Üçüncü tekir şahıs / Anıl Ceren Atunkanat
İnsan başkalarının acısına alışıyor. Alışamam dediğine, dayanamam dediğine bile. Kanıksama ve tiksinti kalıyor geriye; çaresizliğin buruk tortusu. Kötülük sistematik biçimde gündeliğe yayıldığında kaçınılmaz bu. Çığlıklar sonunda ses tellerini parçalıyor insanın, zihin de kalp de paramparça, bitkin bir suskunluğa çekiliyorsun. Acı da bir utanca dönüşüyor böyle böyle. Sonra bu utanca alışıyorsun.
Söyleyecek fazla şey kalmıyor. Neşeyle çağlayan çocukların yüzüne bakamıyorsun utancından. Utancından mahallenin köpeğini sevemiyorsun. Yarın hangisinin başına ne gelecek, bilemiyorsun. Ve buna da alışıyorsun.
Bunca alışmak bencilliğini büyütüyor insanın; hınçlı bir bencillik bu. Acının, utancın, kanıksamanın hesabını kendine kesen, özyıkıma meyilli bir bencillik. Korkak ve kötücül. Ama evet, buna da alışabilir insan.
Her şeye alışabiliyor, her şeyi kanıksayabiliyor insan. İşte, kötülük böyle yayılıp kaplıyor bir ülkenin hemen her karışını. Ne yazık…
***
“Ve onun gözlerinde, insanlığın daha iyi bir yer özlemini gördüm; insanların gaddar olmadığı ve yapılan gaddarlık için intikam istemediği bir yer; aslında insanın artık insan olmadığı bir yer.”
Hayvanlarla kurduğumuz ilişkiye dair anlamlandıramadığımız, bir sezgi, bir yoğunluk olarak hissettiğimiz ama kelimelere dökemediğimiz çok şey var. Çoğunlukla düşmanlık, nefret, acımasızlıkla kendini gösteren ama kimi de sınırsız bir duygudaşlık, şefkat ve sevecenlikle kendini önümüze koyan, kendini dayatan bir yakınlık. Düşmanlık da yakınlık da kaçınılmaz olarak benliğin aynasına düşüyor; ötekine duyulan nefret ve tiksinti, tıpkı ötekine duyulan sevgi ve şefkat gibi, kişinin kendine bakışını da şekillendiriyor.
Lydia Millet Çaresizlik Kuyusu’nda tam da buna yoğunlaşıyor. On öykü de özünde insanın, insan olmayan hayvanlara yönelik sömürü ve eziyetinde temelleniyor. Ama Millet’in bu zeminde dikkatimizi çekmek istediği başka bir yan var. İnsan hayvanla kurduğu ilişkinin bedelinden kaçamaz: kulağa ne kadar klişe gelse de onların acısı, “doğal olarak” acımızdır. Her öyküde rastlıyoruz buna, insan verdiği acının yükünden kaçamaz.
Harlow anne maymunun gözlerini unutmak için içer durmaksızın. Edison yaşamının son yıllarını ölü bir filden af dileyerek geçirir. Hayvanat bahçesindeki topal kuşu izleyen ve birden herkesin aksayarak yürüdüğünü fark eden annenin boğazı düğümlenir.
“Çaresizlik kuyularının yanından geçerken, Minestrone’nin kuyusuna baktı. Başını gördü. Maymun öylece duruyordu. Onu izlemeye başladı, hayvan kımıldamadı. Maymunda hiçbir canlılık emaresi yoktu. Sonunda vazgeçmişti. Artık pes etmişti.”
Millet tanıdığımız kahramanlarla (Madonna, Edison, Tesla, Chomsky, Carter, Sharon Stone, Harlow vb.) inşa ettiği öykülerde hayvana işkence eden insanın kendi ruhunda bıraktığı hasarı kara mizahın gücüyle işliyor; bizim hikâyemizi bize yutkunmakta zorlanacağımız bir buruklukla anlatıyor.
2010’da Pulitzer Edebiyat Ödülü adayı olan Çaresizlik Kuyusu Funda Başak Dörschel tarafından çevrilmiş.
“Zamanın sonu geldiğinde insan tüm insanlığından kurtulacak. İnsan insan olmayı bırakacak. Ve sadece bu, her zaman özlemini duyduğu şerefi verecek insanlığa.”
Âmin.
***
“İnsanları birbirinin yanında tutan bağları görmek kolay değil. Neler döndüğünü anlamak için, insanların akıllarından ve kalplerinden geçenleri gösteren bir tür gözlüğe ihtiyaç var.”
Ömer Açık, yeni kitabı Hikâyenin Kalbi’nde kitap okuma alışkanlığından eski ve geleneksel olanla yeni ve cesur olanın çatışmasına dek, çocuk yetişkin hepimizin tökezlediği konuları neşeli ve onarıcı bir dille ele alıyor.
“Fazla beklentim yok zaten. Önce aykırı birinin, sözünü söyleme, yapması-gerekeni-yapma cesareti göstermesi gerekiyor.”
Kitap okumaktan ve özet çıkarmaktan nefret eden İlginç, “Çocukluğunu Yaşayamamış Yetişkinler Derneği”nde geç çocukluğuna kavuşan anneannesi, hevesli ve cesur Bahar Öğretmen, yılların yüküyle küskün, katı ama kendini eleştirmeyi de bilen Yeter Öğretmen, sosyal medya gülü ve ahlak kumkuması Birgül Hanım; birbirinden uzaklaşan dostlar, daha güçlü bir şekilde yeniden kurulan bağlar ve tabii kitaplar. Özgürce seçebildiğimizde, hikâyenin kalbine ulaşarak okuyabildiğimizde bize bizi anlatan, sesimize yeni yankılar katan kitaplar.
“Bazen bütün dünyanın size karşı olduğunu hissedersiniz, sanki siz dünyayı kurtarmak için çırpınan sersem görünüşlü süper kahramanlardan birisiniz de kimse size inanmak istemiyor.”
Ömer Açık duru ve neşeli diliyle, zengin ve renkli karakterleriyle Hikâyenin Kalbi’nde her okura bir yer açmayı başarıyor.
Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.
– Çaresizlik Kuyusu, Lydia Millet, çeviren Funda Başak Dörschel, Kolektif Kitap, s. 152.
– Hikâyenin Kalbi, Ömer Açık, Günışığı Kitaplığı, s. 160.