19. Milli Eğitim Şurasında alınan kararlar, kindar ve dindar nesil yetiştirme projeleri, külliye ve medrese açıklamaları ve en son 6 yaşındaki kız çocuklarının evlenebileceği gibi açıklamalardan sonra net bir biçimde görülmektedir ki AKP’nin topluma dayattığı gericileşme pervasızca devam etmektedir.
Eğer AKP’nin gerici dayatmalarına karşı mücadele edilecekse aydınlanma ve laiklik mücadelesi büyük önem arz etmektedir. Fakat laiklik tartışmaları sosyal demokratlar, Kemalistler, Aleviler, Kürtler ve sosyalistler açısından farklı yorumlanmaktadır. Bu nedenle aşağıdaki başlıkların bir pusula işlevi göreceği kanısındayım.
Laikliği ‘din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması’ kolaycılığı ile tanımlamayacaksak, laiklik üzerinde düşünmek mecburiyetindeyiz. Diğer taraftan laiklik tartışmaları, gerek Türkiye gerekse Avrupa ülkeleri açısından önemini ve güncelliğini korumaktadır. Özellikle ülkemizde AKP gericiliğinin dayatmalarına karşı laiklik ve laiklik mücadelesi konusunda birkaç defa daha düşünmek, düşünmenin de ötesinde eylem içinde olmak bir zorunluluk…
Aydınlanma ve laiklik mücadelesinin ‘Türkiye laiktir laik kalacak’, ‘Dini hassasiyetlere saygı’ ‘Kılık kıyafet serbestisi’ ‘Yüzde 99’u Müslüman bir toplumda yaşıyoruz’ gibi slogan ve argümanlarla yürütülemeyeceği, geçiştirilemeyeceği açıktır. O halde ilk elden aydınlanma ve laiklik kavramlarına açıklık getirmek gerekiyor. Aydınlanma daha geniş bir yazının konusu olduğundan, aydınlanma laiklik ilişkisine ardından da laikliğe yöntemsel bir giriş yapmaya çalışalım.
Aydınlanma ve laiklik
Genel anlamda aydınlanma; insanlığın ileriye doğru yürüyüşünün adıdır. Bu ileriye doğru yürüyüş, doğrusal olmayıp, inişli çıkışlı, kopuşlu ve süreklilik arz eden bir yürüyüştür. Ayrıca aydınlanma anlık bir durum olmayıp bir sürecin adıdır, bu süreç devam etmektedir.
Kökleri çok gerilerde olmakla birlikte aydınlanma; Rönesans ve Reform hareketlerinde güçlü temellere kavuşmuş, İngiliz Sanayi Devrimiyle başka bir evreye geçmiş, 1789 Fransız Devrimiyle doruk noktasına ulaşmış, siyaset, hukuk, sanat, toplum, felsefe, eğitim gibi geniş bir alandaki bilim ve akıl merkezli süreçlerdir.
Aydınlanma felsefesi, Fransız Devrimine düşünsel kaynaklık ederken, Fransız devrimi de laik uygulamaları ile aydınlanmayı toplumsal bir güce dönüştürmüştür. Bu anlamıyla laiklik, aydınlanmanın pratiğidir.
Laikliğin özgünlüğü
Aydınlanmayı ve laikliği tüm toplumlar için aynı biçimde yaşanmış ve yaşanmakta olan bir süreç olarak algılamak bizleri yanıltır. Aydınlanma, özellikle laiklik farklı coğrafyalarda farklı biçimlerde farklı parametrelerin etkisiyle vücut bulmuştur. Bu nedenle ülkelerin laiklik modelleri incelenirken o toprakların nesnelliği göz ardı edilmemelidir.
Ülkeler, laiklik üzerinden bir karşılaştırmaya-incelemeye tabi tutulacaksa belirli şablonlar üzerinden gidilmemelidir. Asıl olan dinin devlet yönetiminden, toplumsal yaşama kadar etkisinin azaltılıp azaltılmadığı, tüm alanlarda akıl ve bilimin ağırlığının arttırılıp arttırılmadığıdır.
Din, misyonu ve din- iktidar ilişkisi
Laikliğin tanımı ve uygulamaları, iktidarda olan partilerin veya egemen sınıfın dine yüklediği işleve göre farklılıklar oluşturmaktadır. Örneğin; iktidarın temeli ve kaynağı olarak dini kullanan iktidarlara göre laiklik ile dini sosyal bir tutkal veya kültürel bir motif olarak işlevlendiren iktidarların laikliği arasında farklı tanımlamalar ve uygulamalar vardır. O halde herhangi bir ülkedeki laikleşme adına atılan adımlar incelenirken iktidarların dine yaklaşımı birinci dereceden önem arz etmektedir.
Herhangi bir alandaki (eğitim, hukuk vb.) laik uygulamaların incelenmesinde ve ülkelerin laiklik modellerinin karşılaştırılmasında üzerinde önemle durulması gerekenlerden biri de o coğrafyada hakim olan din olgusudur. İslam’ın etkili olduğu ülkelerdeki laik uygulamalar ile Hıristiyanlığın egemen olduğu ülkelerdeki laiklik modelleri birbirlerinden çok farklıdır. Tek başına din olgusu dahi çok belirleyicidir.
İslam bireyin sadece ruhsal dünyasına hitap eden bir din olmanın ötesinde siyasetten, ekonomiye kadar birçok dini norm belirlemiştir. Diğer taraftan bireydevlet, birey-toplum ilişkisini düzenleyen bir işleve sahiptir. İslam doğuşundan itibaren siyasipolitik bir hareket olagelmiştir. Peygamber döneminden, Osmanlı devletine kadar İslam ile devlet yönetimi arasında bir iç içelik durumu vardır. Hatta bu iç içe geçme durumu Cumhuriyetle birlikte zayıflasa da kısmen devam etmiştir.
Burjuva laikliğinin ikiliği
Avrupa ülkeleri başta olmak üzere Türkiye’de de laik uygulamalar ikili bir özellik taşır. Türkiye ve birçok Avrupa ülkesinin anayasalarında ve yasalarında ‘ülkenin dini yoktur’ ‘ülke laiktir’ gibi ifadeler ve bu yasa maddelerinin gereği laik uygulamalar varken İslam’ın veya Hıristiyanlığın herhangi bir mezhebine ait dini kurumlara ve din görevlilerine ekonomik, sosyal ve politik ayrıcalıklar tanınmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesinde “… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” ibaresi yer alırken aynı anayasanın 24. maddesinde “… Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” ifadesi bulunmaktadır.
Bu durumda, anayasanın 2. maddesini dikkate alıp ‘Türkiye Cumhuriyeti laiktir’ denebilirken, aynı anayasanın 24. maddesine bakıp ‘Türkiye Cumhuriyeti laik değildir’ iddiası öne sürülebilir. Bu durum sadece aynı anayasada yer alan çelişkili maddelerden kaynaklanmaz pratikteki uygulamalarda da bu durum görülür. Bu çelişkili veya ikili durum sadece Türkiye’ye özgü de değildir. Örneğin; Almanya’da resmi bir devlet dini ve kilisesi tarif edilmemesine rağmen, ülkede yaşayan Hıristiyan kökenli emekçilerin ücretlerinden kilise vergisi adı altında kesintiler yapılmaktadır. Bu kesintilerin yanında kamu bütçesinden kiliselere kaynak aktarımları yapılmaktadır. 2012 yılında Alman Katolik ve Protestan kiliselerine aktarılan kaynak 460 milyon eurodur. Kilise vergisi ve kiliselerin kendi kaynakları da hesaba katıldığında Alman kiliseleri milyar euroları geçen parasal kaynağı yönetmektedir.
Belçika’da da Almanya’ya benzer bir durum söz konusudur. Belçika devleti, yasalarla dinler karşısındaki tarafsızlığını ilan etmesine rağmen, Katolikler, Protestanlar, Yahudiler, Anglikanlar, Müslümanlar ve Ortodokslar devletçe tanınan dinler arasındadır. Bu dinlerin görevlilerine maaşları Belçika hükümeti tarafından ödenmektedir. İspanya’da devlet bir din veya bir mezhep tarif etmemesine, dinler karşısında tarafsızlığını yasalarla güvence altına almasına rağmen, Katolik kilisesi İspanya’da ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. İspanya din görevlileri, konut vergisinden muaftır. Okullarda din eğitimi kilise tarafından organize edilmektedir. Laikliğin anavatanı sayılabilecek Fransa’da durum diğer Avrupa ülkelerine göre daha farklıdır. Laik eğitim, Fransız laikliğinin temelini oluşturmaktadır. Dinin veya herhangi bir mezhebin eğitimde belirleyiciliği yoktur. Fransız devleti kiliseleri (dinleri) ‘kabul etmeksizin tanımaktadır.’ Fransız hükümeti dini kurumları, diğer derneklerle aynı kapsamda değerlendirip, dolaylı ekonomik yardımlarda bulunmaktadır. Fransa’da diğer derneklere sağlanan vergi muafiyeti veya indirimi dini dernekler içinde geçerlidir. Bir dizi nesnel ve öznel şartlardan kaynaklı ‘Fransız laikliğinin ikiliği’ diğer laik Avrupa ülkelerine ve Türkiye’ye göre daha örtük ve etkisizdir. Ancak bu ikilik durumu Fransa için de geçerlidir.
Sonuç
Aydınlanma ve laiklik mücadelesinin önemini kavramak açısından İslam dininin; doğuşundan itibaren politik bir yan taşıdığı, AKP’nin elinde nasıl işlevlendirildiği ve AKP iktidarı ile din arasında nasıl bir ilişki olduğu büyük önem taşımaktadır.
Liberallerin, laikliğe savaş ilan etmesinin bir yöntemi olarak, farklı ülkelerin laiklik modellerini karşılaştırması ve bunun üzerinden laikliği mahkûm etmesine prim verilmemelidir. Bu durum elma ile armudu karşılaştırmaktan farksızdır. Laikliği tanımlayacaksak, özgünlükler ilk sıraya yazılmalıdır. ‘Türkiye hiç laik olmadı ki’, ‘Gerçek laiklik bu değil’ veya ‘Türkiye laiktir laik kalacak’ gibi argüman ve sloganlar üretilirken bir kez daha düşünülmelidir.
Burjuva laikliğinin bu ikiliği, burjuva iktidarlar için yapısal bir durumdur. Burjuvazi iktidarını sürdürebilmek için her durumda belirli biçimlerde dine yaslanmak durumundadır. Bu durum Türkiye için geçerli olduğu gibi Almanya, Belçika, İspanya hatta Fransa için de geçerlidir. Burjuvazinin iktidarda olduğu ülkelere (Türkiye de dahil) bakıp, mevcut laik uygulamalara burun kıvırmak apolitizmdir. Çünkü mevcut laik uygulamalar burjuvazinin siyasi ödünleridir. Halklar açısından emekçiler açısından kazanılmış haklardır. Temelinde insanlığın ileriye doğru yürüyüşü, mücadelesi vardır.
AKP ile mücadele edilecekse, mevcut laik uygulamalara ‘amasız’, ‘fakatsız’ bir biçimde sahip çıkılmalıdır. Ülkemizde gericiliğin püskürtülmesi, yenilmesi için mevcut laik uygulamalar önemli tutamak noktalarıdır. Sorun bu tutamak noktalarından tutup mevcudun nasıl aşılacağıdır.