Homeopati sizi hasta edenin, tedavi de edeceğine ve ne kadar çok seyreltilirse o kadar etkili olacağına inanan ve pratikte çeşitli karışımları ilaç olarak satan bir şarlatanlık türü. Böyle bir şarlatanlığa yer ayırmamızın nedeni ise Avrupa’daki eczanelerin bu sahte ilaçlarla dolmuş olması ve ülkemizde de hızla yaygınlaşması.
Dün gece çok içtiniz ve akşamdan kalma mısınız? Sorun değil, içinde bir damla bile kalmamış kadehinizi suyla doldurun, karıştırın ve için. İşte oldu, artık kendinizdesiniz. Homeopati sizi hasta edenin, tedavi de edeceğine ve ne kadar çok seyreltilirse o kadar etkili olacağına inanan ve pratikte az önceki örneğimizden çok da farklı olmayan karışımları ilaç olarak satan bir şarlatanlık türü.
Böylesi bir şarlatanlığa Bilim ve Gelecek sayfalarında yer ayrılmasının nedeni ise Avrupa’daki eczanelerin bu sahte ilaçlarla dolmuş olması. Homeopaticilerin Avrupa’da kendi okulları ve hatta İngiltere’de devletin finanse ettiği bir hastaneleri dahi bulunuyor. Akla ve bilimsel düşünceye açık bir saldırı olmasının yanı sıra, insanların cepleriyle ve “alternatif tıp” palavrası ile sağlıklarıyla oynanmakta.
ABD ve Avrupa’ya göre geç kalmış olsa da bu şarlatanlık ülkemizde hızla yayılmakta, hem de hekimliğin, bilimin ve üniversitelerin güvenilirliğini istismar ederek. İzmir merkezli Klasik Homeopati Derneği, Ege Üniversitesi’nde “Homeopati Kongresi” (1) ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nde “Homeopati Konferansı” (2) düzenlendi. Dahası dernek başkanının da bünyesinde yer aldığı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanı ve üniversite rektörünün destek açıklaması da internet sitelerinde yer alıyor. İstanbul merkezli Homeopati Derneği ise Marmara ve İstanbul üniversitelerinde toplantılar düzenledi, İTÜ’deki toplantılarının yerini ise son anda değiştirdiler. Sağlık Bakanlığı sadece homeopati değil hacamat, refleksoloji vb. alternatif tıp uygulamaları ile ilgili yasal düzenleme yaparak bu şarlatanlıkların önünü açmışken bu konuda hızla bir muhalefet örülmesi gerekiyor. Şarlatanlığın kanıtsız savlarına karşı bilimin gerçeklerini vurgulamalı ve modern tıbbın mevcut sorunlarından doğan haklı tepkiyi manipüle ederek kurulan bu dolandırıcılığın neden toplumda kabul gördüğünü ortaya koymalıyız. Bu yazı buna çalışacak ve umarım çözüme de katkısı olur.
Çivi çiviyi söker mi?
Bir “alternatif tıp” tekniği olan homeopati kelimesi Yunanca benzer (homoios) ve hastalık (pathos) sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle türetilmiştir. Her ne kadar bazı homeopatlar, yani homeopati uygulayanlar kişiler, “benzer benzeri tedavi eder” ilkelerini temel alarak homeopatinin kökenini antik Uzak Doğu’ya dayandırmaya ve mistisizmin dozunu artırmaya çalışsalar da, aslında homeopatinin mucidi 18. yüzyılda yaşamış Leipzig’li bir hekim olan Samuel Hahnemann’dır.
Hahnemann dönemin Avrupa’daki yaygın hastalıklarından olan sıtmanın tedavisinde kullanılan kınakına ağacı (Cinchonaofficinalis) kabuklarını (kinin etken maddesini barındırdığı için sıtmayı tedavi etmektedir) kaynatarak hasta değilken yüksek dozda kullanmış ve (tesadüf bu ya) sıtma hastalığının belirtilerini gösterdiğine kanaat getirmiştir: “Ayaklarım ve parmak uçlarım aynı anda üşümeye başladı; ağır ve uyuşuk hale geldim; kalbim hızlı ve düzensiz atmaya başladı; önlenemez bir anksiyete ve titreme baş gösterdi … halsizlik … başta vuru, yanaklarda kızarma ve dindirilemez susama … aralıklı ateş … şaşkınlık … rijitite”. (3)
Hahnemann kınakınanın herkeste aynı etkiyi göstereceğini varsayar. Sadece kendi deneyimine bağlı bu varsayımdan yola çıkarak belirli semptomlara neden olan maddelerin aynı semptomlara sahip olanları iyileştireceği genellemesini yapacak kadar ileri gider. Pek çok maddenin oluşturduğu semptomları gözlemeye devam ederek hacimli bir arşiv yapmaya başlar. Homeopati savunucularının sıklıkla yanlış dile getirdikleri ‘doğallık’ ve ‘bitkisellik’ iddialarının aksine kullanılan malzemeler bitki ve hayvan parçalarından, minerallere ve hatta radyoaktif elementlere kadar çeşitlilik gösterir. Dışkı, batık gemi kıymığı ya da at tırnağı gibi garip olanlarından değil de daha makul bir örnek verelim: Rxhomeo isimli satış sitesinde Ferrum Phosohoricum (demir fosfatı demenin ‘havalı’ ve ‘bilimsel’ gözüken biçimi) remedisinin (4) pek çok başka ürün gibi her derde deva olduğunu görebilirsiniz. Başlıca ateş ve iltihap tedavisinde kullanılmak üzere pek çok hastalığa da yardımcıdır: Anemi, bronşit, soğuk algınlığı, bitkinlik, ishal, hazımsızlık, dizanteri, gastrit, yaralanma, boğaz ağrısı… Anlıyoruz ki yüksek dozlarda demir sülfat ve fosfat bunlara neden olmaktadır ve dolayısıyla homeopatlar tedavi de edeceğine inanmaktadırlar (!)
Kahve ile uykusuzluğa çözüm!
Basit bir örnek daha verelim. Örneğin uykusuzluk sorunu mu çekiyorsunuz? Kahve uykuyu kaçırma etkisi gösterdiği için homeopatlara göre uykusuzluk sorununuzu da tedavi edecektir. Tabii ki size doğrudan kahve içmenizi ve kafein almanızı tavsiye edecek kadar da ahmak değiller. Önce seyreltmek lazım!
Homeopatinin başka bir ‘kanunu’, ne kadar seyreltirseniz “benzeri tedavi eden” etken maddenin etkisinin o kadar artacağını öne sürmesi. Seyreltme işlemi madde çözünebiliyorsa su ve(ya) alkolle, eğer bunlarda çözünmüyorsa (ya da hap biçimine getirerek gerçek bir ilaç gibi göstermek istiyorsanız) katı halde laktozla (süt şekeri) gerçekleştiriliyor. Her seferinde 10 kez seyreltilen karışımlar Roma rakamıyla on yani X, 100 kez seyreltilenler ise benzer şekilde C ile kodlanıyorlar. Yani 1 ölçek havanda dövülmüş kahveyi (daha “bilimsel” gözüksün isterseniz kafein de kullanabilirsiniz) 99 ölçek laktozla karıştırdığınızda remedimiz 1C olacaktır; 1C’den aldığınız 1 ölçeği yine 99 ölçek ile karıştırırsanız 2C olacaktır ve bu kodlama benzer şekilde devam edecektir. Piyasada sıklıkla 30C “gücünde” karışımlar bulunmakla birlikte 6X, 12X, 30X, 30C, 200C, 1M gibi alternatifler de mevcut.
Ancak gelin görün ki bildiğimiz tüm madde atom ve bileşiklerden oluşmakta. Hannehman’ın ne yazık ki tanıma fırsatı bulamadığı Avagadro, bir elementin bir molündeki atom ya da molekül sayısını başarıyla yaklaşık 6,02×1023 (Avagadro sayısı) olarak hesaplamıştır. Örneğin, kafeninin 194 gramında Avagadro sayısı kadar kafein molekülü bulunmaktadır. 12C’ye ulaştığımızda, yani 1024’e seyrelttiğimizde elimizde bir tane molekül kalma olasılığı dahi çok düşüktür. Homeopatlar 12C’den 1 birim alarak devam ettikleri seyrelteme işlemlerinde maalesef sadece laktozla laktozu ya da suyla suya karıştırmakla vakit kaybediyorlar. İlla ki hazırlayacaklarsa sıvı halde hazırlamalarını öneririm; yine su dışında bir şey kalmamış olacak olsa da 10 kere şu şekilde, bilmem ne kabının içinde ritüelleri ile rahatlayabilirler. Ritüellerin insanları rahatlattığı homeopatinin aksine bilimsel kanıtlara sahiptir. (5)
Homeopatik “ilaçların” reklamının sıklıkla yan etkilerinin olmaması vurgulanarak yapıldığına şahit olabilirsiniz. Elbette laktoz intöloransı (hassasiyeti) dışında bir rahatsızlık mümkün değildir, çünkü ortada bir etken madde yoktur. 30C’yi zihnimizde canlandırmayı deneyelim: Havuz, göl, deniz, hatta Dünya üzerindeki bütün su bile değil; çapı Dünya ile Güneş arasındaki mesafe uzunluğunda (150 milyon kilometre, ışık bu mesafeyi 8 dakikada kat etmektedir) bir su küresi hayal edin ve içine tek bir molekül koyun işte bu 30C’dir. (6) Bu sayede homeopatik “ilaçlar” sağlık kurumlarından zararsız belgesi alabilmektedir. Gerçek ilaçların yan etkilerinin yanı sıra gerçek etkileri de varken asıl sorulması gereken soru “ne etkisi var?” olmalıdır.
Hafızası olan su ve ölçülemeyen enerjiler
Elbette çağımız homeopatları seyreltme sorununun da farkındalar ve bu apaçık gerçeği reddetmiyorlar, bunun yerine ‘bilimselliklerini’ kanıtlamak için tıbbi deneyler yerine (birazdan değineceğiz) çok daha belirsiz yolları tercih ediyorlar. Metafizik veya tinsel argümanları uzunca tartışmak gereksiz, canlılarla cansızların ayrımını yapmak için ortaya atılmış ve yüzyıllar önce terk edilen “yaşam enerjisi”nden (vitalforce) “iç enerji”ye kadar pek çok terk edilmiş kavram kullanılıyor.
Genellikle seyreltmede kullanılan su ya da laktozun ilk maddenin enerjisini taşıdığı öne sürülüyor. Ardından “kuantum psikoloji” gibi sahte bilimlere benzer şekilde atomik, kimyasal ya da biyolojik düzeyde farklı enerji kavramları ile ilgili bilimsel bulgular alakasız biçimde sıralanıyor. Ancak ilk maddenin enerjisinin nasıl aktarıldığının ya da nasıl iyileştirdiğinin hiçbir bilimsel açıklaması yok. Elbette işin “ruhsal” boyutuna gelirsek psikiyatrik ve psikolojik rahatsızlıklar için homeoterapi randevuları gibi 1-2 saatlik psikoterapilerin etkisi olabilir, ancak her hastalığı düşünce gücümüzle yenebileceğimizi iddia etmek başka bir mistisizm örneği olarak kesinlikle yanlıştır.
Etken maddenin etkisinin çözücü aracılığıyla nasıl taşındığına ilişkin, homeopatinin “en bilimsel” yaklaşımı suyun hafızasının bulunmasıdır. Bu iddianın daha bilimsel gözükmesinin nedeni 1988 tarihli Nature’de yayınlanmış bir biyoloji makalesinin homeopatlar tarafından sahiplenilmesidir: “Çok seyreltik İmmünoglobulin Eantiserumu tarafından tetiklenen insan bazofili degranülasyonu”. (7)
Makale bir tür savunma (akyuvar) hücresi olan bazofili üzerindeki orta derecede seyreltilmiş bir alerjenin etkisini ölçen bir deneye dayanıyor. Bir teknisyenin yanlışlıkla aşırı seyreltik bir çözelti hazırlanması ve buna karşın bazofil tepkisinin orta derecede seyreltilmişle aynı sonucu vermesi yaygarayı başlatır. Fransa’daki bir ekibin iki yıl boyunca tekrarlayan denemeleri de durumu onaylar gözükür. Homeopatlar için müthiş haber! Başka onaylayıcı verileri beklemeden makalenin propagandasına başlarlar, çünkü eğer bu makale doğruysa hiçbir etken madde barındırmayan kendi “ilaçları” da etkisini aynı şekilde gösteriyor olabilecektir. Ancak deneye bilim çevrelerince kuşkuyla yaklaşıldığı için biliminsanlarının çözeltilerin seyreltilme oranını bilmedikleri bir kör deney gerçekleştirilir. Araştırmacıların hangisinin homeopatik hangisinin sadece su olduğu bilinmeyen “çözeltilerle” deney tekrarlandığı zaman bazofillerin bu sefer suya daha fazla tepki verdiği ters bir sonuç gözlenmiştir. Yani deney doğrulanmaya devam edememiş, araştırmacı hatası olduğu görülmüştür. Gerçi homeopatlarımızın muhtemel bahanesi hazırdır: “İnanmazsan zaten olmaz”!
Bugün bildiğimiz kadarıyla herhangi bir molekülün, molekül ortadan kalktıktan sonra su molekülleri üzerindeki etkisi pikosaniyeler geçmeden ortadan kalkmaktadır. Yani suyun hafızası bir etki taşıyabiliyor olsaydı bile sizin onu o haliyle içmeniz mümkün değil. Varsayalım bu da mümkün oldu, homeopatiye yine ihtiyacınız yok, şifa bulmak için ağzınızı musluğa dayayıp kana kana su içmeniz yeterlidir, çünkü gezegenimizde bulunan su molekülleri milyarlarca yıldır devridaim halindedir. Yani örneğin, bu yazıyı yazarken kaynatıp içtiğim ekinezyadaki su moleküllerinin bir kısmının 4 milyar yıl kadar önce meteoritlerle Dünya’ya taşındığını bildiğim gibi daha küçük bir kısmı bir yıl sonra satın alacağınız pet şişede bulunabilir. Yani homeopati ilacı satın almak yerine neredeyse her madde çeşidiyle temas etmiş molekülleri barındıran pet şişenizden su içip tüm hastalıklarınıza şifa bulabilirsiniz. Sizin için ekinezya “enerjisi” ve “hafızası” da ekledim o suya; afiyet olsun!
Bir kanıt olarak ‘ben denedim oldu’
Homepatik remediler kimi zaman “benzer benzeri engeller” savının aşıya benzetilmesiyle de aklanmaya çalışılabiliyor. Aşı düşük miktarda (mesela 5 mg) da olsa zayıflatılmış virüs ya da virüs fragmentleri içerdiği içerdiği için hiçbir şey içermeyen homeopatik remedilerle arasında devasa bir fark vardır. Dahası pek çok aşı için bağışıklığın nasıl geliştiği ve enfeksiyonu engellediği açıklanmış durumdadır. Homeopatik remedilerin hiçbirini böyle bir neden-sonuç ilişkisi ile açıklayamıyoruz. Tabii ki modern tıp, ortaya çıktığı zamanki mükemmeliyetçiliğini bir kenara bırakalı çok oldu, bugün mekanizması açıklanmayan pek çok ilaç kullanılıyor, bu anlayışa göre tedavi ediyorsa gerisi önemli değildir. Ancak tedavi ettiğinin onaylanması için çift kör ve rastgele bir deneye tabii tutulmaları ve olumlu sonuç vermeleri gerekir.
Örneğin, yukarıda söz ettiğim ekinezyanın (Echinaceapurpurea) Rhinovirus’e bağlı nezleleri önleyip önlemediğini araştıran rastgellenmiş, çift kör, plasebo (sahte ilaç) kontrollü bir deney gerçekleştirilmiş. Virüs enjekte edilen 48 yetişkinin bir hafta boyunca ekinezya ya da plasebo kullandığı deneyde, ekinezya kullanan deneklerin yüzde 58’i, plasebo kullanmayanların ise yüzde 82’si nezle geçirmiş. (8) Bu bitkinin işe yaradığını göstermektedir. Buradaki plasebo etkisini yok etmek için uygulanan kontrol, ilacın gerçekten psikolojik etkisi dışında bir etkisi olup olmadığını test etmek içindir. Çift kör olması ise ilacı uygulayan hem doktorların, hem de hastaların plasebo mu yoksa gerçek ilacı mı kullandıklarını bilmedikleri anlamına gelir. Daha sonra kontrol etmek amacıyla içeriği anlaşılmayacak bir kodla etiketlenmiş ilaçlar kullanılmış ve hastalar rastgele gruplanmıştır (rastgellenmiş). Aynı deney yöntemine tabi tutulan homeopatik ilaçlar ise sayısız kez başarısız olmuştur, yani plasebo ile aralarında anlamlı bir fark gözlemlenmemiştir. (9, 10, 11)
Homeopatlar bu deneylerin başarısız olmasının nedenini kişiye özel tedavi uygulamalarına bağlıyorlar; gerçekte olan ise saatlerce dinledikleri hastaları sadece plasebo ilaçlar vererek evlerine göndermeleridir. Homeopatlar başarılarını kişisel hikâyelere dayandırıyorlar ve hiçbir istatistikten söz etmiyorlar. Yetmiyor, insan aklıyla dalga geçecek biçimde “homeopatik ilaçların” kullanılmaya başlandıktan sonra hastalığın etkisini önce artıracağını ardından iyileşmenin meydana geleceğini söylüyorlar ki bu zaten doğal iyileşme sürecidir. Hahnemann’dan beri sadece doğal olarak iyileşmiş başarılı kişisel tecrübeleri aktararak pek çok batıl inancın gelişmesinde olduğu gibi algıda seçicilik ile homeopati inancı pekiştiriliyor.
Eğer illa ki kişisel denemeleri veri olarak alacaksak homeopati ile ilgili her konuşmasında, ölümcül doz olarak uyarısı yapılmış bir kutu homeopatik uyku remedisini içen ve bilimdışı saçmalıklarla dalga geçen eski ‘sihirbaz’ James Randi’yi izleyerek bolca kahkaha atabilirsiniz (12) ya da Yalansavar’dan Işıl Arıcan’ın ‘Arsenicumalbum 30C’ ilacıyla yaptığı denemeyi izleyebilirsiniz. (13)
En ilginç iddialardan birisi ise homeopatinin insanları bir sefer değil, ömür boyu tedavi ettiği. Bir daha hastalığa yakalanılmayacağı ya da daha az yakalanılacağı vaat ediliyor. Ne yazık ki yan etkisiz olarak pazarlanan bu plasebonun çok büyük bir yan etkisi var, iyileşme ihtimali olan hastalara yapılan büyük vaatlerle sağlıkları ve yaşamları tehdit altında.
Peki, nasıl oluyor da bu sahtekârlık kendine yer buluyor?
Elbette bunda toplumun bilimsel düşünceden uzaklaşmasının çok büyük etkisi var. Sadece homeopati değil refleksoloji, hacamat vb. diğer alternatif olması mümkün olmayan “altenatif tıp” yalanlarının yaygın olduğu ve hatta yasalaştığı bir ülkede yaşıyoruz. Ancak konunun başka önemli bir boyutu, insanların mevcut sağlık sisteminin gerçek sorunlarına yönelttikleri haklı eleştirilerinin başarılı biçimde manipüle ediliyor olması. İlaç firmalarının kendileri için nasıl “akademik” yayınlar hazırladıklarının, doktorlarla nasıl pazarlıkların yapıldığının ve dünyanın büyük kısmında önleyici değil daha çok ilaç satmaya yönelik bir tıp yaklaşımının bulunduğunun farkındayız. Buna karşılık homeopati yan etkisiz, ucuz ve ömür boyu bir iyileşme vaat ediyor. Hastanın hikâyesinin bile doğru alın(a)madığı üç dakikalık muayenelere karşılık uzun muayene süresi sunuyor. Doğal ki çözüm arayan pek çok insan denemekte sorun görmüyor.
Ancak gerçekte olan, siyasi bir benzetmeyle, Cumhuriyet döneminde yaşanan katliamları öne sürerek Osmanlı’ya dönüşü savunmaktır. Sanılanın aksine homeopati kapitalizme bir tepki değil, onun eseridir. Ucuz gibi görünse de tek masrafı ambalaj olan ürünlerin, gerçek etken maddeyle üretilen gerçek ilaçlara göre kâr oranı çok daha yüksektir. Üstelik yasalar önünde yan etkisiz bir besin takviyesi olarak görüldüğü için geri çağırılması, toplatılması gibi sorunları yoktur. Basit bir eğitimle insan ilişkileri güçlü herkes homeopat olabilmektedir. Birkaç doktorun ise ya hekimliklerine yakışmayan bilimdışı düşünceyle ya da ceplerini doldurmak için bulunması göz boyamaya yeterli oluyor. Zararı ise akla ve ceplere olduğu kadar tedavi etmediği insanların sağlığına oluyor. Dolayısıyla mevcut sorunları bilimsel temelden ayrılmadan eleştirmeli ve bu şekilde çözmeye çalışmalıyız.
Daha iyisini yapana kadar elimizdekinin en iyisine sahip çıkalım. Homeopatik ilaçları ise ancak sıvı halde hazırlanmışlarını dehidrasyon sorunu yaşayanlara, draje biçimindekileri şekeri düşenlere pahalı bir çözüm olarak tavsiye edebiliriz. Bana çıkmaz demeyin, şansınızı deneyin… Birkaç molekül size de denk gelebilir!
Dipnotlar
1) http://www.homeopati.org.tr/uygulama/makale-1/
2) https://twitter.com/gunceltarih/status/671295379611230208
3) Ben Goldacre’nin Bad Science kitabı (Faber&Faber, 2010), s.31,32
4) http://www.rxhomeo.com/pharmacy/homeopathic.php?act=viewProd&productId=181&pName=Ferrum+Phosphoricum
5) http://www.scientificamerican.com/article/why-rituals-work/
6) Ben Goldacre’nin Bad Science kitabı (Faber&Faber, 2010), s.35.
7) Simon Singh & Edzard Ernst, Trickortreatment (Norton, 2008), s.118, 119
8) Sperber SJ, Shah LP, Gilbert RD, Ritchey TW, Monto AS. Echinaceapurpurea forprevention of experimentalrhinoviruscolds. ClinInfectDis 2004;38:1367-71.
9) Shang, A., Huwiler-Müntener, K., Nartley, L. “Aretheclinicaleffects of homoeopathyplaceboeffects? Comparativestudy of placebo-controlledtrials of homoeopathyandallopathy.” TheLancet. 27 Aug. 2005, Volume 366, Issue 9487: 726-732.
10) Singh S., Ernst E. Trickortreatment: the undeniable facts about alternative medicine. New York: W. W. Norton &Company, 2008. 91-144.
11) Willis, P., et. al. ScienceandTechnologyCommittee. EvidenceCheck 2: Homeopathy. London: Stationary Office Limited., 2010.
12) James Randi’nin hararetle şarlatan medyumları alaşağı etmesi: https://www.youtube.com/watch?v=c0Z7KeNCi7g
13) https://www.youtube.com/playlist?list=PLEasZrAppzrTQIP6GW3mZNpuw5Z0cES04