yıl sonra Roma bütün bölgelerden çektiği birlikleriyle oluşturduğu devasa bir orduyla saldırıya geçti. Aristonikos Roma’nın bu azgın saldırısına karşı koyacak güçte değildi ve saldırı Bergamalılar açısından bir felaket oldu. Zulüm üstüne zulüm uygulayan Roma ordusu isyancıları teker teker kılıçtan geçirdi. İsyancıları sığınılan kentlerden alabilmek için içme sularına zehir bile katılmıştı.
Nitekim Aristonikos, 130 yılının sonunda büyük bir hezimet yaşadı. Bugün Manisa’nın kuzey ucunda, Kırkağaç-Gelenbe yolu üzerinde ve Kırkağaç’ın 10 km doğusunda bulunan Siledik Köyü’nün yerinde bulunan yüksek bir tepeye sığındıysa da yakalandı ve zincirlenerek Roma’ya götürüldü. Uzun süre Roma zindanlarında işkencelere uğrayan Aristonikos MÖ 129 yılında, Senato’nun kararıyla boğduruldu. Arkadaşı ve siyasi danışmanı Blossius ise canına kıyarak yaşamına son verdi.[21]
Sicilya köle ayaklanmaları
Roma’da hüküm süren “Cato Yasakları”nın en önemli özelliği, toplumun karşı karşıya bulunduğu tehlikenin boyutunu göstermesi ve Roma’nın “iyi vatandaşlarını dışarıdan gelen yıkıcı düşüncelerden korumayı” amaçlamasıydı. Bu yasalara dayanılarak MÖ 186 yılında zararlı düşünceler barındıran kitaplar yakılmış, Babil’in Güneş ve Yıldız tanrısı Malakbel’e inanan gezgin vaizler, kahinler, falcılar ve “bakıcılar” Roma dışına çıkarılmışlardı. Fakat bu yasakların amaçlanan etkiyi gösterdikleri söylenemez.
Özellikle köleler arasında hızla yayılan Küçük Asya, Suriye ve Ortadoğu kaynaklı din ve inançlar, Roma ile Doğu karşıtlığını alabildiğine şiddetlendirmişti. Özellikle Şarap Tanrısı Bacchus ve Bereket Tanrısı Kibele, uzun bir süredir İtalya’da Roma’nın tanrılarıyla rekabet içindeydi ve kazandığı mevzileri gösteren çok sayıda sunağa sahipti.
Doğu’nun dinsel motifleriyle bezenmiş yıkıcı düşünceler, Roma İmparatorluğu’nda köleleri etkilemekle kalmamış, aynı zamanda tacirler, çerçiler ve köle satıcıları arasında da kayda değer bir taraftar kitlesi yaratmıştı. Öyle ki MÖ 100’lü yıllarda Bereket Tanrısı Kibele ve Güneş Tanrısı Makabel, köleler arasında bir kral kadar etkiliydi.
Hatta Romalı tarihçiler, yeni bir binyıla girerken geleceği görmenin, astrolojinin ve falcılığın artık senatörleri ve aristokratları da etkisi altına alarak Roma’nın geleneksel ideolojik-dini otoritesini sarstığını belirtiyorlar. Öyle ki artık her savaştan önce kahine (orakel) danışmak bir gelenek haline gelmişti. Bu ideolojik iklimde kadercilik, Roma’da alabildiğine yaygınlık kazanmıştı. Doğal olarak bu durumu kendi lehlerine kullanan Roma karşıtı kavimler de, ayaklanmalarına ve direnişlerine dini-inanç kökenli motifler yüklüyorlardı.[22]
Roma halkının dilinde kimi zaman Roma karşıtı kahramanların efsaneleri dolaşırdı. Halk onlara haksızlığa ve zulme karşı mücadele eden gökten inmiş tanrılar olarak tapardı. Hatta son dönemlerde ordunun moralini bozan ve kendine olan güvenini sarsan askeri başarısızlıkların nedenleri de bunlarla gerekçelendirilirdi. Roma tarihçileri, MÖ 134 yılında İspanya’daki ayaklanmayı bastırmakta zorlanan Roma ordusu içinde kuvvetli bir Khaldea etkisinin görüldüğünden, askerler içinde falcılığın ve gizemli kurban adama adetlerinin yaygınlaştığından söz ederler.
İtalya’nın tahıl ve sulu otlak bölgesi olarak da bilinen Sicilya’da otuz yıl arayla iki kez ayaklanan köleler, toplumsal sistemde büyük bir değişikliğe neden olmamakla birlikte, ülkenin otoriter yapısında gedikler açtılar, Roma’nın kendine olan güvenini bütünüyle sarstılar.
Kölecilik döneminin özellikleri
Köken itibariyle Afrika ve Asya’da başlayan kölecilik, insanlığın uygarlık dönemine geçişinin simgesiydi. Kölecilik, savaş esirlerinin öldürülmesi yerine onların hayatlarına karşılık çalıştırılmaları nedeniyle insanlık tarihinde ilerici bir adımdı. Ne var ki meta üretiminin hızlanması ve yoğunlaşmasıyla birlikte önce Yunanistan’da sonra da Roma’nın yükselişiyle olağanüstü bir gelişme kaydetti ve üretimdeki yaygın işlevi nedeniyle de tarihsel bir anlam kazandı. Kölecilik, bir kurum olarak Roma’yla birlikte doruğuna ulaştı ve bütün Akdeniz havzasına yayılarak, üretim sürecinde önemli bir rol oynadı. Maden işletmelerinde ve toprağın işlenmesinde değerlendirilen kölecilik, dolaylı olarak siyaset ve felsefede de bir sıçrayışa neden olmuştu. Çünkü kölelikle birlikte işbölümü hızlanmış ve böylece kafa ile kol emeğinin kesin ayrışması sağlanabilmişti. Bunun sonucu ise, ayrıcalıklı bir sınıf ve kesimin doğmasıydı.
Platon’la birlikte yükselen idealist-nesnel felsefe, el emeğini aşağılayarak hem köleci dönemin ideolojik gerekçesini yaratmış, hem de felsefi anlamda tarihsel işbölümünü kalıcı hale getirmişti. Bu, düşüncede devrimdi, yani soyutlama yeteneğinde bir sıçramaydı.
Platon ve daha sonra Aristoteles ve ardından da Romalı hatip Cicero, ideolojik açıdan köleciliği gerekçelendirerek, hem dönemin hakim üretim tarzı olan köleciliği siyasi olarak akladılar, hem de felsefede soyutlamayı teşvik ederek, idealizmi kalıcı hale getirdiler. Antikçağ’da devrimci bir rol oynayan söz konusu idealist akım, ne var ki ancak Yeniçağ’la birlikte kısmen materyalistlerce, esas olarak da Marx tarafından aşılabildi.
Köleciliğin kökeni
Kölecilik esas olarak iç ve dış olmak üzere iki kaynaktan besleniyordu. Askeri demokrasiyle yönetilen kavimler, dışta yağma, içte ise üretim sürecinin hızlanması ve ticaretin ortaya çıkmasıyla birlikte palazlanmaya başlamışlardı. Bunun doğal sonucu tapınak rahiplerinin-kahinlerin, yöneticilerin ve ordu komutanlarının imtiyazlı hale gelerek toprakları ve zenginlikleri ele geçirmesi oldu. Çeşitli nedenlerle (ölüm, borçlanma, askerlik nedeniyle toprağı işleyememe) toprakları ellerinden alınan ve borçlandırılan yurttaşlar, borçlarına karşılık önce kendi emeklerini sunuyorlar (angarya) ya da çocuklarını kölecilere satıyorlardı. Kölecilikte öncelikle bu yöntem kullanıldı. Ancak çok yaygın değildi. Bu nedenle hakim üretim tarzı olamadı. Kentleşme düzeyi ve üretim ilişkileri bunu zorunlu da kılmıyordu. Bu nedenle sınıf mücadelesi bu dönemde kölelerle köle sahipleri arasında değil, topraklarını kaybeden köylülerle, kamu topraklarını yağmalayarak palazlanan aristokratlar arasında cereyan ediyordu.
İkinci önemli kaynak ise fetihlerdi. Kölecilik önce Mezopotamya ve Mısır’da başladı ve ardından da Akdeniz ve Ortadoğu uygarlıklarında kalıcı hale geldi. Bu mirası Mısır ve Ortadoğu’dan devralan Helenler ise köleciliği kısmen geliştirerek, üretim sürecinde daha sık kullanır hale gelmişlerdi. Fakat Romalılar köleciliği, dönemin üretim faaliyetinin esas unsuru haline getirerek, tarihsel bir misyon yüklediler ve kalıcı hale getirdiler. Yalnız kurum olarak değil, aynı zamanda felsefi ve siyasi gerekçeleriyle de birlikte. Fetihlerle yaratılan köleciliği belirleyen esas özellikse kuşkusuz, hızla artan şehirleşme ve buna bağlı olarak gelişen ticaret ve tarımsal üretimdir. Şehirleşme nedeniyle tarımsal üretimden kopan yüz binlerin doyurulma zorunluluğu ancak kalıcı ve yaygın bir tarım üretimiyle giderilebilmiştir. Bu ise o dönemde ancak yaygın bir köle emeğini devreye sokarak gerçekleştirilebilirdi.
Roma İmparatorluğu, MÖ 4. yüzyıldan sonra Güney İtalya’dan başlamak üzere bütün komşu kavimleri fetihler yoluyla kendisine bağlamıştı. Bunun ifadesi de Roma’nın sömürdüğü, vergiye bağladığı ve tahakkümü altında tuttuğu “müttefik yoldaşlar”dı. MÖ 1. yüzyıldan itibaren başvurulan fetihlerse bir anlamda diğer halkları köleleştirmek amacıyla yapılmıştır. Olayın çapı, Romalıların ünlü komutan ve devlet adamı Sezar’ın 20 yıl içinde toplam bir milyon insanı köleleştirdiği bilinirse, anlaşılabilir.
Kısacası kölecilik, bir kurum olarak Roma İmparatorluğu’yla birlikte doruğuna ulaştı. Ardından da köylülerin köleleştirilmesi olan birinci dönem esas olarak kapandı ve bunun yerini ikinci dönem, yani yabancı halkların köleleştirilmesi uygulaması aldı. Kısacası birinci dönem kapanırken, aynı zamanda yerli köylülerle yabancı uyruklu köleler arasındaki çelişme de derinleşmiş oldu. Bu nedenle Roma İmparatorluğu’nun temelini sarsan ünlü köle ayaklanmaları, yerleşik köylülerle birleşemedi ve daha başından itibaren başarısızlığa mahkum oldu.
Kölelerin toplumsal işlevi
İlk başlarda evlerde ve bürokraside değerlendirilen köle emeği, yeni üretim sürecinde hızla artmış, önce tarım ve madenciliğin gelişmesiyle, sonra şehirleşmenin hız kazanmasıyla toplumsal bir karakter kazanmıştı. Romalıların gelişme ve yükselme dönemlerinde köle emeği, önce çiftliklerde ve arazilerde değerlendirilmiş, ardından yaşamın çeşitlenmesiyle birlikte maden ocaklarında, atölyelerde, ev hizmetlerinde, eğitim ve öğretimde, bürokraside ve nitekim son yıllarda gladyatör dövüşlerinde değerlendirilmişlerdi.
Kölecilikle Akdeniz havzası da canlanmış, bu sayede bölgede önemli köle pazarları oluşmuştu. Köle pazarlarının en önemlileri Kıbrıs, Atina, Chios, Efesus ve Delos adasında olanlardı. Köleler yetenek, bedensel gelişim ve yaşlarına göre fiyatlandırılıyorlardı. Fetih savaşlarının en kârlı kısmı kuşkusuz, esir alınan kölelerin sayı ve niteliğiydi. Çünkü yağmada elde edilen ganimet çoğu kez devlet kasasına aktarılırdı. Köleler ise “gümüşe çevrilerek” komutan ve askerlerin ceplerini şişirirdi. Bu nedenle son yüzyıllarda yapılan fetih savaşlarının en önemli itici gücünü esir köleler oluşturuyordu.
Köle ayaklanmalarının sık sık Sicilya’da baş göstermesinin nedeni tamamen bölgenin yapısından kaynaklanıyordu. Birincisi Sicilya, İtalya’dan Akdeniz’e açılan koridorun çıkışını oluşturuyordu, yani bir yönüyle ticaret kapısıydı. İkincisi, Sicilya, İtalya’nın önemli tahıl ambarlarının başında geliyordu. Üçüncüsü, hem şarabı ve üzümüyle hem de zeytin ağaçlarıyla meşhurdu. Dördüncüsü, Romalıların son yıllarda hız kazanan yapılaşma faaliyetlerinin kaynağını oluşturan mermer yataklarına sahipti. Helen döneminde kurulan kolonilerin keşfettikleri ilk ürünlerin başında Siraküza’nın mermer ocakları geliyordu.
Kısacası Sicilya, coğrafi-ekonomik yapısı nedeniyle köle yatağı haline gelmişti. Gene bu nedenle, MÖ 5. yüzyıldan itibaren köle ayaklanmalarının merkezi haline gelmişti. Önceki ayaklanmalar küçük çaplı ve kısmi alanlar içinde sıkışıp kalmışken, MÖ 136 yılından itibaren ortaya çıkan köle ayaklanmaları büyüyerek genişlemişlerdi.
Tarihte önemli bir etkisi bulunan Eunus ve Spartaküs’ün önderlik ettiği köle ayaklanmalarının hızla yayılmasının en önemli nedenlerinden biri, son yıllarda Sicilya’daki çiftliklerde ve maden ocaklarında aynı bölgeden gelmiş olan (Trakya ve Ortadoğu kökenli) kölelerin çalıştırılmış olmasıdır.[23]
Birinci Sicilya ayaklanması
Ayaklanmaların ilki MÖ 136 yılında başladı ve dört yıl sürdü. Tarihsel kaynaklara göre önce 400 kişi kendi aralarında birleşmiş ve “Tanrıdan” ayaklanma için icazet istemişlerdi. Tanrı ise elçisi (Eunus) aracılığıyla ayaklanmaya cevaz vermişti. Henna şehrinde büyük bir toprak sahibinin evinde falcılık yapan Eunus, Sicilya’daki çiftlik ve madenlerde çalıştırılan köleleri ayaklandırarak, kısa bir süre içinde 40 bin köleyi saflarına kazanmıştı.
Ayaklanma hızla yayılarak bütün bölgeyi etkisi altına almıştı. Eunus ayaklanmanın lideri ve dinsel simgesiydi. Kimdi bu Eunus? Suriye kökenli bir kahin olan Eunus, ayaklanma için tanrı Atargatis’den icazet aldığını ve kendisinin de onun bir aracısı olduğunu ilan ediyordu.[24]
Tarihçiler Eunus’un (merhametli demek), ayaklanmadan önce falcılık yaptığını, kehanette bulunduğunu, bu özelliklerinden dolayı aristokratların gözdesi olduğunu, herkesin fal baktırmak için ona başvurduğunu belirtiyorlar. Hatta kehanetlerinden birinde kendisinin bir ayaklanmayla Roma’yı yıkacağını ve yerine kendi krallığını ilan edeceğini bile söylediğini belirtiyorlar. Yardımcısı ise Kilikyalı köle Kleon’du.
Merkezi Henna kenti olan ayaklanmaya Yunanistan ve Orta İtalya’dan da katılımlar olmuştu. Dirayetli ve örgütçü bir yeteneğe sahip olduğu belirtilen Eunus, karizmatik kişiliğiyle insanları peşinden sürüklemişti. Kurtarılmış bölgede krallık kuran Eunus’un önemli kararları açık hava toplantılarında aldığı belirtiliyor. Bu arada köleleri hitabetiyle coşturan Eunus, üzerlerine sürülen Roma ordusunu, ardı ardına iki kez bozguna uğratmıştı.
Büyük toprak sahiplerini ve köle tüccarlarını hedef alan köleler, yoksullara ve küçük toprak sahiplerine saldırmamaya özen gösteriyorlardı. Köle ayaklanmasını fırsat bilen köylüler de toprak taleplerini duvarlara, sütun ve mezar anıtlarına yazılar yazarak duyuruyorlardı. Bir zamanlar Tiberius Gracchus da Roma’daki reform hareketinin gerekçelerini açıklarken “köylülerin, köle işgücünün yoğun olarak değerlendirilmesiyle kenara itildiklerini ve böylece hem köylülerin sefalete sürüldüklerini hem de kölelerin ayaklandıklarında tehlikeli bir durum yaratacaklarını” belirtmişti. Gelişmeler tam da onun dediği gibi bir hal almıştı.
Roma’nın efendilerine kök söktüren köleler, öyle etkili oldular ki, Makedonya, Ege Bölgesi, Delos adası ve Yunanistan’daki Laurion maden ocaklarında çalışan kölelere de ilham verdileri. Her yer köle ayaklanmalarıyla çalkalanıyordu. Sicilya’nın coğrafi yapısı nedeniyle ayaklanma haberi hızla bütün bölgeye yayılmış ve dönemin bir numaralı olayı haline gelmişti. Ne var ki köle ayaklanması, dört yıl aradan sonra MÖ 132 yılında Konsül Rupilius tarafından kesin bir yenilgiye uğratıldı.
İkinci Sicilya ayaklanması
İkinci büyük ayaklanma ise hemen o yüzyılın başında gerçekleşmişti. MÖ 104 yılında, Triokalı köleler arasında baş gösteren ayaklanmaya bu kez Salvius önderlik ediyordu. Birinci ayaklanmada olduğu gibi Salvius da bir kahindi. Yardımcısı Athenion da Babil inanç ve mitolojisine inanıyordu. O da birinci ayaklanmada görüldüğü gibi kendisini kral ilan etmişti. Bu ayaklanma da Orta İtalya ve Yunanistan kölelerinden büyük destek görmüştü.
Otuz yıl aradan sonra aynı şekilde ikinci bir ayaklanmanın baş göstermesi, kölelik düzeninin kronik sorunlarına işaret ediyordu. Köleci düzen, Roma’nın özgür halkını üretimden kopararak işlevsizleştirmekle kalmamış aynı zamanda yozlaştırmıştı da. Bu ise toplumsal çürümeyi derinleştirerek toplumsal durağanlaşmaya neden oluyordu.
Köle ayaklanmalarının başarısızlığının en önemli nedeni bunların spontane hareketler olması ve kölelere soyut bir özgürlük vaat edilmiş olmasıydı. Daha doğrusu bu hareketlerin başarısızlığının temel nedeni, üretim faaliyeti içindeki yerli halkla bağ kuramamalarında ve içinde yaşadıkları toplumsal düzene ilişkin herhangi bir programa sahip olmamalarında yatıyor.
Aynı döneme denk gelen üç önemli ayaklanma da (Bergama ve Sicilya) göstermiştir ki Roma İmparatorluğu, köleci üretim ilişkilerine dayanan sosyal yapısıyla derin bir krizin içinde bulunuyordu. Bu ayaklanmalar bastırılmış olmakla birlikte 50 yıl sonra gelecek olan dördüncü büyük ayaklanma, Roma’nın yıldızının giderek söndüğünün kesin kanıtı oldu.
Spartaküs ayaklanması
Uzun bir süredir hem İtalya’daki iç çatışmalar, hem de Roma ile diğer halklar arasında süren savaşlar, öncelikli olarak ideolojik alanda veriliyordu. Kahinlik ve fal bakıcılığı o derece yaygın hale gelmişti ki savaşın her iki tarafı da, neredeyse savaşın geleceğini falcıların ve kahinlerin iradesine terk etmişlerdi. Savaş önce ideolojik cephede kazanılıyordu, bir yönüyle sonucu da “savaşların yıldızları” belirliyordu.
Roma tarihine ait belgeler ve özellikle de MÖ son yüz yıl ve sonraki döneme ait tanık ifadeleri ve devlet kayıtları, yıldız falına ilişkin açıklamalar ve “doğa üstü göstergelerin” anlamlandırılmasıyla dolu. İşaretleri anlamlandırma ve “kahine” danışma geleneği öyle bir hal almıştı ki kahine başvurmadan savaş ilan etmek imkansız hale gelmişti. Senato bu kayıtları düzenli olarak tutarak, bir türlü “kehanet yıllıkları” fihristi oluşturmuştu.
Fakat ne hikmetse Spartaküs ayaklanmasının yaşandığı MÖ 70’li yıllara ait kayıtlar ortadan kaybolmuştu.[25]
Eski çağın en sarsıcı ve dolayısıyla günümüzde de en çok bilinen köle ayaklanması kuşkusuz Spartaküs ayaklanmasıdır. Bu nedenle söz konusu ayaklanma hakkında önemli kayıtlar ve tanıklıklar vardır ve çok sayıda incelemenin konusu olmuştur. MÖ 74-71 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nu temelden sarsan ayaklanmanın efsanevi liderinin Trakyalı aristokrat bir aileden gelen bir gladyatör olduğu belirtilmektedir.
İtalya’nın tüm kölelerini peşinden sürükleyen ve onların umut ışığı olan Spartaküs, ayaklanmadan sonra da tarihin en çok bilinen ismi olmuştu. İsim ve konu öylesine popülerdir ki Antikçağ’dan sonra da eli kalem tutan herkes bir şekilde ona ait bir inceleme yayımlamıştır. Halk arasında ise bir efsanedir ve Prometheus’la bir tutulmuştur. Spartaküs ölümünden sonra da etkisini sürdürdü ve devrimci hareketlerin ilham kaynağı olmaya devam etti.
Kimdi Spartaküs? Antikçağ’a ait tarihsel olayların büyük bir kısmı söylenceler ve mitolojiler aracılığıyla yayılmaktaydı. Mitolojilerin kahramanları ise ya tanrılar ya da tanrı katına yükselmiş yarı insan-tanrılardı. Bunu biz Promete’nin ateşi çalmasından, Anteus’un toprak anadan aldığı güçten, Aşil’in en zayıf noktası olan topuğundan, Herkül’ün her şeye meydan okuyan gücünden ve diğer savaş ve aşk tanrılarının kerametlerinden biliyoruz.
Spartaküs’ün kökenine ilişkin araştırmalar bizi mitolojiye kadar götürüyor. “Spartalılar”ın ortaya çıkışını anlatan söylenceye göre Kadmos[26], tanrı Ares’e adanmış bir kaynağın yakınlarında, sonradan Theben olarak adlandırılan Kadmaia adında bir yerleşim yeri inşa etmiş. Ne var ki Kadmaialıların çocukları, kaynağı koruyan ejderha tarafından yenirlermiş. Bunun üzerine Kadmos ejderhayı öldürmüş ve dişlerini de Tanrıça Atena’nın isteği üzerine toprağa ekmiş. Bu dişlerden de korkusuz savaşçılar olarak bilinen güçlü kuvetli Spartalılar gövermiş.[27] Spartalı, Yunancada ekilmiş demektir. Sonradan Kadmos’a karşı mücadele eden Spartalılar ise, onu en sonunda bölgeden atmayı başarmışlar.
Fakat bazı tarihçilerse Trakya’da bir Spartolos veya Spartakos kentinin var olduğunu belirtmektedirler. Ancak en eski kayıtlara göre Spartikos adında biri Milet’te yurttaşlık belgesi almış. Kısacası Spartaküs adının, coğrafyayla ilişkilendirilen bir geçmişi bulunuyor.
Trakyalı olarak da anılan Spartalılar, MÖ. 8. yüzyıldan itibaren bütün bölgede etkili oldukları gibi Kırım yakınlarında da koloniler kurmuşlar.[28] Hem mitolojik söylenceler, hem de tarihsel kayıtlar, Spartaküs’ün Trakya’dan geldiğini ve savaşçı bir halkın üst düzey bir komutanı olduğunu ileri sürüyorlar. Roma İmparatorluğu’nun fetih girişimlerine başarıyla karşı koyan Trakyalılar, MÖ 140’lı yıllarda önce bağımlı hale gelmişler, sonraki yıllarda bağımsızlıklarını tümüyle kaybederek esir düşmüşler. Tarihçi Appian da Spartaküs’ün MÖ 80’li yıllarda esir düştüğünü belirtiyor.
MÖ 70’li yıllar, Roma İmparatorluğu’nun bütün cephelerde birden savaştığı yıllardı. Pontus kralı Mithridates’in teşvikiyle ayaklanan Trakyalı, Egeli ve Kuzey Avrupalı halklarla İspanyollar aynı anda Roma İmparatorluğu’na karşı başkaldırdılar ve Roma ordusunun üç cephede birden savaşmasına neden oldular. Yunanistan’ı dize getirmiş olmakla birlikte Roma, uzun bir süre kahramanca savaşan Trakyalılarla uğraşmak zorunda kalmıştı. Spartaküs’ün de bu “bağımsızlık savaşı”nda esir düştüğü tahmin ediliyor. Üstün bir zekâya sahip olan ve savaşçı özellikleriyle dikkat çeken Spartaküs’ün, Capua’daki gladyatör okuluna satılarak orada gelişmiş bir dövüş eğitimi aldığı biliniyor.
Ayaklanmanın nedenleri
Roma’nın birkaç cephede birden savaş içinde bulunmasını fırsat bilen Spartaküs, Capua’daki gladyatör okulunu ele geçirerek MÖ 74 yılında isyan ateşini yakmıştı. 70 civarında gladyatörü de yanına alarak Vesuv Dağına sığınan efsanevi lider, kısa süre içinde on binlerce kişiden oluşan bir ordu yaratmıştı.
Ayaklanın nedenlerine ilişkin elle tutulur somut bir kayıt bulunmuyor. Ancak Roma İmparatorluğu’nun her tarafında birden savaşın patlak vermesi, ülkede açlık ve sefaletin had safhaya varmasına neden olmuştu. Hem “tahıl ambarı” olarak bilinen Sicilya’daki darboğaz hem de ülkenin diğer bölgelerindeki tahıl depolarının Senato kararıyla denetim altına alınması, halka dağıtılan tahıl miktarında olağanüstü bir düşüşe neden olmuştu. Bu kıtlık en çok köleler tarafından hissediliyordu. Her ne kadar gladyatör dövüşçüleri diğer kölelerden faklı bir muameleye tabi tutulsalar da, sonuçta onlar da bu kıtlığı hissetmişlerdi.
Vesuv’a sığınan Spartaküs, önceleri Roma tarafından pek ciddiye alınmamıştı. O da bu süreyi dinlenmek ve plan yapmak için değerlendirmişti. Bu arada ülkede baş gösteren bir başka köle ayaklanmasının liderleriyle görüşmeler yapan Spartaküs onları saflarına kazanmayı bilmişti. İlkbaharın başlamasıyla birlikte çevre illere saldırı düzenleyen köle ordusu, saflarına hızla yeni köleler ve lumpenleşmiş yerli köylüleri katarak büyümüştü.
En sonunda bir silah deposunu ele geçiren Spartaküs, artık açıktan savaşın başlaması gerektiğine karar verdi. Ardı ardına zayiat veren Roma birlikleri, köle ordusunun güçlenmesini ve bütün Güney ve Orta İtalya’yı etkisi altına almasını engelleyememişti. Hatta deneyimli komutan Clodius’un kıskaca alma girişimini de başarısızlığa uğratan Spartaküs, arkadan dolanarak Roma ordusunu bozguna uğratmıştı. Gün geçtikçe güçlenen ve ünlenen Spartaküs’e her yerden akın akın köleler ve çok sayıda olmasa da yoksul köylüler geliyordu. Hatta tarihçi Appian Roma birliklerinden de saf değiştirenlerin olduğunu belirtiyor.[29]
Ayaklanmanın seyri
Ayaklanmanın ardından bir yıl geçmesine rağmen ardı ardına Roma’nın askeri mevzilerini ele geçiren Spartaküs, artık yüz binlerin umut ışığı olmuştu.
Gladyatörlerin yönettiği savaşların, daha doğrusu Spartaküs’ün yönettiği ayaklanmanın diğer ayaklanmalardan daha sert ve çetin ilerlemesinin esas nedeni, bunların diğer köleler kadar düzene bağlanmamış olmalarıdır. Çünkü gladyatörlerin diğer kölelere oranla kaybedecekleri hiçbir şeyleri yoktu. Bir gladyatörün hayatı önünde sonunda dövüş arenasında bitmektedir. Bu bakımdan Spartaküs isyanı, Roma’nın o güne kadar gördüğü en dehşetli ayaklanmalardan biri olmuştu.
Bu ayaklanmanın diğer ayaklanmalardan iki önemli farklığı hemen dikkat çekiyor: Birincisi ayaklanma, Spartaküs’ün komutasında bir askeri taktik savaşına dönüşmüştü. Onun komutasında köleler üst üste başarılar kazandılar ve önemli bir hata yapmadılar.
İkincisi ise Spartaküs ellerine geçirdikleri ganimetleri eşit bir şekilde paylaşmayı ilke edinmişti. Buna benzer bir uygulama ne Roma ordusunda ne de daha önceki ayaklanmalarda görülmüştü. Çünkü Romalı komutanlar ganimetin büyük bir kısmını kendileri için alıkoyar, diğer kısmını ise eşit olmayan bir şekilde alt komutanlara ve piyadelere dağıtırlardı.[30]
Ayrıca Spartaküs, ayaklanma düzeni içinde yeni bir kural daha getirmişti; halk içindeki desteklerini artırabilmek için yağmayı kesinlikle yasaklamıştı. Bununla da kalmamış cephe gerisini sağlama almak için küçük birimlerde çalışan kölelere işlerini bırakmamalarını öğütlemişti. Böylece ordusunun ihtiyacını buralardan temin edebiliyordu.[31]
Öte yandan kölelerin altın, gümüş gibi pahalı ganimetlere sahip olmaları da kesinlikle yasaklanmıştı. Bu türden ganimetler satılarak, ordunun giderleri karşılanıyordu. Bu da eşitlikçi düşüncelerin köleler arasında ne kadar yaygın olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. En azından köleler, söylenceler yoluyla Jambulos’un Güneş Adası eserinden veya Bergama’daki “Güneş Ülkesi” ayaklanmasından haberdardılar.[32]
Spartaküs’ün askeri yeteneği
Spartaküs ayaklanmasını diğerlerinden ayıran bir başka önemli özellik, başından itibaren planlı bir ayaklanma olmasıdır. Ayaklanmanın her aşaması örgütlüdür. Marx’ın ifadesiyle, söz konusu ayaklanmanın en önemli ayrıcalığı, Spartaküs gibi yetenekli bir “general” tarafından yönetilmesidir.
Ayaklanmanın birinci yılının sonuna doğru önemli başarılar kazanan ve dinlenmeye çekilen kölelerin askeri eğitimine de önem veren Spartaküs, onları gelecek savaşlar için eğitimden geçirmekle kalmadı, aynı zamanda ileriki yıllarda değerlendirebileceği sağlam bir yönetim kadrosu da oluşturdu.
Bu arada isyana katılmak isteyenlerin çoğalması üzerine Spartaküs yeterli derecede levazıma sahip olabilmek için kölelerin bir kısmına lojistik destek amacıyla tarlalarda, çiftliklerde ve atölyelerde çalışmalarını emretmişti. Ayrıca katılım konusunda da seçici davranmış ve her isteyeni saflarına almayarak, küçük ama vurucu bir kuvvet yaratmıştı.
Bu sayede hem disiplinli bir ordu yaratmış hem de çok sayıda silah, araç-gereç temin edebilmişti. Birinci muharebede Clodius tarafından yönetilen Romalı birliklerin bozguna uğratılmasının ardından Spartaküs, ordusuna hareket kabiliyeti sağlayabilmek için süvari birlikleri kurulmasını emretmişti. Piyadeleri ise ağır ve hafif olmak üzere ikiye ayırmıştı. Ordunun silah ihtiyacını karşılamak için düzenli çalışan demirci atölyeleri inşa ettirerek kılıç, mızrak, kalkan ve zırh üretimini sürekli hale getirmişti.[33]
Halkla diyalogun düzgün yürümesi için de tedbirler almıştı. Dönemin tarihçileri Spartaküs’ün halktan aldığı malzemenin ücretini ödediğini ve askerlerin halka zarar vermesi durumunda cezalandırıldıklarını saptıyorlar.[34]
İsyan ordusunda bölünme
Spartaküs’ün ilk yıl kazandığı büyük başarılar, Güney İtalya’nın diğer bölgelerinde de köle isyanlarına neden olmuştu. Özellikle Germen kökenli kölelerin ayaklanmasıyla bütün Güney İtalya, Roma’nın denetiminden çıkmıştı. Roma Senatosu’nun beklentisi, bu iki asi kuvvetin buluşma anında birbiriyle savaşması yönündeydi. Ne var ki Roma’nın beklentisi boşa çıkarılmıştı. Germenleri yöneten Krixus (Crixus), Spartaküs’ün emrine girerek, komutan yardımcısı olmayı kabul etmişti.
Fakat başarıların artmasıyla bölünme emareleri de görülmeye başlamıştı; çünkü büyüme, aynı zamanda strateji ve taktiğin de değişmesine neden olmuştu. Spartaküs gibi Trakya’dan ve Balkanlardan gelen köleler ve sonradan orduya eklenen Küçük Asya ve Suriyeliler, yukarı İtalya’ya doğru ilerlemeyi ve oradan da Alp Dağları üzerinden memleketlerine dönmeyi planlıyorlardı. Anlaşılan geri döndüklerinde memleketlerinde uyum sağlayabilecekleri bir toplumsal yapının varlığından emindiler.[35]
Krixus önderliğindeki Kelt kökenlilerse kopup geldikleri bölgelere geri dönmenin anlamsız olduğunu ve İtalya’da kalarak kalıcı bir yurt yaratmayı düşünüyorlardı. Ayrıca bu öneri ayaklanmaya katılmış İtalyan kökenli köylüler ve proleterler tarafından da desteklenmişti, çünkü bunların gidecek başka bir memleketleri yoktu.[36] Anlaşılan Keltler, Roma’nın tahribatından sonra geri dönebilecekleri bir memleketlerinin kalmadığını düşünmüşlerdi.
Bazı tarihçiler ve özellikle eskiçağ uzmanı Mommsen, bu ayrışmaya neden olan bir başka unsurun da gladyatör dövüşlerindeki Kelt-Trakya karşıtlığının psikolojik etkisi olduğu belirtiyor. Bir dönem Roma’da en heyecan verici dövüşlerin Cermen kökenlilerle Trakya kökenliler arasında geçen dövüşler olduğu belirtiliyor. Anlaşılan bu gelenek iki kesim arasında büyük bir yabancılaşmaya neden olmuştu.
Sonuçta Krixus’un önderliğindeki Cermen kökenliler güneyde kalarak kamulaştırma yolunu seçerken, Spartaküs’ü destekleyen ana grup kuzeye doğru yol almıştı. Spartüküs’ün önderlik ettiği grubun üstlendiği en büyük risk, alayın Roma yakınlarından geçmek zorunda kalmasıydı. Bu onlar için vuruşarak Alplere yönelmek demekti ve bu nedenle de riskliydi.
Her müdahalesinde yenilgiye uğrayan Roma birlikleri, artık açıktan savaşı bırakmış, yalnız Spartaküs’ü izlemekle yetinmekteydi. Bu arada Senato da ülke dışındaki tüm birlikler için “geri dön” emri çıkarmıştı. Böylece hem Trakya’dan hem de İspanya’dan gelecek olan ordular beklenmeye başlanmıştı. Spartaküs ise istifini bozmadan Kuzey İtalya’ya doğru yol almaya devam etmişti.
İsyanın sonu
Bu arada İspanya’da konuşlanmış olan Roma ordusu da dönmüş ve önce güneydeki Krixus komutasındaki Cermen kuvvetlerini yenilgiye uğratmış, ardından da kuzeye doğru ilerleyerek, Spartaküs’ün üzerine yürümüştü. Spartaküs ise dâhi taktiklerle konsüllerin komutasındaki her iki orduyu da ardı ardına bozguna uğratarak, bu kez yönünü Roma’ya çevirmişti. Peki kuzeye doğru ilerlemesi beklenen köle ordusu, planda bir değişiklik yaparak neden Roma üzerine yürüdü? Bunun nedenine ilişkin ikna edici hiçbir kayıt bulunmuyor. Fakat bazı tahminler yapılabiliyor. Kimi tarihçiler Spartaküs’ün zafer sarhoşluğuna kapıldığını iddia ederken, kimileri de Alp Dağları üzerinden geçişin olanaklı olmadığını ve bu nedenle de kaçışın, Sicilya üzerinden planlandığını ileri sürüyorlar.
Sonraki süreç de Spartaküs’ün kuzeyden kurtuluşun olanaklı olmadığını düşündüğünü ve yandaşlarını, İtalyan çizmesinin güney ucundan gemilerle kaçırmayı planladığını düşündürtüyor.
Ne var ki Spartaküs’le ilişkide olan korsanlar, yapılan anlaşmalara uymayarak onları ortalıkta bırakmışlardı. Spartaküs’ün planları böylece ağır bir darbe almıştı.
Bu arada Senato’nun görevlendirdiği komutan Crassus Spartaküs’ü izlemiş ve onu Brutium’da çembere almıştı. Roma birliklerinin tamamı gelmeden saldırmaya cesaret edemeyen Crassus, köle ordusunu çembere almakla kalmamış, aynı zamanda bütün bölgeyi sur ve hendeklerle donatarak, Spartaküs’ün kaçışını engellemişti. Spartaküs hiçbir şansının kalmadığını anlayınca kahramanca bir saldırı başlatarak çemberi yarmayı planlamıştı.
Fakat bu harekat, hiçbir sonuç vermediği gibi, Spartaküs ayaklanmasının da sonunu getirdi. 1927 yılında Pompeyi’de bulunan bir duvar resmi, Roma tarihçilerinin savaşın son anlarına ilişkin verdikleri bilgileri kanıtlıyor. Bu bilgilere göre ordunun en ön saflarında yer alan Spartaküs kahramanca savaşmış, fakat Pompeili Felix adında bir Roma askerinin mızrakla arkadan saldırması sonucu bacağından ağır bir şekilde yaralanmıştı. Atından düşen Spartaküs çok sayıda düşmana karşı son ana kadar savaşmış, bizzat Romalı komutanların ifadelerine göre “kahramanca dövüşerek” can vermişti.
Spartaküs sonrası
Spartaküs’ün ölümüyle son bulmayan özgürlük mücadelesi, 20 yıl kadar devam etmiş ve sürekli yeni ayaklanmalarla Spartaküs efsanesini diri tutmuştu. Bu arada savaşta esir düşmeyen kölelerin bir kısmı dağlara çekilmişlerdi. Esir alınan 6 bin köle Brutium’dan Capua’ya kadar yol kenarında çarmığa gerilmişti.
Roma’ya karşı ayaklanan köleler bu savaşla bir kez daha yenilgiye uğratılmış ve tarihsel kayıtlara göre, 120 bin köle can vermişti. Fakat hem savaştan canlı kurtulan köleler, hem de daha önceden Spartaküs’ten ayrılan birlikler yeniden buluşmuş ve Güney İtalya’yı MÖ 61 yılına kadar istikrarsızlaştırmışlardı.
Roma konsülü olmasının yanı sıra ünlü bir hatip de olan Cicero, 60’lı yılların başında Verres’e karşı yaptığı meşhur konuşmalarının birinde hem Güney İtalya’nın hem de Sicilya’nın uzun bir süre daha köle saldırılarıyla karşı karşıya kaldığını gözlemlerine dayanarak anlattıktan sonra Senato’nun bu soruna kalıcı bir çözüm üretmesi gerektiğini belirtiyor.[37]
Ayrıca Romalı tarihçi ve yazar Sueton da eserinde, Spartaküs’ün köle birliklerine ilişkin şu bilgileri veriyor: “Makedonya bölgesini yönetmekle görevlendirilen Agustus’un babası Gaius Octavius, Senato’nun özel emriyle Thurii bölgesindeki Spartaküs ve Catilina taraftarlarından oluşan köle birliklerini kesin olarak imha etti.”[38] Roma’da cumhuriyete son vererek, Sezarlık dönemini başlatan Agustus’un babası Gaius Octavius, köleleri hedef alan askeri seferini MÖ 63 yılında gerçekleştirmişti. Verilen bilgilere bakılırsa kölelerin etkisi 20 yıl daha sürmüştü.
Bu bilgileri kanıtlayan başka olgular da bulunuyor. Spartaküs’e ait birliklerin, ilk sarıldıkları yer olan Vesus’ta, İtalya sahillerinde terör estiren korsanlarla görüşme başlattıkları ve sonra da bu ilişkiyi MÖ 40’lı yılların ortalarına kadar devam ettirerek Güney İtalya sahillerini etkileri altında tuttukları belirtiliyor.[39]
Spartaküs isyanıyla köleler tarihsel bir rol üstlenmişlerdi, fakat başarılı olamadılar. Başarılı olmaları toplumsal üretim ilişkileri nedeniyle mümkün değildi. Ancak Roma tarihiyle ilgili eserler kaleme alan Antikçağ’ın bütün tarihçileri, istisnasız bir şekilde Spartaküs isyanından ve toplum üzerinde bıraktığı etkiden söz etmektedirler. Bu bile Spartaküs isyanının tarihte oynadığı rolün ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Bu etkinin MS 5. yüzyılda dahi devam ettiğini tarihsel kayıtlardan anlıyoruz. Hatta Roma İmparatorluğu’nun yürütmek zorunda kaldığı 4 önemli savaşı sıralayan tarihçi Amplius, Spartaküs ayaklanmasını ikinci sıraya yerleştirmektedir.[40]
Senato’ya açıklamada bulunan savaş komutanları ve tarihçiler Spartaküs’ü “insancıl, cömert ve cesur” olarak tasvir etmektedirler. Hatta tarihçi Plinius’a göre Spartaküs, “disiplinsiz köleleri dizginlemiş ve halka zarar verenleri de cezalandırmıştı. Ayrıca kölelerin lideri, adaleti ve özverisiyle saygı uyandırmış ve birliklerine ait askerlerin altın ve gümüşe sahip olmalarını yasaklamıştı”. Appian ise Spartaküs’ün “el konulan ganimeti askerleri arasında eşit bir şekilde paylaştırdığını ve aşırı servet biriktirmeyi engellemenin ötesinde, tacirlere altın ve gümüşle iş yapmalarını da yasakladığını” belirtiyor.[41]
Daha sonraki yüzyıllarda da köle ayaklanmalarına rastlanıyor, ancak Spartaküs isyanıyla köleler, Roma tarihindeki son şanslarını da kaybetmişlerdi. Ancak bu ayaklanmalar boşa gitmemiş, yıkılmaz sanılan Roma İmparatorluğu’nun temellerini sarsmakla kalmamış, köle emeği üzerine kurulmuş sistemin ne kadar zayıf bir temel üzerinde inşa edildiğini göstermesi bakımından da öğretici olmuştu.
Öte yandan ayaklanmalar, özellikle Cesar dönemindekiler açıktan, köle işgücüyle ilgili tartışmalara neden olmuştu. Gracchus kardeşlerden sonra da sık sık dile gelen reform talepleri, köylü sorununu sürekli gündemde tutmaya devam etmişti. Köylünün ihmal edilmesinin ne kadar tehlikeli bir ortam yarattığını ifade eden reformcular, hem toplumun köle emeğine olan bağımlılığıyla istikrarsızlaştığına, hem de toplumun üretimden koparak yozlaştığına dikkat çekmişlerdi. Spartaküs’ün ardından Senato, bir süreliğine de olsa, İtalyan ekonomisinin yoksul ve az topraklı köylülere dayanarak yeniden inşa edilmesi yönünde önemli kararlar almıştı.[42]
Fakat Roma’nın kölelere dayanan üretim faaliyetinin ve buna bağlı üretim ilişkilerinin tümden çökmesi ve ortadan kalkması için kuzeyden gelen barbar akınlarının beklemesi gerekiyordu.
Spartaküs ayaklanmasının yenilgiye uğramasıyla Roma’daki ezilenlerin mücadelesi son bulmadı, ancak sadece kölelere dayanan ayaklanmaların kalıcı sonuç vermeyeceği ortaya çıktı. Çünkü her tarihsel ayaklanma, yıkmanın yanında inşa etmeyi de becerebilmeliydi. İnşa etmekse toplumsal üretimin inşasından başka bir şey değildi. Üretimin sürmesini ve gelişmesini hedeflemeyen hiçbir toplumsal hareketin başarı şansı yoktu. Spartaküs ise ayaklanmayla üretimi inşa etmeyi, yani toplumu yeniden üretim ekseninde örgütlemeyi hedeflemedi; sadece köleleri “özgürleştirerek” ülke dışına çıkarmayı planlamıştı. Bu hareketin Roma halkıyla birleşememesi nedeniyle, kalıcı bir etki yaratması olanaklı değildi. Ancak halk arasında eşitlikçi düşüncelerin ve özlemlerin canlı kalmasında önemli bir rol oynayarak, “Altın Çağ”a olan özlemi diri tuttu.
Spartaküs’den sonra da Saturius’un devrimci çıkışı, Glaucia ve genç Livius Drusus’un egemenlere kafa tutuşu, Roma’ya bağımlı halkların bağımsızlık mücadeleleri, Cesar’ın ölümüyle yaşanan kargaşa ve çatışmalar, Roma İmparatorluğu’nun “sarsılmaz kalelerine” etkili vuruşlar gerçekleştirmiş ve düzenin taşlarını yerinden oynatmıştı. Ama en önemlisi ezilen sınıf ve halkların Roma’ya kafa tutan çıkışları, bölge halkları içinde ateşi diri tutmuş, geleceğe dönük umut dolu düşlerini canlı tutarak tarihsel işlevini yerine getirmişti.[43]
Plutarkos’un, Lukianos’un, Ksenofon’un, Aristophanes’in, Livius’un, Ovidius’un ve diğer yazarların ifade ettikleri eşitlikçi düşünceler, bununla sınırlı kalmamış, o çağın ve daha sonraki çağların edebi eserlerine özelliklere de trajedilerine, komedyaların, roman ve kahramanlık söylencelerine esin kaynağı olmuşlardı.[44]
Roma’yı bir dönem sallayan ve devrimci bir hayaletin dolaşmasını sağlayan eşitlikçi akımlar ve düşünceler, tarih içindeki serüvenine hiç ara vermeden önce Ortadoğu’ya, ardından da kuzeye ve sonra daha doğuya doğru yönelerek, tarihsel misyonunu devam ettirdi.
Bu serüven ise başka bir yazının konusudur.
Dipnotlar
[1] von Rimscha, Hans, Die Gracchen, Charakterbild einer Revolution und Ihrer Gestalten, Winkler Verlag, München, 1947, s.113-114.
[2] Christ , Krise und Untergang der römischen Republik, s.117 vd.
[3] Druman, Die Arbeiter und Communisten, s.245 vd.
[4] Bengston, Römische Geschichte, s.150.
[5] Bengston, Römische Geschichte, s.155 vd.
[6] Christ, Krise und Untergang der Röm. Republik, s.134 vd.
[7] Christ, Krise und Untergang der Röm. Republik, s.56 vd.; Wörterbuch der Geschichte, Pahl-Rugenstein V., Köln, 1984, s.76; Umar, Bilge, Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, c.II., Sergi Yay., s.153 vd.;
[8] Günther-Müller, Das Goldene Zeitalter, s.108.
[9] Günther-Müller, Age, s.144.
[10] Günther, Der Aufstand des Spartakus, s.96.
[11] Günther, Age, s.77.
[12] Günther- Müller, Das Goldene Zeitalter, s.88 vd.
[13] Günther-Müller, aynı yerde.
[14] Druman, Die Arbeiter und Communisten, s.245.
[15] Umar, Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, s.154.
[16] A. W. Mischulin, Spartakus -Abriss der Geschichte der grossen Sklavenaufstandes, VWV Ver., Berlin, 1952, s.41-42.
[17] Druman, Die Arbeiter und Communisten, s.243.
[18] Druman, Die Arbeiter und Communisten, s.242-245.
[19] Mischulin, Spartakus, s.41.
[20] Günther/Müller, Das Goldene Zeitalter, s.137.
[21] Umar, Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, s.155.
[22] R. Günther-Müller, Das Goldene Zeitalter, s.123 vd.
[23] Raith, Werner, Spartakus-Wie Sklaven und Unfeie den röm. Bürgern das Fürchten beibrachten, Wagenbach V., Berlin, 1983, s.43.
[24] Bartel-Fricke, Wörterbuch der Geschichte, s.180 vd.
[25] Günther-Müller, Das Goldene Zeitalter, s.156 vd.
[26] Kadmos, Yunan mitolojisine göre Thebai’nin kurucusu; Zeus’un sevgilisi olan Semele’nin babası Avrupa’nınsa kardeşidir. Aslen Fenikeli bir prenstir.
[27] Flaum-David, Enzyklopaedie der Mythologie, s.44-45.
[28] Mischulin, Spartakus, s.54.
[29] Mischulin, Spartakus, s.59.
[30] Raith, Spartakus-Wie Sklaven und Unfeie, s.106-109
[31] Raith, Age, s.107.
[32] Günther-Müller, Das Goldene Zeitalter, s.169.
[33] Mischulin, Spartakus, s.64-65.
[34] Mischulin, Age., s.72.
[35] Mischulin, Spartakus., s.71.
[36]Mischulin, Spartakus, s.72.
[37] Cicero, Meister Reden, dtv Klassik, München 1987.
[38] Sueton, Leben der Caesaren, Büchergilde Gutenberg, Frankfurt 1955, s.86.
[39] Mischulin, Spartakus, s.93.
[40] Mischulin, Age, s.103.
[41] Mischulin, Age, s.104.
[42] Raith, Spartakus, s.135/6.
[43] Druman, Die Arbeiter und Communisten, s.317 vd.
[44]Druman, Age, s.129 vd.
İki Makalenin Kaynakları
– Afanesyew, Alexander, Russische Volksmaerchen, Insel V., Frankfurt, 1990.
– Aristophanes, Lystara, MEB, Ankara, 1935.
– Aristoteles, Politika, Çev. Mete Tunçay, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993.
– Bartel, Horst, Wörterbuch der Geschichte, Pahl-Rugenstein Verlag, Köln, 1984.
– Bernal, Martin, Kara Atena, Kaynak Yay., İstanbul, 1998.
– Berve, Helmut, Eskiçağ Tarihine Dair Altı Konferans, İstanbul Üniversitesi Ed. Fak. Konferansları, Yenilik Baskı, İstanbul, 1958.
– Bibby, Geoffrey, Dilmun, Die Entdeckung der aeltesten Hochkultur, Rowohlt Verlag, Dortmund, 1973.
– Bloch, Ernst, Freiheit und Ordnung, Abriss der Sozialutopien, Reclam, Leipzig, 1959.
– Campbell, Joseph, Batı Mitolojisi, İmge Yay.,İstanbul 1995
– Chinesische Sagen und Geschichten, Reklam Verlag, Leipzig, 1991;
– Christ, Carl, Krise und Untergang der römischen Republik, WBG, Darmstadt, 1979.
– Cicero, Meister Reden, dtv Klassik, München 1987.
– Demandt, Alexander, Der Idealstaat -die politischen Theorien der Antike, Köln, 1993.
– Diodorus Siculus, Griechische Weltgeschichte, Bibliothek der Griechischen Literatur, Bd. I-IV, Hiersemann Verlag, Stuttgart, 1993.
– Diodorus Siculus, Historische Bibliothek, Buch XXXV, Verlag der T. B. Mezler’scher Buchhandlung, 1840, Stuttgart.
– Droz, Jacques, Geschichte des Sozialismus, Bd.I, Ulstein Verlag, Frankfurt, 1974.
– Druman, W. K. August, Die Arbeiter und Communisten in Griechenland und Rom, Königsberg, 1860.
– Flaum, E, Enzyklopedie der Mythologie der Griechen und Römer, Ath. V., Essen, yayım tarihi belli değil.
– Fricke, Dieter, Bengston, Hermann, Römische Geschichte, C.H. Beck Verlag, 8. Baskı, München, 2001.
– Fürstauer, J., Sittengeschichte des Alten Orients, Rowohlt Verlag, Hamburg 1969.
– Geschichte der Philosophie, Bd. I, VEB Ver., Berlin, 1960.
– Günther, Rigobert, Das Goldene Zeitalter, Kohlhammer V., Leipzig, 1988.
– Günther, Rigobert, Der Aufstand des Spartakus,
– Günther, Rigobert, Der Klassencharakter der soz. Utopie im 2. und 1. Jh. V.u. Z, im Sozialökonomische Venhaeltnisse im Alten Orient und im klassischen Altertum, Akademi Verlag, Berlin, 1961.
– Herodot, Historien, Kröner Ver., Stuttgart, 1971.
– Homeros, Ilias I, Volksverlag, Weimar, 1963.
– Johanna, Fürstauer, Sittengeschichte des Alten Orients, Rowohlt V., Hamburg 1969.
– Kautsky, Karl, Vorlaeufer des neuen Sozialismus, Band I, Dietz Verlag, Berlin, 1947.
Kitabı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1993.
– Kramer, S. Noah, Sümerler -Tarihleri, Kültürleri ve Karakterleri, Çev. Özcan Buze, Kabalcı Kitabevi, Istanbul, 2002.
– Kramer, Samuel Noah, Tarih Sümer’de Başlar, Çev. Kaan İren, Kabalcı Yay., İstanbul 1992.
– Li-Gi, Das Buch der Riten, Sitten und Braeuche, Çev. Richard Wilhelm, 3. Baskı, Eugen Diederichs Verlag, München, 1997.
– Lukianos, Seçme Yazılar I, Hürriyet Yay., İstanbul, 1976.
– Mader, Ludwig (Hrsg.), Griechische Sagen, Artemis v., Zürich, 1963.
– Me-Ti, Solidaritaet und allgemeine Menschenliebe, Eugen Diederichs Verlag, Köln, 1975.
– Mischulin, A. W., Spartakus -Abriss der Geschichte der grossen Sklavenaufstandes, VWV Ver., Berlin, 1952,
– Mischulin, A.W., Geschichte des Altertums, Volk und Wissen Verlag, Leipzig, 1958
– Neusüss, Arnhelm (Hrsg), Utopie, Begriff und Phaenomen des Utopischen, Campus Verlag, Frankfurt, 1986.
– Oğuz, Burhan, Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri, Simurg Yay., İstanbul, 1997.
– Pandy, David, Enzyklopaedie der Mythologie, Essen, Athenaion Verlag, Essen, 1995.
– Phillips, E., Visionen und Utopie, Eco Verlag, Köln 1999.
– Platon, Devlet, Çev. Işık Soner, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006.
– Platon, Kritas –Timaeos, Bd. 5, Rowohlt Verlag, Hamburg, 1986.
– Platon, Nomoi, Bd. 6, Rowohlt Ver., Hamburg, 1986.
– Platon, Phaidon, Bd. 3, Rowohlt Ver., Hamburg 1986.
– Pöhlmann, Robert, Geschichte des antiken Sozialismus und Kommunismus, Bd. II., C. H. Beck’sche Ver., München, 1901.
– Raimer, Müller, Das Goldene Zeitalter, Kohlhammer V., Leipzig, 1988.
– Raith, Werner, Spartakus-Wie Sklaven und Unfeie den röm. Bürgern das Fürchten beibrachten, Wagenbach V., Berlin, 1983.
– Rigobert, Günther, Das Goldene Zeitalter, Kohlhammer V., Leipzig, 1988.
– v. Rimscha, Hans, Die Gracchen, Charakterbild einer Revolution und Ihrer Gestalten, Saboul, Albert, Geschichte des Sozialismus, Bd. I, Ullstein Verlag, Frankfurt, 1974.
– Schafarewitsch, Igor, Der Todestrieb in der Geschichte, Ulstein V., Berlin, 1980.
– Spiegel, Joachim, Soziale und Weltanschauliche Reformbewegung im alten Aegypten, F.H. Kerle Verlag, Heidelberg, 1950.
– Spuler, Bernhand, Religion-Religionsgeschichte des Orients in der Zeit der Weltreligionen, Bd. 8, Leiden/Köln, 1961.
– Struwe, W.Wiladimir, Weltgeschichte Bd. I, VEB Verlag, Berlin, 1962.
– Sueton, Leben der Caesaren, Büchergilde Gutenberg, Frankfurt,1955.
– Swoboda, Helmut, Der Traum vom besten Staat, dtv. Dokumente, München, 1972.
– Uhlig, Helmut, Die Sumerer -Ein Volk am Anfang der Geschichte, Gondrom Ver., Bindlach, 1993.
– Umar, Bilge, Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi Cilt I-II., Sergi Yay. 1984.
– Usta Sadık (Haz.), Dünyayı Değiştiren Düşünürler, Cilt 1, Yordam Kitap, İstanbul, 2013.
– Usta, Sadık, İlkçağ Ütopyaları, Mükemmel Toplum ve İlk Devlet Teorileri, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2015.
– Usta, Sadık, Türk Ütopyaları-Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Ütopya ve Devrim, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2014.
– Winkler Verlag, München, 1947.
– Voit, Ludwig (Hrsg), Lesebuch der Antike, Das klassische Griechenland von Homer bis
– Völker, Herrscher und Propheten, Das Beste Verlag, Zürich-Suttgart, 1979.