Daha kendimizi/benliğimizi ve hayatı doğru düzgün tanımlayamadığımız yaşlarımızdan itibaren, görmekle yükümlü olduğumuz ve öğrenim hayatımızın bir kısmında yer alan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi pratikte geleceğe yönelik bir yanlış yola sapmama tavrı olarak görünse de teoride büyük sorunlara neden olabilmekte.
Birçok dönemde küçük detaylarla süslense dahi, eğitim ve öğretim yıllarının vazgeçilmez dersleri arasında yer alan Din Kültürü, henüz kendimizi tam olarak algılayamadığımız ve fikirlerimizin net bir şekilde oluşmadığı dönemlerde belki çok önemli görünmüyor olabilir. Lakin ilerleyen yaşlarla birlikte görmeye devam edilen bu ders, lise döneminin sonuna kadar sizi karmaşanın içine sürükleyebiliyor. Genel tabloda dua ezberletme, abdest alma, namazı ve namaz kılmanın doğrularına yöneltme, zekât ve birçok şeyi içinde barındırdığını düşündüğümüz bu dersin asıl ahlak kısmı kendini daha ilerki yaşlarda gösteriyor. İlkokulda sadece pekiyi getirebilmeye çalıştığımız bu ders bir süre sonra hayatımızda büyük önem taşıyan değerlere sarılma modeli olarak karşımıza çıkıyor. Diğer dinleri, diğer yaşama şekillerini öğrenip, irdeleyebildiğimiz dönemde asıl kristalleşme süreci başlıyor.
Dersin içeriğini kendi hâkimiyetine göre kullanıp, saygıyı elinin tersiyle iten öğretmenler tarafından müdahale edilen dersin içeriği, sınıfın içinde yer alan bireylerde ayrımcılığa neden oluyor. İşte o yaşlarda başlıyor ötekileştirme, ahlak bilgisi olarak karşımıza çıkan bir derste… Gerçi bunu hemen idrak edemiyorsunuz zaten, müfredat o kadar acelece hazırlanmış ki, ne diğer mezheplere ne de diğer dinlere yer verilmiyor neredeyse lise son sınıfa gelinceye kadar. Yan masanızdaki Alevi arkadaşınızın ya da en öndeki Musevi arkadaşınızın inançlarına ve yaşayışlarına karşı hiçbir şey öğrenemediğiniz bu ders bir de sizi öyle bir iteliyor ki; sorunun aslını kendinizde aramaya koyuluyorsunuz. Camiye gitmediğiniz için ayıplanıyor, oruç tutmadığınız için tüm gözleri üzerinize çekiyorsunuz. Hele birde Din Kültürü dersinde oruç tutmamaktan, namaz kılmamaktan cehennemin ateşine kadar uzanan fitillemelere maruz kalınıyorsa durum daha da vahim bir hale geliyor.
Bir öğretmen” eğer “Aleviler mum söndüğünde” tarzı haddini aşan bir cümle kurmaya yeltenir ve sınıfta saçma sapan düşüncelere neden olup ayrımcılığa yöneltirse gençleri, orada ne ahlaktan ne de bilgiden söz edilebilir. Dahası geleceğe yönelik nefret tohumları ekmemek mümkün olmaz. Belki de yıllardır din çıkarlarının etkisi altında yetişen insanların asıl sorunu da budur. Kendisinden olmayan olarak gösterilene, onu anlamaya çalışmak yerine, ayıplama senfonisine katılan her insan gibi ahlak kavramından uzaklaştıkça büyüyen sorunlar…
Her inanç başladığı yerde biter; kalbinde başladıysa orada. Kimileri de herhangi bir dine inanmamayı seçer.
Din, zorla yerleşecek bir tabu değildir, olmamalıdır! Bunun içindir ki din dersi görmek zorunda değiliz. Bu tamamen bir vicdan ve tercih meselesidir…