Geçtiğimiz ay şöyle bir haber düşmüştü gündeme: “Facebook mühendisleri, üzerinde çalıştıkları yapay zekânın fişini çekti.” Olayı böyle duyunca sizin de gözünüzün önünde ister istemez bir Terminatör sahnesi canlanıvermedi mi? Haberin detaylarında birkaç yapay zekânın yeni bir dil icat ederek kendi aralarında konuşmaya başlamaları üzerine mühendislerin böyle bir karar aldıklarını okuyoruz. Bu da az şey değil. Yeni bir dil icat edebilmeleri bir yana, bu dili kullanarak arkamızdan bir şeyler çeviriyor gibi görünmeleri olaya ürkütücü bir bilimkurgu havası vermiyor mu?
Tabi ki benzer birçok olayda olduğu gibi bu olayın aslı da bize göründüğü gibi değil. Facebook’un üzerinde çalıştığı yapay zekâ, “chatbot” denen bir iletişim yazılımı. Şu birçok web sitesinin iletişim sayfasında karşımıza çıkan ve 7/24 asistanlık hizmeti veren yazılımcıklar. Hani “siz gerçek misiniz, gerçekseniz şunu bunu yazın bakalım” diye test ettiklerimizden. Bunun oldukça gelişmiş bir versiyonu IOS’un Siri’si. Tanıyoruz onu.
Peki, Facebook’un deneyi neydi? Şirket, iletişime girdiği kaynaklardan öğrenerek iletişim yeteneklerini geliştiren bir chatbot üzerinde çalışmakta uzun süredir. (Farklı kaynaklardan öğrenerek gelişen yapay zekâların en iyi örneklerinden biri ise yeni Google Translate.) Facebook mühendisleri, bu uğraşlarında belirli bir yol katettikten sonra, web’de iki chatbot karşılaştığında ne olacağını merak ediyor. İşte dananın kuyruğu da orada kopuyor.
Chatbot’lar bizimki gibi bir dil kullanmadıkları ve hatta gerçek bir iletişimsel niyetleri olmadıkları için birbirlerinin iletişim simülasyonlarını istatistiksel olarak manipüle etmeye başlıyorlar. Bizler için hiçbir manası olmayan ve fakat—bir chatbot’un örneğin satın alma davranışının olasılığını arttıran—söz dizim ve sözcük tekrarları üretiyorlar. Bu yaşanan, dil ve iletişim denince aklımıza gelen örneklerin hepsine ilk bakışta ters aslında. Chatbot’ların taklit etmek üzere kodlandıkları doğal diller, chatbot’ların uydurduklarının aksine gayet minimalisttir.
Yeni dil dedikleri de bu: İlk bakışta İngilizce ama manasız sözcük ve sözcük öbeği tekrarları var. Demek öğrendikleri kaynak kendileri olunca chatbot’ların foyası meydana çıkıyor. Onlar aslında konuşmuyor, sadece algoritmalarına uygun istatistikler yapıp sembolleri buna göre sıralayıp duruyorlar. Etkileşim deneyimlerinden öğrenerek kendini geliştirmek üzere dizayn edilmiş bu yazılımlar birbirleriyle karşılaştıklarında birbirlerinin iletişim simülasyonlarını bozuyorlar.
Facebook mühendisleri henüz insanlar, ve büyük ihtimalle pazarlama alanında kullanacakları bu chatbot’ların hedef kitlesinin de hala insanlar olduğunun farkındalar. Bu yüzden bu verimsiz deneyi sonlandırıyorlar. Çünkü bir chatbot’un web’te başka bir chatbot’la karşılaşmayacağının garantisi yok. Böyle bir karşılaşmada chatbot’lar bozuluyorlar. Asıl işlevi, yani insanlara “anlamlı” gelecek istatistiksel cevaplar üretmeyi artık yapamayacaklar. Şirket açısından daha fazla para ve vakit harcamaya gerek yok bu noktada. Kısacası ortada ne yeni bir dil ne de bu dil aracılığıyla birbiriyle ‘fısıldaşarak’ arkamızdan işler çeviren süper ileri yapay zekâlar mevcut.
Aslında haberi ilgi çekici kılan gerçekler değil, bizlerin hayal gücü, önyargıları ve konuya dair cehaleti. Olayın gerçek yüzünü öğrendiğimizde dilin ne olduğu konusunda sandığımızdan daha cahil olduğumuz gerçeğiyle de tekrar yüzleşmek durumunda kalıyoruz. Chatbot’ların birbirleriyle etkileşimlerinde dil araçları kullanmaları onları gerçekten konuşan, birbiriyle anlaşan, dil bilen varlıklar yapmaya yetmiyor gibi görünüyor. Öyleyse gerçekten konuşmak, yani gerçek bir dil kullanmak için dilsel araçlar, kurallar, hafıza ve öğrenmeden başka ne gereklidir?
Günümüzün en etkili gelişimsel ve karşılaştırmalı psikoloğu, primatoloğu ve antropoloğu Michael Tomasello, orijinali 2008’de The MIT Press, Türkçe çevirisi ise 2017 Mayıs ayında Metis Yayınları tarafından yayımlanan “İnsan İletişiminin Kökenleri” kitabında bu soruyu cevaplamaya çalışıyor. Kitap, Tomasello’nun 2006 baharında Paris’te verdiği bir dizi konferansın derlenip toparlanmış hali. Bu konferanslarda Tomasello, birkaç on yıla yayılan ve onlarca gelişimsel ve türler arası karşılaştırmalar yapan deneysel çalışmalarının sonuçlarını sistematik hale getirmiş. Ana akım dilbilimin belki de başlangıcından beri gözden kaçırdığı birkaç noktanın dili anlamamızda kilit rolleri olduğunu vurgulamış: Sosyallik ve tarih. Tomasello, dili toplumdan ve tarihten soyutlanmış bir makine gibi ele almayı doğru bulmuyor. Hatta bu konuda oldukça meşhur ve bence bir o kadar da haklı bir Chomsky eleştirmeni.
Chomsky dilin insana özgü olup diğer yetilerden bağımsız bir yeti olarak doğuştan geldiğini iddia ederken, Tomasello dilin doğuştan gelmediğini ve fakat doğuştan gelen—yani evrimsel tarihimizin tortusu olan—bir dizi psikolojik yetinin sosyal tarihimizde ortaya çıkmış kültürel yapılarla özel etkileşimlerinin bir ürünü olduğunu düşünüyor. Bu yetilerin kimisini yakın akraba olduğumuz türlerle de paylaşıyoruz hatta. Ancak dile sebep olan özel etkileşim, yaklaşık son 100.000 yıldır bu gezegende dolaştığını tahmin ettiğimiz geç Homo sapiens bireylerin tek tek ömürleri içinde vuku buluyor. Yani gelişimsel bir fenomen olarak gözlenebiliyor. Dilin altyapısı biyolojik fakat kendisi sosyal bir olgu. Biyolojik yönü tamamen bize özgü değil ama sosyal yön sadece biz insanlarda varmış gibi görünüyor. Dolayısıyla bir dil konuştuğunu bildiğimiz tek tür biziz.
Tomasello’ya göre dili anlamak için dilin gerisine, evrimsel altyapıya ve kültürel arka plana, yani aslında tarihe odaklanmak gerekiyor. Ancak bu tarih 10 bin değil 2 milyon yıllık karanlık bir tarih! Karanlık çünkü yazı öncesi dilin “fosilleşmesi” mümkün değil. Dolayısıyla Tomasello, evrimsel açıdan yakın akraba olan türlerin iletişim davranışlarını karşılaştırıyor. Tomasello’yu dünya çapında ön plana çıkaran akademik yeteneği de bu zaten: 0-6 yaş arasındaki insan yavruları ile şempanze ve orangutanları aynı deneysel görevlerle gözleyerek karşılaştırabilmesi ve bu gözlemleri hassas şekilde sayısallaştırabilmesi. Türkiye’de iki konferans vermiş olan Tomasello, Ulusal Psikoloji Kongresi’ndeki konuşması sırasında kendisine yöneltilen neden beyin çalışmaları yapmadığına dair soruya “çünkü davranışları gözleyerek sorularıma tatmin edici cevaplar bulabiliyorum” demişti. Kendisi yeni yöntemler kullanarak muhafazakâr çalışmalar yapmaktansa, klasik yöntemler kullanarak devrimci olabilmeyi becerebilmiş bir biliminsanı.
Tomasello, kitabında dilin değil, dil öncesi ilkel iletişimin kökenlerini ayrıntılı deneysel veriler çerçevesinde irdeliyor. Basitçe şöyle bir teorik akış öngörüyor: İnsanlar da şempanzeler de parmakla işaret ederler. Şempanzelerin sesli iletişimleri ötekinin zihinsel durumuna hassas değildir, ancak işaretleri öteki şempanzenin zihinsel durumuna uygundur. Ayrıca insanlar gözleri, şempanzeler ise kafa yönünü takip ederek nereye baktığınıza dikkat edebilirler. Yani her iki tür de karşı tarafın niyetini anlar. Ancak sadece insanlar bir şeyi karşı taraf için işaret edebilirler. Şempanze işaret ederek sizden kendisi için bir şey talep ederken, insan işaretle sizden sizin için bir şeye dikkat etmenizi isteyebilir. Tomasello, işte bu yetinin insana özgü olduğunu, bu yeti sayesinde birbirine yardımcı olan bireylerin yakınlaşarak işbirlikçi küçük gruplar oluşturabildiklerini ve yetinin bu şekilde tarih boyunca genetik olarak tahkim edildiğini düşünüyor.
Henüz konuşamayan dokuz aylık bebeklerin size sizin için bir şeyler işaret edebildiklerini yine Tomasello’nun deneylerinden biliyoruz. Buna “ortak dikkat” diyor Tomasello. Bu yeti, hem evrimsel hem gelişimsel olarak ortak niyetsellik formunu alıyor. “Ben X’i biliyorum, sen Y’yi biliyorsun” demekle “benim X’i bildiğimi biliyor, onun Y’yi bildiğini bildiğimi biliyor” ya da “biz Z’yi biliriz” demek arasında büyük farklar var. “Biz niyetselliği” bilahare dilin ve daha geniş manada insanların normatif ve kurumsal kültürünün temeli oluyor. Gelişimsel olarak ise bir insan yavrusunun kültüre angaje olmasının psikolojik zeminini oluşturuyor.
Şempanzelerle ortak iletişim yetimiz olan işaret etme, insana özgü yardım ve işbirliği baskısıyla şempanzelerinkinden farklı bir zihinsel örüntüyle, yinelemeli zihin okumayla ve dolayısıyla ortak niyetsellikle birleşmiştir. Tomasello öyküyü buraya kadar oldukça tutarlı şekilde anlatıyor. Kısaca diyor ki, karşınızda sizinle ortak dikkat ve iletişimsel niyet taşımayan bir şeyle mümkün değil konuşamazsınız (evcil hayvanlarla küçük deneyler yapabilirsiniz). Dil bu noktada yapısı itibariyle keyfiliğe, göndergesel belirsizliğe düşecektir. Tıpkı Facebook chatbot’ları gibi.
Chatbot’lar birbiriyle karşılaşınca etkileşimleri manasızlaşıyordu ya hani, peki bizlerle karşılaştıklarında neden öyle olmuyor? Neden bizlerle etkileştiklerinde, bizlerden öğrenirken bozulmuyorlar? Çünkü biz bir chatbot’un bizim niyetlerimizi okuduğu varsayımıyla ona niyet atfedip iletişimsel olarak tutarlı davranıyoruz (evcil hayvanlara da öyle). Fakat chatbot’lar bizim niyetlerimizi okumak üzere kodlanmamıştır. O yüzden karşılıklı, ortak niyetsellik kuramıyoruz. Niyet okuyan chatbot’lar yapamadık, çünkü ortak niyetselliği deneyimlesek, onun ne olduğunu artık bilsek de nasıl olduğunu henüz bilmiyoruz. Searle’ün Çin Odası deneyindeki gibi, mesaj almak ve mesaj iletmek, her ne kadar doğru da olsalar, bu işleri yapanın kendisinin düşündüğü ve sizin düşündüğünüzü de anladığı anlamına gelmez.
Tomasello, dilin işbirliği iletişiminden türediğini düşünüyor. Ama insan iletişimi için ille de dile gerek olmadığının altını çiziyor. Dahası, dil de yalnızca iletişime yaramıyor. Bu ikinci ayrıma ilişkin spesifik bir fikri yok Tomasello’nun. Etkilendiği filozofların var ama bu fikirleri deneysel olarak test ve teorize etmek çok daha meşakkatli bir bilimsel çaba gerektirir. Buna rağmen iletişim ile dil ilişkisini çok iyi betimliyor. Peki, dile iletişim açısından hiç de ihtiyacımız yokken şu anda tüm gezegende konuşulan yaklaşık 7 bin doğal dil neden var?
Tomasello, dil olduğu için iletişimin mümkün olabileceği şeklindeki yaygın hatalı görüşü, iletişim olduğu için dil mümkün olmuş diyerek ayakları üzerine çeviriyor. İnsan iletişiminin evrimsel kökenlerinin mevcut dillerle nasıl karmaşık bir ilişki içinde olduğunu da başarıyla resmediyor kitabında. Doğrudan amaçlamış olmasa da şu çetin tartışmanın zeminini de sağlamlaştırmış oluyor böylece: Dille iletişimden başka ve hatta daha merkezi olarak ne/ler yapıyoruz? Kitabın konusu doğrudan bu soru değil ama bu sorunun kıyısına getirip bırakıyor bizi.
– İnsan İletişimin Kökenleri, Michael Tomasello, Çev. Gürol Koca, Metis Yayıncılık, 2017, 288 s